Siyasal kurumların pek rol oynamadığı bir siyasal ortam, tam bir belirsizlik ve istikrarsızlık ortamıdır. Eğer Türkiye’nin bugün bir siyasal rejimi varsa, burada oynanan siyaset oyununun temel özelliği istikrarsızlıktır. Bunu en iyi vurgulayacak bir biçimde de Cumhur İttifakı liderleri yine bir yeni anayasa ve siyasal rejim değişikliği önerisiyle, yerel seçimlere gittiğimiz bugünlerde siyasal tartışmaların içeriğini rejim sorununa doğru değiştirmeyi başarmışlardır.
GİRİŞ
Türkiye bir genel seçim döneminden çıkıp, bir yerel seçime doğru yol almaya başladı. Yerel seçimlere dört ay kadar kalmışken birdenbire anayasa yargısının kararları ve anayasa içindeki konumu üzerinden en üst düzey siyasal seçkinler arasında bir tartışma başladı. Bilahare bu tartışmaya Cumhurbaşkanı’nın cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turlu olması keyfiyetini eleştiren ve ikinci turdaki %50 + 1 oy alma zorunluluğu üzerinden yaptığı eleştirilerle yeni bir boyut eklendi.
Bu tartışmalar 177 maddesi bulunan 1982 Anayasası’nın 134 maddesi son yirmi yılda değişmiş olmasına karşın, onun hala “askeri darbe anayasası” olduğuna vurgu yapılmasına ve anayasanın sivil hale getirilmesi önerisine tanık oluyoruz. Bu tartışmalar Türkiye’ye anayasa dayanmadığını bir kez daha saptamışa benziyor.1924’ten itibaren Türkiye üç anayasaya sahip oldu. 1924 Anayasa’sı, önce tek parti denetiminde parlamenter bir otoriter rejim olarak 1945’e kadar 21 yıl uygulandıktan sonra değiştirildi. 1945- 1960 arasında 15 yıl boyunca aynı anayasa çok partili parlamenter demokrasi rejimi olarak çoğunlukçu bir seçim sistemiyle birlikte uygulandı. 1961 yılında yapılan yeni anayasa ile çok partili, parlamenter demokrasi uygulaması bu kez çoğulcu (nispi temsil) esaslı bir seçim sistemiyle birlikte uygulanmaya konuldu.
1961 Anayasası yürürlükteyken Türkiye ilk ve son kez 1975-1980 yılları arasında tam demokrasi olarak ölçüldü (Freedom House ve Country and Territory Ratings and Statuses, 1973-2023). Aşırı sol ve sağ arasında yaşanan ve gittikçe genişleyen ve artan etkililikteki çatışmalar sayesinde fevkalade ciddi bir terör sarmalına giren ülkede, çoğulcu demokrasinin çalışmaması için büyük bir gayret sarf edildi. Ne temsil adaletinin yerleşmesine ne de koalisyon hükümetleriyle yönetime fırsat verildi. Koalisyon hükümetlerinin hem dünyadaki başarıları hem Türkiye’deki çalışmaları, parti hükümetinden (bir partinin tek başına hükümet etmesiyle yönetiminden) daha kötü bir sonuç üretmemesine karşılık (bkz. Kalaycıoğlu, 2002) 1970’lerdeki siyasetin performansı olabildiğince eleştirildi, yerildi ve itibarsızlaştırıldı.1980 Askeri Darbesi’yle 19 yıl sonra 1961 Anayasası yürürlükten kaldırılarak 1982’de yerine üçüncü bir anayasa yapıldı.
Bu kez, çoğunluk esaslı bir uygulamaya meyleden bir yüksek barajlı seçim sistemiyle birlikte çalışan çok partili yarı-parlamenter bir demokrasi kurgulandı. Parlamenter rejimlerde pek görülmeyen, siyasal ve hukuki sorumluluğu olmayan bir cumhurbaşkanlığı yapısı ve rolü ile ülkenin âlî menfaatlerini koruyan ve kollayan bir cumhurbaşkanlığı rolü tasarlandı. İktidarı adeta mutlak olan ve hesap sorulamayan bir cumhurbaşkanının, daha önce hiç olmadığı halde, seçimle işbaşına gelen ve en fazla başbakan olmaya gayret eden parti başkanlarının ilgisini çektiğini gördük. 1989’dan itibaren siyasal parti liderleri bu role seçilmek üzere hareket geçtiler. Ancak, bununla da yetinmeyerek 2007’de Meclis’te bir cumhurbaşkanlığı seçimi krizi üreterek, cumhurbaşkanının görev süresini iki yıl azaltıp, ancak halk tarafından doğrudan doğruya seçilen ve iki kere üst üste seçilmesine olanak tanıyan bir yarı-başkanlık rejiminin kurulması için 21 Ekim 2007’de bir halk oylaması yapılması sağlandı.
Böylece Türkiye’de rejim 25 yıl sonra beşinci kez değişerek yarı-başkanlık rejimi halini aldı. Ancak, bununla da yetinilmedi.On yıl sonra 16 Nisan 2017’de yapılan bir halk oylamasıyla yarı-başkanlık rejimi sonlandırılarak, yerine başkanlık rejimi içerikli bir “neo-patrimonyal sultanizm” rejimi kuruldu (Kalaycıoğlu, 2021 ve Kalaycıoğlu, 2023). Böylece 1924’ten itibaren üç anayasa ve altı değişik siyasal rejime sahip olan Türkiye’de, yine bir anayasa ve rejim değişikliği tartışmasıyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu makro siyasal sistem performansının temel özelliğini tanımlamak ve anlamak için daha yakından bakmakta yarar varmış gibi görünüyor.
Türkiye’deki siyasal rejim kuralları ve onların önemli bir kısmını içinde barındıran yazılı anayasaların hemen hemen her kuşakta bir kere değişmesi, siyasetin sadece kısa dönemli bir uğraş olduğunu ve uzun dönemli bir hesaplamaya uygun olmadığına işaret eder.
TÜRKİYE’DE SİYASET: SÜREKLİ DEĞİŞİM VE İSTİKRARSIZLIK
Siyasal sistemin üç temel öznesi bulunur: Siyasal yetkeler (otoriteler), siyasal rejim ve siyasal topluluk. Siyasal yetkeler; toplum için bağlayıcı kararlar (yaptırım, yani ödül ve ceza ile desteklenen kararlar) üretmek için belirli siyasal yapılarda tanımlı pozisyonlara (mevkilere) gelerek, o pozisyonun gerektirdiği rolleri oynarlar. Siyasal rejim ise; bir siyasal sistemin yapısal özelliklerini, onun içindeki pozisyonları ve onlara ilişkin rollerin neler olduğunu tanımlar ve içeriklerini belirleyen kuralları kapsar. Siyasal topluluk ise; siyasal yetkelerin de içinden çıktığı, bağlayıcı kuralların uygulandığı topluluk veya toplumdan oluşur. Siyasal rejim ayrıca bu üç özne arasındaki ilişkilerin nasıl oluşacağını; hangi ilke ve esaslara göre bu özneler arasındaki etkileşimlerin oluşacağını belirleyen kuralları içerir. Kısaca söylemek gerekirse siyasal rejim, bir siyasal sistemde oynanan oyunun kurallarından ibarettir. Onun için siyasal rejimin değişmesi, tüm siyaset oyununun oynanış ilkelerini ve biçimini değiştirir. Bu değişim aynı zamanda siyasetin anlamını ve siyasetin uzun dönemli görüntüsünü yakından etkiler[1].
Türkiye’deki siyasal rejim kuralları ve onların önemli bir kısmını içinde barındıran yazılı anayasaların hemen hemen her kuşakta bir kere değişmesi, siyasetin sadece kısa dönemli bir uğraş olduğunu ve uzun dönemli bir hesaplamaya uygun olmadığına işaret eder. Bir kuşağı aşan bir sürede siyaset doğal olarak değişecektir; ama pekişmiş siyasal rejimi olan sistemlerde bu değişim siyasetin yapılış ve uygulanış kural, yöntem ve biçemine (üslubuna) ilişkin değildir. Aynı kurallara göre siyasete katılma, temsil olunma, muhalefet etmek için çalışmak, oy istemek veya oy vermek hesapları yapılır. Oysa Türkiye’de hemen hemen her seçimde, en fazla iki seçimde bir seçim mevzuatı değişmektedir.
Anayasa, onun içerdiği kural, norm ve ilkelerin farklı rejim uygulamalarına yol açacak biçimde değişmesi ve yorumlanması yanı sıra seçim mevzuatının da değişmesi, oynanan siyaset oyununun içeriği, anlamı ve neticelerini kökten etkilemektedir. Bu konulardaki devinim, belirsizlik, oynarlık (volatility) seçmenin siyaset hakkındaki düşünce ve hesaplarını sürekli olarak değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu ortamda sadece seçmenler değil, siyasal partiler de değişmekte; bir dönem kurulmuş olan siyasal partiler ya rejim dışından yapılan müdahaleler ya da seçmen tercihlerinin büyük kaymalar göstermesiyle ortadan kaybolmaktadır. 1945’te kurulan Demokrat Parti 1960’ta, 1961’de kurulan Adalet Partisi 1981’de, o zamana kadar Cumhuriyet’in kurulmasından beri mevcut olan Cumhuriyet Halk Partisi (1923) dâhil tüm partilerin kapatılmasıyla siyaset sahnesinden çekilmiştir. 1982’den sonra kurulan Anavatan, Doğru Yol, Demokratik Sol, Sosyal Demokrat, Halkçı, Refah, Islahatçı Demokrasi, Fazilet, Milliyetçi Çalışma, Milliyetçi Demokrasi Partileri gibi partilerin hepsi ya tamamen ya da büyük ölçüde siyaset sahnesini terk etmişlerdir. Bu kesinti ve kopuşlar, siyasetin istikrar ve değer kazanmış siyasal yapılar eliyle oynanan bir oyun olma niteliği bulunmadığına işaret etmektedir.
21. yüzyılda yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (2001) ve 1990’larda tekrar kurulan CHP ve MHP bir ölçüde süreklilik temin ederken, seçmenlerin vurgusu siyasal parti kuruluşlarından çok, onların siyasal liderlerinin şahsına yönelik olmayı sürdürmüştür. Bu ortamda kurumsallaşmış parti yapılarından bahsetmek zordur. Benzer olarak siyasal sistemin diğer yapısal unsurlarını oluşturan yasama, yürütme ve yargı organları da benzer bir devinim ve değişim içinde, kurumsallaşmakta giderek artan zorluklarla karşılaşmışlar; çeşitli rejim değişiklikleriyle yapısal değer ve istikrarlarını kaybetmeye yüz tutmuşlardır. Siyasal kurumların pek rol oynamadığı bir siyasal ortam, tam bir belirsizlik ve istikrarsızlık ortamıdır. Eğer Türkiye’nin bugün bir siyasal rejimi varsa, burada oynanan siyaset oyununun temel özelliği istikrarsızlıktır. Bunu en iyi vurgulayacak bir biçimde de Cumhur İttifakı liderleri yine bir yeni anayasa ve siyasal rejim değişikliği önerisiyle, yerel seçimlere gittiğimiz bugünlerde siyasal tartışmaların içeriğini rejim sorununa doğru değiştirmeyi başarmışlardır.
Siyasal istikrarsızlığın ve onun altında yatan belirsizliğin en önemli nedeni siyasal seçkinler arasındaki ilişkileri de derinden belirliyen seçkin siyasal kültürüdür. İlk kez olarak 1950 ve 1960’larda Nermin Abadan (1966), Şerif Mardin (1966), Nur Yalman (1970–71) ve Frederick W. Frey (1975) tarafından yayınlanan araştırmalarda Türkiye’deki siyasal seçkin kültürünün siyasette reform ve ona duyulan tepkiler (reaksiyon) üzerinden dost ve düşman görüntüsünde büyük bir ayrışma, gerilim ve çatışmaya hatta bir “ulusal şizofreni” görüntüsü veren kutuplaşmaya dönüştüğü (Yalman, 1970–1971) saptandı. Frey 1975’te yayınladığı kitap bölümünde, Nermin Abadan (1966: 344) tarafından ifade edilen bu düşman–dost ayrımından hareketle, siyasal “(...) sistem demokratik rekabete her açıldığında seçkinler arası şiddetli çatışmaların yeniden nüksetmesi...” (Frey, 1975: 65) gibi bir eğilimin yerleşikliğinin adeta bir örüntü haline geldiğini ileri sürdü. Michael P. Hyland’ın bir çalışmasına atfen Frey, aynı makalesinde, siyasal seçkinlerin davranışlarının “çoğunluk istibdatı” (majority tyranny) ve “entellektüel despotizm”; Şerif Mardin’e (1966) atfen, “marazi şiddet/sertlik” (pathological vehemence) ve Joseph S. Sylowicz’e atfen iktidara sahip olmak için yapılan “vicdan dışı” bir çekişmeden (unscrupulous contention for power) (Frey, 1975: 66-67) oluştuğuna işaret etti.
Bu olgu, aynı zamanda, farklı olana, özellikle iktidardaki seçkinlerin gözünde muhalefete karşı duyulan derin bir hoşgörüsüzlük (toleranssızlık) ile birlikte cereyan eden bir siyaset oyununa işaret etmekteydi (Frey, 1975: 67). Doğal olarak, kural tanımazlık genel kültürü (anomi) içinde yer alan bu görüntü rekabetten çok boğuşma, hiçbir engel tanımayan (no-holds-barred) savaş niteliğinde olan bir siyasal seçkin davranışları örüntüsüne benzemektedir. Bu kültürel yapı herhangi bir toplum sözleşmesi, centilmen anlaşması, ahde vefa v.b. zemine yol açabilecek bir anlayış, zihniyet veya davranışsal eğilim üretmemektedir.
Siyasal rejimin de bir tür siyasal istikrarsızlıktan ibaret olduğu bir ortamda marazi sertlik, hoşgörü yoksunluğu, yarışmadan çok savaşmaya yönelen farklı siyasal seçkin grupları, hizipleri ve partiler arası ilişkiler içinde çalkalanan bir siyaset örüntüsü ortaya çıkmakta ve bu ortamda seçmen de siyasal istikrarı yapılarda, kurallarda, rejimde aramamakta, siyasal seçkin olarak temayüz eden kişilerde aramaktadır.
SONUÇ: SİYASAL REJİMİ İSTİKRARSIZLIK OLAN ÜLKE
Türkiye’deki siyasal sistemde, siyasal rejimin genel kabul ve istikrar görebileceği herhangi bir temel seçkin uzlaşısı mevcut değildir. Ülkenin nasıl bir “İyi Toplum İmgesi”ne göre yönetilmesinin en kabule şayan çözüm olduğunu kabul etmiş, içine sindirmiş ve benimsemiş bir siyasal seçkin uzlaşısı[2] (elite settlement) mevcut değildir. Oysa siyasal seçkinler bir dizi değer, yazılı-yazısız kural / norm üzerinde uzlaşmaksızın, ülkenin istikrarlı bir siyasal rejime sahip olabilmesi olası da, mümkün de değildir.
Onun yerine anomik bir popüler kültürün içine yerleşmiş kuralsızlık, istikrarsızlık, öngörülmezlik içinde sürekli devinim ve oynarlık (volatility) gösteren bir siyasal rejim ortamında, keyfi, bireysel siyasal yönetime doğru sürüklenen bir siyaset oyunu oynanmaktadır. Siyasal rejimin de bir tür siyasal istikrarsızlıktan ibaret olduğu bir ortamda marazi sertlik, hoşgörü yoksunluğu, yarışmadan çok savaşmaya yönelen farklı siyasal seçkin grupları, hizipleri ve partiler arası ilişkiler içinde çalkalanan bir siyaset örüntüsü ortaya çıkmaktadır. Bu ortamda seçmen de siyasal istikrarı yapılarda, kurallarda, rejimde aramamakta, siyasal seçkin olarak temayüz eden kişilerde aramaktadır. Bir kişinin uzun süre iktidarda kalmasını siyasal istikrar olarak kabul eden bu popüler zihniyet, esas büyük siyasal istikrarsızlık bağlamını tamamen inkâr ve ihmal etmektedir.
Oysa dünyadaki en pekişmiş ve gelişmiş demokrasilerde istikrar rejim ve onun içerdiği yerleşik kural, norm ve kurumlardadır; siyasetçilerin ve onların kişiliklerinin pek de önemi bulunmamaktadır. Bugün Türkiye’deki siyasal rejimin aşırı istikrarsız yapısı doğal olarak kurumsallaşmış, kural, norm ve yapılara dayanmadığı için demokrasi ve özellikle hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokratik rejimi ne üretebilecek ne de sürdürebilecek bir içeriktedir.Bu durum sürekli siyasal meşruluk sorgulaması yapılan anayasalar, farklı İyi Toplum İmgeleri savunusu yapan siyasal hareketlerin sert ve marazi mücadelelerine sahne olmaktadır. Bu ortamda bir azınlığın oyunu alarak iktidar olabilenlerin kendi İyi Toplum İmgeleri’ni topluma zorla kabul ettirme çabaları, Frey’in bahsettiği çoğunluk istibdatından çok azınlık sultası halinde uygulanmaya başlamış bulunuyor. Bu ortamda anayasa ve rejim değiştirmeyi sık sık önerenler son yüz yılda tek parti parlamentarizmi, çoğunlukçu parlamenter demokrasiyi, çoğulcu parlamenter demokrasiyi, yarı–başkanlığı ve sultanizm içerikli başkanlık rejimini -ki muhtemelen Türkiye’nin ABD demokratik başkanlık rejimi gibi bir rejimi uygulamaya ne siyasal kültürü ne de merkeziyetçi siyasal yapısı ve geleneği uygundur- denemiş olduğumuzu göz ardı etmektedir. Türkiye hemen her türlü demokratik rejimi ve bazı otoriter rejimlerle siyasal yönetimi denemiş ve hepsinde başarısız olmuştur. Oysa sultanizm istisna edilirse, diğer saydığımız uygulamalar içinde dünyada büyük başarı sağlayan çok örnek mevcuttur. Bunlardan birisinin uygulanması konusunda bir siyasal seçkin uzlaşması temin edip, birkaç kuşak boyunca bu uzlaşmada ısrar ederek Türkiye’de de pekâlâ hukukun üstünlüğü ile uyumlu demokrasi uygulamasında başarılı olunabilir. Ancak, buna engel olan patolojik bir iktidar tutkusu olan bir seçkin kültürü engelimiz varmış gibi duruyor. Bu engeli aşamazsak, sadece demokrasi olarak değil, son beş yıllık performans göz önüne alınırsa, otokrasi olarak bile istikrarlı bir siyasal yönetimi becermemiz mümkün olamayacakmış gibi görünüyor.
KAYNAKÇA
Abadan, Nermin (1966) “Turkey,” Steed, Michael ve Abadan, Nermin “Four Elections of 1965,” Government and Opposition, vol. 1, no. 3: 297 – 344.Almond, Gabriel ve Powell, Jr., G. Bingham (1978)
Comparative Politics: Systems, Process, and Policy (Boston, Torornto: Little Brown and Co.).
Easton, David (1965) A Systems Analysis of Political Life (New York: John Wiley).
Freedom House, https://freedomhouse.org/report/freedom-world ve Country and Territory Ratings and Statuses, 1973-2023
Frey, Frederick W. “Patterns of Elite Politics in Turkey” Lenczowski, George (1975) Political Elites in the Middle East (Wshington, D.c.: American Enterprise Institute for Public Policy Research) içinde: 41 – 82.
Kalaycıoğlu, Ersin (2002) “Elections and Governance” Sabri Sayari and Yilmaz Esmer (der.) Politics, Parties, and Elections in Turkey, (Boulder, London: Lynne Reinner) içinde: 55-71.
Kalaycıoğlu, Ersin (2021) Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya (Ankara: Efil Yayınları)
Kalaycıoğlu, Ersin (2023) “A hundred Years of flux: Turkish political regimes from 1921 to 2023,” Turkish Studies, vol. 24, no. 3-4: 412 – 434.
Mardin, Şerif (1966) “Opposition and Control in Turkey,” Government and Oppostion, vol. 1, no.3: 375 – 387.
Özbudun, Ergun (2000) Contemporary Turkish Politics:Challenges to Democratic Consolidation, (Colorado, Lynne Reinner).
Yalman, Osman Nur (1970 – 1971) “Notes on Polarization in Turkey” Middle East İnstitute, Twenty-Fifth Anniversary Panel Series, no. 3’ten zikreden Frey, Frederick W., a.g.e,: 66.
[1] Siyasetin özneleri ve onların arasındaki ilişkiler için ayrıntılı bir kuramsal çerçeve için Easton, David (1965) A Systems Analysis of Political Life (New York: John Wiley) ile Almond, Gabriel ve Powell, Jr., G. Bingham (1978) Comparative Politics: Systems, Process, and Policy (Boston, Toronto: Little Brown and Co.): 32- 34 bakılmalıdır.
[2] Bu konuda daha ayrıntılı bir çözümleme için bkz. Özbudun, Ergun (2000) Contemporary Turkish Politics:Challenges to Democratic Consolidation, (Colorado, Lynne Reinner): 139 - 145
Yorum Yazın