Bir muhalefet partisinin “parti sözcüsü” partisinden istifa ederek iktidar partisine katıldı. Sayın Cumhurbaşkanı bu vekile rozet taktı. Bütün iktidar vekilleri bir zafer kazanmışçasına bu yeni vekillerini alkışladılar. Sonra ne mi oldu? Attığı provokatif tweetlerle tanınan iktidar yanlısı bir şahıs, yeni bir tweet paylaştı. Bu yeni milletvekilline “Buraya geldin artık sus denince susacak konuş denince konuşacaksın!” mealinde aşağılayıcı bir tembihatta bulundu.
Geçen hafta ilginç ve siyaset tarihimizde pek rasgelmediğimiz bir olay yaşadık. Eğlence ve alay konusu olan bu olay aslında üzerinde çokça düşünmemiz gereken, ibretlik bir olaydı. Yakından bakılınca bu olay bir sürecin parçasıydı. Bu süreç kimilerinin sandığı gibi çok yakınlarda başlamış bir süreç değildir.
Bir röportajımda anlatmıştım. 2009 idi sanırım. Milletvekili idim. Başbakanla bir randevum vardı. Eski Başbakanlık binasında görüşecektik. Binaya geldiğimde protokol kapısına doğru yöneldim. Kapıda saçı sakalı birbirine karışmış bir polis memuru ben kırmızı halıya bastığım anda on metre öteden höykürmeye başladı. “Hooop! Hooop!”
“Ne hopu?” dedim karşılık olarak. “Orası protokol” dedi. “İyi ya işte” dedim ben de protokolüm. “Kimsin sen?” dedi. “Milletvekiliyim.” dedim. Yakamda da rozetim vardı. “Milletvekillleri yan kapıdan girecek, talimat böyle” dedi. “MİT müsteşarı hangi kapıdan giriyor?” dedim ya sabır çekerek. “Protokolden” dedi. “Memursun değil mi?” dedim. Biraz alttan almaya başlamıştı. “Evet” dedi. “Söyle o zaman, protokolde MİT müsteşarı mı milletvekili mi önce gelir?” Sustu. Bilmiyordu. “Öğren o zaman, milletvekili müsteşardan önce gelir” dedim. Elimle omzundan hafifçe ittim ve protokol kapısına yöneldim. O sırada başka memurlar gelmiş, höykürene sus, müdahale etme işaretleri yapıyordu. İçeri girdim.
O sıralarda pek çok milletvekili arkadaşımız, seçilmişliğin vakarını savunurlardı. Fakat açıkça küçümseme çabalarını da görmez değildik. “Biz sizi aday göstermesek milletvekili olabilir miydiniz?” havası estirilmekteydi. Evet, bu kısmen doğruydu. Fakat ancak bir kısım milletvekili için doğruydu. Çünkü o yıllarda toplumdaki karşılıkları, daha önceki sempati yaratan faaliyet ve kişilikleri için topluma olumlu mesajlar vermiş pek çok milletvekili partiyi daha geniş halk kesimleriyle buluştursun diye aday yapılmışlardı. Yani parti o isimleri aday yaparken kendi çıkarlarını düşünerek aday yapmıştı. Milletvekilliği onlar için bir lütuf değil, parti için doğru bir hamleydi.
2017 referandumundan sonra yeni kurulan rejimde ise TBMM’nin otomatik bir onay mekanizması haline geldiğini gördük. Kararnamelerle yönetilen bir rejime geçmiştik. Milletvekilleri ve TBMM halkın gözünde bir kum torbasına dönüştürüldü.
MİLLETVEKİLLERİ BİR KUM TORBASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Sonraki yıllarda milletvekili seçimlerinde başka kriterler öne çıkmaya başladı. Bilmem kimin yakını, akrabası, sadık dostu, meşhur şarkıcı, sporcu hatta iri yarı olmak dahi milletvekili olabilmenin yollarını açtı. Elbette bu durum sadece bu şekilde milletvekili seçilenlerin saygınlığını zedelemedi. Milletvekilliğinin ve dolayısıyla TBMM’nin saygınlığına darbe vurdu. Belki de istenen buydu. “Salla başını al maaşını, salla başını al ihaleni” milletvekilleri neredeyse çoğunluk oldular.
2017 referandumundan sonra yeni kurulan rejimde ise TBMM’nin otomatik bir onay mekanizması haline geldiğini gördük. Kararnamelerle yönetilen bir rejime geçmiştik. Öyle ki mesela komisyon başkanlarının komisyon toplantılarının ortasında “birilerini” arayıp görüş sordukları sahneleri yaşadık. “Millet İradesi” vurgularıyla iktidara gelenlerin şahıs iradesinden başka bir şey düşünemedikleri bir noktaya geldik. Milletvekilleri ve TBMM halkın gözünde bir kum torbasına dönüştürüldü. Davul onlarda tokmak ise başka ellerdeydi. Bir saray danışmanının iktidar partisinin kurucusu, eski bakan ve başbakan yardımcısı bir milletvekilini kamuoyu önünde azarladığına dahi şahit olduk. O anlı şanlı eski bakan yıpranırken danışmanın başkalarını da azarlamaları devam ediyordu. Bir başka danışmanın muhalefet partisi genel başkanlarını tehditlerini hep birlikte seyrettik. İri yarı iktidar milletvekillerinin milletvekili dövdüğü sahneler gördük. Kürsüde kalp krizi geçirip yere düşen bir milletvekiline “Allah çarptı” denildiğini hayretle izledik. İmamın yellendiği ortamda cemaatin neler yapabileceği ortaya çıkmıştı. Sosyal medyada TBMM ve vekiller ağır hakaretlere uğruyorlardı. Popüler haset TBMM’ye vurulan darbelerin son tahlilde yarım yamalak demokrasiye vurulan darbeler olduğunun farkında olmadan galiz küfürler ile saldırıyordu. Seçilmiş vekiller çeşitli bahanelerle tutuklanabiliyordu artık. Dokunulmazlık sadece iktidar vekilleri için bir kürsü güvencesi sağlıyordu.
Bütün bunlara rağmen geçen hafta bunlardan da berbat bir müsamereye şahit olduk. Bir muhalefet partisinin “parti sözcüsü” partisinden istifa ederek iktidar partisine katıldı. Sayın Cumhurbaşkanı bu vekile rozet taktı. Bütün iktidar vekilleri bir zafer kazanmışçasına bu yeni vekillerini alkışladılar. Coşkulu bir “Hoş geldin” sergilediler.
Sonra ne mi oldu? Attığı provokatif tweetlerle tanınan iktidar yanlısı bir şahıs, twetter hesabından yeni bir tweet paylaştı. Bu yeni milletvekilline “Buraya geldin artık sus denince susacak konuş denince konuşacaksın!” mealinde aşağılayıcı bir tembihatta bulundu. Topluma karşı defalarca ağır tahriklerde bulunan bu şahıs türlü şikayetlere konu olsa da hakkında hiçbir yasal işlem yapılmamasıyla tanınıyor, korumalarla dolaşıyordu. Zavallı milletvekili bu aşağılamaya ancak iki kelimelik “nezih” bir tweetle karşılık verebildi. “Hoşt köpek!”. Sonra galiba ebediyen sustu.
Acaba bu provokatör ne yapmak istiyordu? Partisine yeni milletvekillerinin katılmasını mı istemiyordu? Partisi içinde bir grubun istediğini mi yapıyordu? Yoksa partisi bu yeni katılanın zaten yok olmuş saygınlığını daha fazla mı yok etmek istiyordu? Bu sonuncu ihtimalin olduğunu zannetmiyorum. Fakat bu yapılan neydi? Nereye varılmak isteniyordu? İktidar partisinde ortalık bu kadar karışık yahut boş muydu? Anlayamadık. Anlayamadık ve anlayamıyoruz. Devlet yönetiyorsunuz beyler!
Yorum Yazın