Post mortem nihil est. Etiam ante mortem.
-Ölümden sonra hiçbir şey yok. Ölümden önce de.-
[LLUCRETIUS, M.Ö 95 – M.Ö. 55]
Amasya elması yedikten sonra intihara kalkışılır mı? Akla ziyan tenakuzlar gözümüzden kaçıyor hep. Elmaları annem göndermişti. Pekala, itiraf ediyorum: Beynim afyon dumanıyla kaplı, damarlarımda absent dolaşıyor… Piştovun namlusunu çenemin altına dayadım.
Hayata anlam aramak, bir sanrılar denizinde yüzmek demekti. Sünepece boyun-eğişin zilletinden de, budalaca başkaldırışın beyhudeliğinden de yılmıştım. Sılada hilkat garibesi, gurbette ucubeyim. “Fikirlerimiz uğruna ölüme atılmamalıyız, zira fikirlerimizin doğruluğundan o derece emin olmamalıyız” diyen Bertrand Russell da benim yaşımdayken intihara yeltenmişti. Hiç kimseye her konuda güvenemezsiniz.
Berjer koltukta kaykıldım. Balkonun açık kapısının berisinde uçuşan tüllerin ardında casus uydu dolunay sine saklana inişe geçmişti. Derin bir nefes aldım.
Hayata anlam aramak, bir sanrılar denizinde yüzmek demekti.
Pederimin zulmünden kaçmakla bir yere varamamıştım. Lami Alem’le yakınlığımız, iki firarinin yoldaşlığına mahsus tedirginlikle maluldü. Belki bedbahtlıktan kurtuluş yoktur da bednam [kütü nam salmış kimse] olmaktan sakınabilmektir mesele? II. Cihan Harbi’nden ötürü depresyona, Soğuk Savaş atmosferinde paranoyaya, Türkiye şartlarında şizofreniye, İngiltere mimarisinde aşağılık kompleksine mi duçar oldum? Yoksa nihilist, şüpheci, asi ve eleştirel biri miyim?
Tetik gergin ben gergin. Piştovla aramdaki felsefi hayat-memat müzakeresi sürüyor. Namlunun ucundan, babamın sesini taklit eden, yarım pabuçlu geveze Şeytan’ın fısıltısını duyuyorum: “Haydi evlat, çek tetiği. Milyonlarca insanın son sözlerini dinledim, eceli beklerken dünyaya dört elle sarılarak alçalmaktansa, intiharın itibarıyla, şahsi akıbetinin faili olmanın prestijiyle yüceliyorsun, bravo! ‘Mutlu son’ diye bir şey yok, inan bana, sonun geldiğinde nasıl mutlu olabilirsin? Her sevinç, geçiciliğini hissettirerek hüzünlendiriyor, yalan mı? Düne kadar, hayatın çekilmez olduğunu düşünüyor fakat intiharı aklından geçirmiyordun; görüyorum ki doğru davranacak denli olgunlaşmışsın! Zamanlaman da mükemmel: Bıyıklı kadınlar ve memeli adamların sokağa çıktığı saatte kendi beynini patlatıyorsun! Şiirsel ve de şairane! Bahtiyar Kont… seninle gurur duyuyorum! Ve yanındayken kendi evimdeymiş gibi hissediyorum!”
İskeletim birden demire kesmiş gibi yoruldum. Kollarım uyuşuyor, piştovu indiriyorum, soluğum ağzıma sığmıyor.
O esnada balkonda Tanpınar belirdi. Edebî uykuya dalmadan önce görülmeye değer bir hayal. Birkaç yıla, onun çevresinde benim hayaletim dolanacaktı…
“Samimi düşüncem o ki, dev kartal uçuşlarıyla gidemediğimiz yerlere azıcık sabırla, kısa da olsa sürekli çalışmayla, kanaat ve tevekkülle varabiliriz.”
Piştovu sehpaya bıraktım. Üstadın zuhur etmesiyle Şeytan’ın tüymesi bir olmuştu. “Söylediklerinizi anlamıyorum… efendim” dedim usulca. Nefesim, sesim bu serabı dağıtmasın aman.
İnsana dünyayı yalnızca pembe yalanlar toz pembe gösterir.
Yüzünde mahzun bir dalgınlığın gölgeleri dalgalanıyordu: “Muhtevasını anlayamadığınız fakat birbirine zıt olduklarını bildiğiniz hislerin kalbinizde çarpışmasıyla bitap düşürdüğünüz vakit, yanı-başınızda İblis’i buluverirsiniz aziz dostum. İnsana dünyayı yalnızca pembe yalanlar toz pembe gösterir. Hakikat hepimizi yaralıyor ve Azrail’in pençesiyle hiçliğe savuruyor. Istırap ile saadet arasında pek az fark var. Bizler muğlaklıktan manasızlığa, oradan da yokluğa ilerleyen biçare yolcularız. Şeytan haklı. Canınıza kıymanızda bir beis yok. Zira mevcudatta [varlık] ve mevcudiyette [varoluş] bulamadığımız teselliden ümidi kesip, üstüne de Tanrı’nın dedikodusunu yapmaktan vazgeçtik mi, ebediyetle ve hayatla bir işimiz kalmaz. Hem sonra… acı çekmek insanı olgunlaştırmaktan ziyade kindar, fesat, saldırgan ve aptal yapıyor.” Gülümsüyordu. “Biliyor musunuz, fanilik aslında benlik imgemizin bir parçası değil… Binaenaleyh aldanmak hayatın temel kanunudur ve bizi gerçeğe yaklaştıran tek şey boş konuşmaktır… Bu kadar laklak yeter. Müsaadenizle…”
Gökyüzü aralandı ve Ahmet Hamdi Bey usul usul yükselerek atmosferin dışına çıktı. Islak yüzümü elimin tersiyle silerken farkettim ağlamış olduğumu. Kendi kahkahamla irkildim; bir deli benim ağzımdan gülüyordu sanki… Bir lahza düşündüm: Üstat, hiç kuşkusuz, bir melekti. Ve onda şeytan tüyü vardı…
Yorum Yazın