İç politika için Cumhurbaşkanı Erdoğan çok büyük bir zafer kazandı. Bu bağlamda kendisini yüksek politika yapıcı konumuna taşırken olası rakiplerini kendi liginin dışına itti. Ancak dışarıda süreç daha yeni başlıyor ve bunu da en iyi o biliyor.
Bir tarihe tanıklık ediyoruz. Arap Baharı denilen ayaklanmaların son halkası olan Suriye geçtiğimiz iki hafta içerisinde büyük bir değişim yaşadı. 2020 yılından bu yana hazırlıklarını yapan Heyet Tahrir El-Şam örgütü öncelikle dışarıda İsrail’in ve onunla hareket eden Birleşik Krallık ve Birleşik devletlerin desteği ile sonrasında da Türkiye’nin çabaları ile Suriye’deki 61 yıllık Baas rejimini yıktılar. Devirdiler diyemeyiz çünkü içeride de rejime muhalif güçler ortak hedefleri doğrultusunda büyük bir birliktelik kurmuşlardı ve Esad’a bağlı yapılar direnemediler. Bu durum bizlere birkaç şeyi tekrardan açıkladı. Birincisi 7 Ekim 2023 saldırıları sonrası değişen bölge dinamikleri ile İran’ın bölgesel gücü azalmış durumda. Dahası Hizbullah’ın etkisi günden güne azalıyor. Bununla beraber Rusya ise Trump koltuğa oturmadan bütün odağını Ukrayna’ya çevirmiş durumda. Hal böyle olunca hava kuvvetleri neredeyse yok olmuş olan rejim ordusu belirgin bir direnç gösteremeden şehirlerini teslim etmek durumunda kaldı. Devrik lider Esad an itibariyle ailesi ile Moskova’da. Bundan sonra ya düşük değerli bir pazarlık unsuru olacak ya da bir gün ülkesine geri çağırılma umuduyla yaşayacak gibi duruyor.
Yaşananlar Türkiye’de büyük bir zafer havası ile karşılandı. Devlet Bahçeli’nin Kürt meselesinde yapmış olduğu çıkış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz dönemde Suriye ile ilgili sözleri ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın oyun kurucu rollerinden birisine sahip olması iç siyasette havanın aniden değişmesine neden oldu. Kuşkusuz CHP lideri Özgür Özel’in abesle iştigal açıklaması, muhalefet partilerinin dış politika ekiplerinin süreci okuyamaması ve hem Ekrem İmamoğlu’nun hem de Mansur Yavaş’ın bu seviyede bir politika yapımına hazır olmamaları her birisine çok ciddi eksi puan olarak yansıdı. Bununla beraber eğer Türkiye hatırı sayılır oranda mültecinin Suriye’ye dönüşünü sağlayabilirse ve Suriye’nin yeniden inşasında aktif rol oynayabilirse Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden şapkadan tavşan çıkarmış olur ve rakipleri önünde büyük bir avantaj sağlar. Ancak durum iç politikadan ibaret değil. Sanıyorum bunu çok iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan bu nedenle de görece düşük tonlu açıklamalar yapıyor. Zira birçok şey daha yeni başlıyor.
İlk olarak yaşanan bu süreç zaten çok da iyi olmayan Türkiye Rusya ilişkilerine daha da zarar verecektir. Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye meselesi öncelikli konusu olmasa da Türkiye için ekonomik ve diplomatik olarak zorlayıcı bir süreç olabilir. Türkiye’nin hala ödenmeyen gaz borçları olduğunu da düşünürsek, Putin Türkiye’yi ekonomik olarak zorlayabilir. Ancak sanıyorum Türk hariciyesi bu durumu çoktan hesaba katmış ve önlemini almıştır.
Suriye’nin yeniden şekillendiği bu zamanlarda hem kırsalda hem de şehirlerde kendi etkisini ya da kendisine yakın grupların varlığını arttırması gerekir. Bununla eş güdümlü olarak da içerideki Kürt meselesinde ciddi yol kat etmesi gerekiyor. Sonuçta süreç içerisinde Abdullah Öcalan’ın da söyleyeceği sözlerin önemli olduğunu düşündüğümüz zaman Türkiye çok boyutlu bir süreç işletmek zorunda.
TÜRKİYE ÇOK BOYUTLU BİR SÜREÇ İŞLETMEK ZORUNDA
Bundan daha önemli iki konu daha var ki bu Türkiye’nin hem saha da hem de masada güçlü olmasını gerektiriyor. Suriye’nin Kuzey Doğusuna doğru oluşan Kürt yapılanmasının yeni oluşacak Suriye siyasal haritasında önemli bir yer alması Türkiye’nin hiç işine gelmez. Bu bağlamda da Türkiye’nin Suriye’nin yeniden şekillendiği bu zamanlarda hem kırsalda hem de şehirlerde kendi etkisini ya da kendisine yakın grupların varlığını arttırması gerekir. Bununla eş güdümlü olarak da içerideki Kürt meselesinde ciddi yol kat etmesi gerekiyor. Sonuçta süreç içerisinde Abdullah Öcalan’ın da söyleyeceği sözlerin önemli olduğunu düşündüğümüz zaman Türkiye çok boyutlu bir süreç işletmek zorunda. Kısacası hem operasyon kabiliyeti hem de mekik diplomasisi gerektiren bir süreç Türkiye’yi bekliyor.
Türkiye hem Rusya hem de çok boyutlu Kürt meselesi ile aynı anda ilgilenebilecek kapasitede bir ülke. Ancak sanıyorum derinlere indikçe karmaşıklaşması çok muhtemel olan şey ise Heyet Tahrir El-Şam ve onun lideri Abu Mohammad al-Jolani. Anladığımız kadarıyla bu grup ciddi bir süredir Türkiye’den çok boyutlu destek alıyordu ve bu bağlamda da Türkiye ile çıkar çatışmasına girmiyordu. Ancak yapının lider kadrosunun eski IŞİD ve de El Kaide üyelerinden olduğunu düşününce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bu yapının İslam’ı anlama ve de uygulama anlamında çatışacağını öngörmemiz mümkün. Dahası Jolani an itibariyle uluslararası bir kamu diplomasisi projesi yürüttüğünü de görüyoruz. Uluslararası medyada görünme, Heyet Tahrir El-Şam’ın ilerleyen süreçte uluslararası terör listelerinden çıkması onun daha bağımsız bir yapıya kavuşmasına ya da daha büyük aktörleri hami olarak seçmesine olanak sağlayabilir. HTŞ, Türkiye için ileri vadede tehlikeli olabilir an itibariyle Türkiye bunun ne kadar farkında çok da emin olamıyorum. Zira durum evin bahçesinde çiğ et ile Amerikan Pitbull Terrier yavrusu beslemeye benziyor.
Sonuç olarak süreç daha yeni başlıyor. İç politika için Cumhurbaşkanı Erdoğan çok büyük bir zafer kazandı. Bu bağlamda kendisini yüksek politika yapıcı konumuna taşırken olası rakiplerini kendi liginin dışına itti. Ancak dışarıda süreç daha yeni başlıyor ve bunu da en iyi o biliyor.
Yorum Yazın