Erdoğan ve Scholz, çatışmanın bölge sathına yayılmasının önlenmesi konusunda mutabık kaldılar. Keza sivil halkın korunması ve Gazze'ye insani yardımın acilen artırılması konusunda da hemfikirlerdi. Berlin seyahati sürecinde, bazı provokatif çıkışlara rağmen her iki lider de devlet adamlığını öne çıkardı ve ikili ilişkilerin zarar görmemesi için gereken ince hassasiyetleri gözetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uzun zamandır beklenen Berlin çalışma ziyareti, 17 Kasım'da gerçekleşti. Mayıs 2023 seçimlerini takiben Alman Şansölye Olaf Scholz’un resmi davetine cevap olarak takvime alınan bu seyahat, 7 Ekim saldırılarından çok önce planlanmıştı. Ancak iki ülkenin son dönemde bu fevkalade hassas konuda çok farklı pozisyon almalarına karşın, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde tamamlandı. Kapalı kapılar ardında çekişmeli bir diplomatik pazarlığın yürütüldüğü açık olmakla birlikte, dünya kamuoyuna verilen nihai mesajın Gazze konusunda ‘anlaşamamakta anlaşmak’, diğer konularda ise hassas bir dengeleme çabası olduğuna inanıyorum. Kanaatimce, iki ülke Gazze hususunda son kertede aynı fikirde olmamaya razı; ancak yine de oldukça uzun bir liste oluşturan diğer gündem maddeleri üzerine görüşmeye hazır oldukları mesajını vurguluyor. Almanya’da bu durum sıklıkla ‘Gratwanderung’, yani “zorlu bir dengeleme çabası” olarak nitelendiriliyor. Esasen iki ülkenin karşılıklı derin bağ ve bağımlılıkları, bu hassas dengelemeyi kaçınılmaz kılıyor.
Erdoğan'ın ziyaretleri, Berlin'de her açıdan yüksek riskli randevular olarak kategorize edilir. 1. derece, yani en üst düzeyde güvenlik önlemleri alınmasının ötesinde, ziyaret öncesinde ilgili siyasetçiler, uzmanlar ve medya mensupları günlerce bu konuyu enine boyuna masaya yatırır. 2018'de Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in davetlisi olarak gerçekleştirilen ziyarette, Bellevue Sarayı'nda onuruna verilen akşam yemeğinde Alman Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'de demokratik normalleşme çağrısı ve hukuk devleti eleştirileri nedeniyle ufak çapta bir gerilim yaşanmıştı.
Ekim sonunda Berlin’de yaptığım bazı görüşmelerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinin heyecanla beklenildiğini gözlemledim. Hatta farklı çevrelerce 18 Kasım akşamı Berlin Olimpiyat Stadı'nda yapılacak Almanya-Türkiye dostluk maçına liderlerin olası katılımı bekleniyordu. Ancak son günlerdeki sert açıklamaların ardından ziyaretin en kompakt formata indirgendiği ve mümkün olduğunca birebir ve heyetler arası görüşmeler şeklinde düzenlendiği anlaşılıyor.
Alman tarafının önceliği, ciddi görüş ayrılıklarına rağmen iyi bir diyalog zemininde kalmak olarak belirlendi. Bu, Berlin siyasi çevrelerince sıkça kullanılan bir ifadeyle, ‘birbiri hakkında değil, birbiriyle konuşmak’ olarak vurgulandı. Günün sonunda, Gazze meselesindeki farklılıklar saklı kalmak kaydıyla, her iki tarafın birbirinden beklentilerine odaklanılması gerektiğine işaret edildi. Alman tarafında öne çıkan konulardan biri, 2016 tarihli Türkiye-AB Mülteci Mutabakatı’nın yenilenmesi meselesi olurken; Türk tarafında ise, Almanya’nın AB’nin lokomotif devleti olarak, özellikle vize kolaylaştırılması gibi konularda Türkiye-AB ilişkilerinin ivme kazanması ve pozitif bir ajanda oluşturulması yönündeki desteğini artırma isteği öne çıktı.
Her iki liderin de bu çok hassas ve zor zamanda, doğru tonu tutturmak için kendi ölçülerinde çabaladıklarını söylemek yanlış olmaz. Son haftalarda, Scholz Erdoğan’ın İsrail’i faşist, Hamas’ı mücahit olarak nitelendirdiği sözleri kendisine sorulduğunda ‘absürt’ ifadesini kullanmış, Erdoğan ise bu minvaldeki sözlerini ziyaretten birkaç gün önce güçlü şekilde yinelemişti. Bu yüzden Almanya’da söz konusu ziyaretin son dakikada iptal edilmesi çağrısında bulunanlar dahi olmuştu.
ORTAK STRES TESTİ…
Cumhurbaşkanı Erdoğan tek günlük Berlin ziyaretinde, önce mevkidaşı Steinmeier ile görüştü. Bu görüşmede ele alınan konular arasında; Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısı sonrası Gazze ve Ortadoğu'daki genel durum, Ukrayna Savaşı ve tahıl koridoru meselesi, NATO'nun geleceği ve İsveç’in üyeliği, Türkiye-AB ilişkileri ve göç konuları yer aldı. Ayrıca ülkeler arasındaki ikili ilişkiler de gündeme alındı. Alman basınında, Erdoğan’ın diplomatik ilişkilerin 100. Yılı’nı birlikte kutlamak için Steinmeier’i 2025’te Türkiye’ye davet ettiği ifade ediliyor.Kısa seyahatin en çok ilgi gören etkinliği ise, hiç şüphesiz akşam çalışma yemeği öncesinde Alman Şansölyesi Olaf Scholz ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın basının önüne çıkmasıydı. İki taraftan sadece birer gazeteciye soru sorma şansı tanınan ve Alman standartlarında oldukça gergin geçen yarım saatlik bir basın buluşması gerçekleşti ya da bir çeşit “ortak stres testi”nden geçildi.
Her iki liderin de bu çok hassas ve zor zamanda, doğru tonu tutturmak için kendi ölçülerinde çabaladıklarını söylemek yanlış olmaz. Son haftalarda, Scholz Erdoğan’ın İsrail’i faşist; Hamas’ı mücahit olarak nitelendirdiği sözleri kendisine sorulduğunda ‘absürt’ ifadesini kullanmış, Erdoğan ise bu minvaldeki sözlerini ziyaretten birkaç gün önce güçlü şekilde yinelemişti. Bu yüzden Almanya’da söz konusu ziyaretin son dakikada iptal edilmesi çağrısında bulunanlar dahi olmuştu.
Scholz’un sakin bir tabiatı ve sözlerini tartarak konuşan bir tarzı olduğu iyi biliniyor. Ancak geçen sene Filistin lideri Mahmud Abbas’ın Berlin’de ortak basın toplantısında sarf ettiği, ‘İsrail, 50 Filistin köyünde 50 katliam, 50 Holokost işledi’ sözleri büyük tepki çekmiş ve Scholz’un hazır cevap olmayışı çok sert eleştirilmişti. Bu nedenle olsa gerek, Scholz bu seferki basın toplantısında Erdoğan’ın olası çıkışlarına karşı altta kalmamak için oldukça iyi hazırlanmış, ama buna rağmen bir o kadar da tedirgin görünüyordu. Nihayetinde, Erdoğan’ın da birkaç sert ifade haricinde alışkın olunandan daha sakin ve anlayışlı davrandığı ve ev sahiplerini zorda bırakmamaya itina ettiği bir konuşma gerçekleşti.
Tüm fikir ayrılıklarına rağmen, Berlin ve Ankara’nın Türk-Alman ilişkilerinin geliştirilmesi ve ikili işbirliğinin güçlenmesi için çalışmaya devam etme niyetleri ortada. İki ülkenin birbirine duyduğu ihtiyaç, Almanya'da yaşayan 3,5 milyon Türkiye kökenli nüfusun oluşturduğu önemli insan köprüsüyle daha da belirgin hale geliyor; ayrıca, Almanya'nın deprem afeti sürecindeki destekleri dikkat çekici. Savunma sanayi bağlamında Türkiye’nin, Alman-İspanyol-İngiliz ortak yapımı Eurofighter’ları almak için henüz onay vermeyen Almanya’yla görüşmek istediği biliniyor. Keza Almanya’nın da İsveç’in NATO üyeliğinin bir an evvel TBMM’den geçtiğini görmeyi arzu ettiği bir sır değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’nın tarihi sorumluluklarına atıfta bulunarak borçluluk psikolojisi içinde böyle davrandığını söylemesi Almanlar açısından en hassas noktalardan biri olarak değerlendirilebilir. Özellikle, telaffuz etmekten olabildiğince kaçındıkları ‘Holokost’ ifadesinin aynı cümle içinde kullanılması, elbette bir miktar rahatsızlık yaratmıştır.
KRİTİK DÖNEMEÇTEKİ ZORLU MİSAFİRLİK
Öte yandan, iki ülke arasında köklü ve krizlere dirençli ekonomik ilişkiler bulunmakta. Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından biri olup, AB ile 1995'ten beri devam eden Gümrük Birliği'nin modernizasyonu için Almanya’nın AB düzeyindeki desteği elzem kabul ediliyor. Olası revizyonun, iki ülke arasındaki ticaret hacmini iki katına çıkarması bekleniyor. Gümrük Birliği'nin yanı sıra, AB vize serbestisi konusu da gündemde olup, özellikle bazı gruplar için vize kolaylaştırılması, AB içinde Almanya'nın etkili olabileceği bir konudur. Türkiye'nin AB ile katılım ilişkileri açısından, Almanya'nın en önemli Birlik ülkesi ve bağlantı noktası olduğunu söylemek de abartılı olmaz. 14-15 Aralık AB Zirvesi’nde Türkiye ile ilgili olumlu bir yaklaşım ve bazı somut açılımların gerçekleşebilmesi için Almanya'nın desteğini kazanmak kritik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, Scholz'un AB’yle ilişkilerde Türkiye ile potansiyelin altında kalındığını ve ileriye dönük adımlar atılması yönündeki dileğini ifade etmesi umut verici.
Bu arka planda, İsrail-Filistin konularına ne kadar duygusal ve medyatik bir anlam yüklense de, iki ülke arasındaki yoğun gündemi ancak kısmen etkilediği söylenebilir. Liderlerin bu hassas konuda dahi özünde ‘anlaşamamakta anlaşma’ ve hatta bir nevi orta yol bulma çabalarına şahit olduk. Her iki lider de kendi ülkelerinin pozisyonunu açık ve net dile getirdikten sonra sivil can kayıplarını kınadılar. Türk tarafı, 7 Ekim sonrasında İsrail’in orantısız güç kullanımı ve sivillere yönelik hastane, ibadethane gibi kabul edilemez hedeflere yapılan saldırılarını sert bir dille eleştirdi. Alman tarafı ise İsrail'in varoluş ve öz savunma hakkına özel bir vurgu yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’nın tarihi sorumluluklarına atıfta bulunarak borçluluk psikolojisi içinde böyle davrandığını söylemesi Almanlar açısından en hassas noktalardan biri olarak değerlendirilebilir. Özellikle, telaffuz etmekten olabildiğince kaçındıkları Holokost ifadesinin aynı cümle içinde kullanılması, elbette bir miktar rahatsızlık yaratmıştır. Ancak Erdoğan’ın iki devletli çözümün altını çizmesi ve bölgede adil ve kalıcı bir barışın teminine ve insani bir ateşkesin sağlanmasına dair yapıcı yaklaşımı memnuniyetle karşılandı. Özellikle Steinmeier’in bir hafta sonraki İsrail gezisi bağlamında, Türkiye ve Almanya'nın barışa katkı sunacak ortak bir arabuluculuk atılımı yapması önerisi dikkat çekti.
Liderler, çatışmanın bölge sathına yayılmasının önlenmesi konusunda mutabık kaldılar. Keza sivil halkın korunması ve Gazze'ye insani yardımın acilen artırılması konusunda da hemfikirlerdi. Berlin seyahati sürecinde, bazı provokatif çıkışlara rağmen her iki lider de devlet adamlığını öne çıkardı ve ikili ilişkilerin zarar görmemesi için gereken ince hassasiyetleri gözetti. Alman basın mensupları, bu vesileyle vicdani ve insani sorular sorulmasını talep eden hafif bir Erdoğan ayarıyla ilk kez tanışırken, kritik bir dönemeçte bu zorlu misafirlik ciddi bir yol kazası olmadan, sağ salim atlatılmış oldu. Bu başarıda liderlerin yanı sıra beraberlerindeki güçlü diplomatik ekiplerinin de kilit bir rol oynadığına inanıyorum.
Yorum Yazın