İç politikada olduğu gibi dış politikada da iktidarın söylemine, siyasi pratiklerine alternatif bir politika da, söylem de üretebilmiş değildir. İç politikada çerçevesi belirlenmiş bir alternatif siyaset konmadığı gibi, dış politikada da bu eksiklik çok daha açık biçimde kendini göstermiştir.
Son bir haftada Suriye’de başlayan gelişmeler kabul edin ya da etmeyin, özellikle uluslararası alanda iktidara, -üstelik neredeyse hiç bir adım atmadan- pek çok açıdan önemli fırsatlar sundu.
Hatta Suriyeli muhaliflerin birden harekete geçmesi Türkiye’nin yeşil ışık yakmasıyla –iktidar bunu reddetse de- mümkün olduğu algısı var. Dahası Bahçeli’nin Erdoğan’ın “bu işi içerde çözelim tavsiyesi üzerine başlattı Öcalan açılımının bu olası gelişmlerden bağımsız olmadığı da açıkça ifade edilmektedir.
Bütün bu son gelişmlerin Tükiye’nin önüne sunduğu fırsatın temel nedeni ise kuşkusuz Ortadoğu’da gerek de facto olarak ortaya çıkan durum gerekse 7 Ekim 2023 Hamas’ın terör saldırısı sonra peş peşe yaşanan değişimlerdir.
Rusya’nın Şubat 2022 sonunda Ukrayna’ya başlattığı savaş, soğuk savaş döneminden bu yana uluslararası alanda donmuş pek çok fay hattını harekete geçirdi.
Ukrayna Savaşı sonrası Rusya enerjisinin büyük kısmını buraya verdi. Dolayısıyla 2011’den bu yana yakın müttefiki olan Esad’a desteği doğal olarak azaldı.
Ki Suriye’de 2014 sonrasından itibaren uluslarası alanda kabul edilmese ve adı konmamış olsa da, bölünmüş fedaratif durum söz konusu.
Ancak 7 Ekim 2023’e kadar Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap dünyasının önde gelen ülkeleriyle iyi ilişkiler kuran ve imzalanan anlaşmalarla bölgesel barış konusunda mesafe alan İsrail, Hamas’ın saldırısı ile bölgenin kaderi değişti.
İsrail’in sadece Hamas değil Lübnan’da da Hizbullah’a karşı elde ettiği başarı sadece bu örgütlere karşı değil, bu örgütleri destekleyen İran için de bir kayıp anlamına geldi.
Nitekim İsrail, Lübnan’da Hizbullah’a karşı savaşırken zaman zaman Suriye’yi de bombalıyordu.
Bugün Suriye’de ortada çıkan tablo, rejim karşıtı gruplarının ilerlemesi sadece Esad Rejimi’nin zayıflığını değil, Rusya ve İran’ın da Esad üzerindeki etkisinin de kırılması anlamına geldi.
Şimdi tüm soru, Esat muhaliflerinin nereye kadar ilerleyeceği kadar, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt otonom yapının geleceğinin ne olacağı noktasındadır.
Bugün itibariyle, Suriye’de yıllardır var olan "de facto" federasyon halinin "de jure" hale gelme olasılığı ile birlikte muhaliflerin ilerleyişinin Esad rejiminın sona ermesi ile de sonuçlanabilir. Bu da Rusya ve İran'ın tavrına bağlı olacaklardır. Ama şu ana kadarki isteksizlikler ve belki de çaresizlikleri rejimin sona ermesi yolunu açabilir. Sonuç ne olursa olsun ABD’de YPG/PYD’nin egemen olduğu bölgede varlığını korumasını sağlamaya çalışacaktır.
Yazının başında ifade etmeye çalıştım, Suriye’deki tablo iktidara dış politikada belli bir etki alanı sağlamış görünmektedir. İktidar da, bunu siyaseten içerde kullanmaya çalışacaktır.
Burada kiritik soru şudur; Suriye ve bölgede bütün bunlar olurken anamuhalefet partisi CHP başta olmak üzere muhalefet özelde bölge, genelde de dış politika konusunda ne söylemektedirler.
Görebildiğimiz kadarıyla bu konuda doyurucu bir siyasal söylem ortaya koymadıkları açıktır. İç politikada olduğu gibi dış politikada da iktidarın söylemine, siyasi pratiklerine alternatif bir politika da, söylem de üretebilmiş değildir.
İç politikada yaşanan temel sorunlar karşısında çerçevesi belirlenmiş bir alternatif siyaset konmadığı gibi, dış politikada da bu eksiklik çok daha açık biçimde kendini göstermiştir.
Bununla birlikte başka bir gerçek de, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak güçsüz hâli uluslararası ilişkilerde “ulusal çıkardan” çok zorunlu olarak “taviz” politikalarıyla ayakta durmakta ve yabancı ülkelerle ancak bu bağlamda ilişki kurulabildiğidir.
Ne yazık ki, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin iç politikada olduğu gibi dış politikada için de benzer biçimde erken seçim talebi dillendirilmesi olasıdır. Açıkçası bu da, bir politikadan çok giderek bir ezberi ifade eder hale gelmiştir.
Bu açıdan muhalefetin mesela Ortadoğu politikası var mıdır?
Mesela Rusya ile ilişkilere nasıl bakmaktadır?
Mesela İran ile nasıl bir ilişki kuracaktır?
Mesela ABD ile nasıl bir ilişki kuracaktır?
Bu tür soruları çoğaltmak mümkündür.
Erdoğan’ı ister beğenin ister beğenmeyin ama gerek doğudaki otoriter liderlerle gerek batıdaki liderlerle gerekse dünyanın diğer farklı bölgelerindeki ülke liderleriyle kurduğu ilişkiler bağlamında takdir etmek gerekiyor.
Diğer yandan gerçek şu ki, bu “herkesle” temas hali Türkiye’nin ulusal çıkarlarından çok Erdoğan’ın kendi iktidarını koruma amaçlı olduğu da başka bir gerçektir.
Bununla birlikte başka bir gerçek de, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak güçsüz hâli uluslararası ilişkilerde “ulusal çıkardan” çok zorunlu olarak “taviz” politikalarıyla ayakta durmakta ve yabancı ülkelerle ancak bu bağlamda ilişki kurulabildiğidir.
Hatta bazı ülkeler ve liderleri için Erdoğan vazgeçilmez görülmektedir. Bunun temel nedeni Erdoğan gittiğinde muhalefetin kendileriyle nasıl bir ilişki kuracağını, bakış açılarının bilmemekten kaynaklıdır.
Bu açıdan hiç zaman kaybetmeden sadece iç politikada değil dış politikada da alternatif bir politika ve söylem ortaya koymak durumundadır
Yorum Yazın