Gece insin, bahçeye yeniden gelip aynı şezlonga uzanacağım.Bütün manzara simsiyah bir çarşafla örtülmüşçesine kaybolurken bana sadece Toskana’nın kokusu ve yıldızlar kalacak.
Bir zeytin ağacının griye çalan yeşil yapraklı dallarının altında oturuyorum.Kuş cıvıltıları, ha bir de birkaç geveze böcek haricinde hiçbir ses yok.
Tam karşımda bir çölden kaçıp gelmişçesine çiçek açmış bir kaktüs var.Etrafımda sonsuz zeytin ağaçları, manolyalar, morlu turunculu çiçeklerini cömertçe sergileyen ağaçlar…
Bir tepelikten Toskana vadisine bakıyorum.Pisa ile Floransa arasındaki Torre adlı bir köydeyim.Torre, “kule” demek; köye adını veren kule vadinin sağında.
Hiç bilmiyorum ama, eğer kuledeki afişi doğru anladıysam, Fransa Bisiklet Turu güzergahı üzerinde bir köy burası.Poggia Osanna caddesinde bir köy evinin bahçesindeyim.
Her yer alabildiğine yeşil.Ayağımı içinde yabani otlar, küçük sarı papatyalar, sarının ve kahverenginin her tonundaki yapraklar olan yemyeşil bir zemine basıyorum.
Şu benim yerini şaşırmış kaktüsümün arkasında yine zeytin ağaçları görüyorum, sonra birer şehadet parmağı gibi göğe uzanmaya çalışan serviler, ekilmiş tarlalar, kabakların uçlarında ölmeyi bekleyen kabak çiçekleri, ileride top top saman balyaları, sıra sıra üzüm bağları, koyu yeşil panjurlu bir ev…
Arada planöre benzeyen bir şey geçiyor üstümden, bir de kamikaze pilotu olduğu şaşkınlığında birkaç uçan böcek huzurumu şöyle bir yoklayıp kaçırmaya çalışıyor.Solumdaki ağaca bir kuş yuvası çakmışlar.
Gördüğüm her şeyi sayfalarca tasvir etsem gene yeterli olmayacak çünkü hepsinden daha önemli olan bir koku var. Bu ne çiçek kokusu, ne hayvan ne zeytin ne üzüm ne kaktüs ne manolya… Bu galiba sadece Toskana’da olan ve insanı akıl almaz ölçüde bencilliğe götürebilen bir tuhaf “doğa kokusu”.
BİR TUHAF DOĞA KOKUSU
Metruk kuş yuvası, bir haziran günü yemyeşil çıldıran doğaya meydan okurcasına hüzün veriyor insana, dökülmüş boyasıyla.Gördüğüm her şeyi sayfalarca tasvir etsem gene yeterli olmayacak çünkü hepsinden daha önemli olan bir koku var.Bu ne çiçek kokusu, ne hayvan ne zeytin ne üzüm ne kaktüs ne manolya…
Bu galiba sadece Toskana’da olan ve insanı akıl almaz ölçüde bencilliğe götürebilen bir tuhaf “doğa kokusu”.Bir zaman sonra, yani bu koku beynini ele geçirip iyice uyuşturunca “eehhh, yere batsın dünyanın derdi!” diyorsun.
Bu koku, bilumum chianti’den daha sert ve daha etkili.Bence bütün gizem de bu kokuda yatıyor.Pisa’dan Torre’ye araba sürerken her virajda insanı sersemleten yeni bir manzarayla karşılaşınca ister istemez bir mukayese yapıyor insan.
Pisa da çok güzel, işte şu bahçesinde oturduğum evin bulunduğu Torre de.
Ama ikisinin güzellikleri birbirilerinden ne kadar da farklı!Pisa’nın meşhur Mucizeler meydanı, her gören çarpılsın diye yapılmış.Amaç hasıl olmuş, yüzyıllardır her gören bu “mucize üçlemesi” karşısında çarpılıp kalıyor.
Oysa, Torre öyle değil; çok daha fiyakalı çimlerde de oturdum, kusursuz peyzajlar da gördüm, devasa zeytinliklerde de geceledim, doğa harikalarını da hayranlıkla seyrettim.
Hiçbirine benzemiyor ama bu.Harcıâlem bir güzellik, ama doğa harikası falan da değil.Şu saman balyaları, üzüm bağları, zeytin ağaçları hepsi olduğu gibi duruyor ve muhteşem olmaya yetiyor.Doğa harikası değil, insan yapımı bir sanat eseri de değil; Toskana ikisinin kusursuz bir bileşimi.
Sanırım, Toskana’nın muhteşemliğini anlatmak için en iyi terim “iddiasızlık” olabilir.Pisa’nın aksine hiçbir çabası, iddiası yok Torre’nin.
Aksine, tesadüfen katıldığı yarışmada güzellik kraliçesi seçilecek bir havası var.
Güzel olmak için herhangi bir şey yapmaya ihtiyaç duymama hali, bu delicesine özgüven Toskana’da beni en etkileyen şeydi.
Gece insin, bahçeye yeniden gelip aynı şezlonga uzanacağım.
Bütün manzara simsiyah bir çarşafla örtülmüşçesine kaybolurken bana sadece Toskana’nın kokusu ve yıldızlar kalacak.Fena bir fikir gibi durmuyor.
Yorum Yazın