Esad bile henüz aslına rücu edememiş, Esed olmaya devam ediyordu. Gelgelelim, Kemal Canbolat’ın gözlemleri bütün bu algıları sarsmaya yetiyor. Canbolat, bize, eşzamanlı olarak başka bir Suriye’nin var olduğunu da gösteriyor. Üstelik bunu bir Suriyeli propagandist olarak yapmıyor, otaya dışardan gelen bir Hataylı olarak gördüklerini aktarıyor. Onun gözlemlerini emsalsiz kılan ise aynı zamanda Suriye Milli Takımında oynama teklifi alacak kadar da oralı olmayı başarabilmesi.
Birkaç sene önce giriştiğim ama sonunu getiremediğim bir projem vardı.
Türkiye’deki şehirlerin zaman içindeki dönüşümünü teknik direktörler üzerinden inceleyen bir kitap yazmak istiyordum.
Teknik direktörleri seçmemin birkaç sebebi vardı; bunlardan ilki hem belediye başkanının hem valinin, ham esnafın hem garnizon komutanının hem burjuvazinin hem sıradan insanın aynı anda “hocam” diyerek hürmet ettiği tek meslek grubu onlardı, ayrıca, kariyerleri boyunca birçok farklı şehirde çalışıyorlardı ve aynı şehrin otuz sene içindeki değişimlerini o şehre dışardan bir gözle bakan farklı teknik direktörlerin gözünden görmek ilgi çekici olacaktı.
Benzer bir çalışmayı futbolcularla yapmam da mümkündü ama onlar gençti, çok para kazanıyorlardı, üstelik kariyerlerinin başında oldukları için açık konuşmayacakları kesindi.
Dolayısıyla, bir şehri oyuncuların iyice filtrelenmiş gözlerinden görmek istememiştim.
Geçen aylarda yayınlanan bir kitap ise oyuncuların gözlemlerinin çok önemli olmayacağına dair kanaatimi tamamen değiştirmeyi vaat ediyordu.
Tofaş’ın altyapısında uzun süre basketbol oynadığım, birkaç sezon Karar’da EuroLeague yazıları yazdığım ve bu spora ilgim hep devam ettiği için Kemal Canbolat’ın basketbolcu olması da sanırım kitapla aramda bir ilave yakınlık doğurdu.
Açıkçası, Kemal Canbolat’ı Türkiye liglerinden tanımıyordum ama bu muhtemelen benim eksiğim çünkü EuroLeague haricinde Türkiye ve NBA dahil hiçbir ligden tek bir maç bile izlemiyorum.
Canbolat’ın hikâyesini esas çarpıcı kılan onun 2020 senesinde Suriye’den gelen teklife evet deyip hem Al Wahda takımında hem de Suriye Milli Takımında oynamaya başlaması.
Salgınla geçen 2020 pek hoş hatırlanacak bir sene değildi ama o sene bile Suriye denince salgından daha büyük bir sorun akla geliyordu: İç savaş.
Türk basınına göre, 2020 Suriyesi ile bugünün Gazzesi arasında neredeyse hiçbir fark yoktu; her yer bombalanıyor, herkes birbirini öldürüyor, kimse sokağa adım atamıyordu.
Esad bile henüz aslına rücu edememiş, Esed olmaya devam ediyordu.
Gelgelelim, Kemal Canbolat’ın gözlemleri bütün bu algıları sarsmaya yetiyor.
Canbolat, bize, eşzamanlı olarak başka bir Suriye’nin var olduğunu da gösteriyor.
Üstelik bunu bir Suriyeli propagandist olarak yapmıyor, otaya dışardan gelen bir Hataylı olarak gördüklerini aktarıyor.
Onun gözlemlerini emsalsiz kılan ise aynı zamanda Suriye Milli Takımında oynama teklifi alacak kadar da oralı olmayı başarabilmesi.
Yerdeki göçüklerin havan topundan olup olmadığını, evlerin uçakla mı vurulduğunu yoksa roketatarla mı yıkıldığını anlayabilecek kadar oralı olan Canbolat, bütün bu süreçte Şam’da operaya gittiğini, gece hayatının devam ettiğini de kayda geçiriyor.İç savaş ve IŞİD teröründen payına düşenleri aldığı halde direnmeye çalışan Emevi Camii’ne, Palmira Antik Kenti’ne, Hazreti İsa’nın dili Aramice konuşulduğu tek yer olan Malula’ya, Halep’in meşhur Baron Oteli’ne de gidiyor.
BU SÜREÇTE ŞAM’DA GECE HAYATININ SÜRDÜĞÜNÜ KAYDA GEÇİRİYOR
Suriyelilerin sabah erken kalmaktan nefret ettiklerini, gece yarılarına kadar parklarda nargile içtiklerini, geç kalmanın neredeyse bir âdet olduğunu, alışveriş merkezi gezmeyi çok sevdiklerini, Şam’da oynadıkları maçlara 8-10 bin arası seyirci geldiğini, Milli Takım’da Hristiyan Arapların olduğunu, hatta takım arkadaşı olan Amerikalıların -Amerika’nın Suriye yaptırımlarına rağmen- taraftarlar tarafından çok sevildiğini, halkın şehre düşen roketlerle yaşamaya alıştığını, çok sayıda insanın Türkçe öğrenmesine vesile olan Türk dizilerinin reyting rekorları kırdığını, milli gelirin çok düşük olduğunu, mutfağın zenginliğini, sefaleti, turizm potansiyelini, IŞİD’in eline düşen tanıdıklarının hikâyelerini, savaş sonrası hayatta kalabilmek için Şam pavyonlarında konsomatrislik yapmak zorunda kalan genç kızların çaresizliğini, Türk basınında savaştan nemalananların maksadını, Suriye’nin devreye girmesiyle iç savaşın yönünün değişimini anlatıyor.
Yerdeki göçüklerin havan topundan olup olmadığını, evlerin uçakla mı vurulduğunu yoksa roketatarla mı yıkıldığını anlayabilecek kadar oralı olan Canbolat, bütün bu süreçte Şam’da operaya gittiğini, gece hayatının devam ettiğini de kayda geçiriyor.
İç savaş ve IŞİD teröründen payına düşenleri aldığı halde direnmeye çalışan Emevi Camii’ne, Palmira Antik Kenti’ne, Hazreti İsa’nın dili Aramice konuşulduğu tek yer olan Malula’ya, Halep’in meşhur Baron Oteli’ne de gidiyor.
Bu açıdan, Canbolat’ın kitabı, bize hiç bilmediğimiz bir Suriye’nin varlığını birinci elden gösteriyor.
Pek tabii ki Kemal Canbolat’ın da Suriye meselesine dair söyleyecek sözü vardır, olmalıdır da, ama bu kitabı hepimiz için -yukarıda söylediğim gibi- emsalsiz kılacak olan birinci elden tanıklığı ve detayları aktarmasıdır.
CANBOLAT’IN KİTABINI EMSALSİZ KILACAK OLAN TANIKLIĞI
Suriye’nin tamamı rejimin kontrolünde olmadığını biliyoruz, Canbolat yüzde 70 diyor, ama bu da tartışmalı zira pek çok yerde kontrol esasen Ruslarda ve ansızın çekilseler düzen devam edebilir mi bilmiyoruz.
Zaten Canbolat da rejimin kontrolündeki şehirlerde savaşın bittiğini söylüyor.
Bu kitapta beni eksik bulduğum tek şey, çok önemli gözlemlerin hiç detaylarına inilmeden yüzeysel geçilmiş olması ve tanıklıklardan daha çok yazarın misal Suriye ile Türkiye’nin ilişkilerinin nasıl olması gerektiğine ya da Arapların asimile edilip edilemeyeceğine dair öznel yorumları.
Pek tabii ki Kemal Canbolat’ın da Suriye meselesine dair söyleyecek sözü vardır, olmalıdır da, ama bu kitabı hepimiz için -yukarıda söylediğim gibi- emsalsiz kılacak olan birinci elden tanıklığı ve detayları aktarmasıdır.
Canbolat’ın Suriye’deki gözlemlerini ikinci bir ciltte daha detaylandırarak anlatacağını umuyorum.
Yorum Yazın