Türkiye’nin Kuzey Suriye meselesini aynı zamanda ivedilikle çözmesi gerekiyor zira uzun zamandır hazırlıklarını yaptığı ve Kalkınma Yolu’nun hayata geçmesi için gerekli olan Irak operasyonuna yoksa biraz zor başlar. Kuzey Suriye’deki sıcak çatışma Türkiye’nin İran haricindeki bütün güney sınırını etkileyebilir. Hal böyleyken Saray, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Savunmak Bakanlığı’nın işin içinden çok da kolay çıkamayacağını söyleyebiliriz. Sanki bir şeyler yeni başlıyor gibi ama biz bunun ne kadar farkındayız işte bundan çok emin olamıyorum. Bizler derslerimizde kimi iç politika meseleleri ile dış politikadaki gelişmelerin birbirine bağlı olduğunu anlatırız. Dahası dış politik gelişmelerinde küresel dünyada birbiri ile bağlantılı birçok farklı durum ve de olasılık ile alakalı olduğundan bahsederiz. Hal böyle olduğu için de dünyada olan birçok olayın ne tek bir açıklaması vardır ne de tek bir belirleyicisi. Bugüne kadar bu karmaşıklığı anlatmak için sayısız örnek kullandım ama bundan sonra sanıyorum örneklerime bir yenisini ekleyeceğim: Türkiye’nin Suriye meselesi ya da Türkiye’nin Suriye açmazı.Geçtiğimiz hafta Kayseri’de yaşanan olaylar ile alakası varmış gibi gözükse de birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan bir şekilde kuzey Suriye’nin birden karıştığına tanıklık ettik. Akabinde Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hiç de hoşuna gitmeyecek şekilde yaşananlar için Esad ile görüşebileceğini söylemesi, İlhan Uzgel’in 10 maddelik çözüm önerisi ve Dışişleri Bakanlığı’nın buna verdiği sert cevabı gördük. Çarşamba günü de Erdoğan Putin görüşmesi ile gündeme devam ettik. Elbette bunların yanında Biden ve Trump’ın tarihe geçen rezillikteki münazarası, Ukrayna’nın ateşkes için şartlı bir şekilde sarı ışık yakması, Fransa başta olmak üzere kıta Avrupa’sında aşırı sağın iktidara yürümesi ve 14 yıl aradan sonra en sağcı İşçi Partisi’nin Britanya’da güçlü bir şekilde iktidara gelmesini de bir arada yaşıyoruz. İşte bunların hepsinin Türkiye’nin bundan sonraki Suriye politikası ile alakası var. Bunların hepsinin üzerine doğrudan Farslı olmayan bir İran Cumhurbaşkanı’nın iş başına gelmesini de hesaba katınca işler iyiden iyiye karışıyor. Bütün bunlar nedeniyle de Türkiye’nin hiç kapanmayan Suriye meselesi öncesinden daha karışık ve daha zor bir şekilde bir yandan kaldığı yerden devam ediyor, bir yandan da daha yeni başlıyor.Durumun karmaşıklığına ve Türkiye’nin kendini içinde bulduğu ya da soktuğu zorluğa bir daha göz atalım. Ama doğrudan Ankara’dan değil Atlantik ötesinden bakan bir okuma ile.Yıl sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılacak seçimlerde Biden ya da Demokratların alternatif bir adayının seçimi kazanma ihtimali giderek düşüyor. İkinci bir Trump dönemi şu an için çoğumuzu korkutuyorken, hiçbirimizi şaşırtmayacak gibi duruyor. Her ne kadar bu mevcut Türkiye yönetiminin istediği bir durum gibi karşımıza çıksa da yeni ABD yönetiminin kendisini Orta Doğu bataklığına sokmayacağını iddia edebiliriz. Bu da Rusya’nın zaten fazla olan etkisinin daha da kendisini hissettireceği sonucuna bizleri getiriyor. Ancak hikâye bu kadar da değil. Türkiye yıllardır dünyadaki en büyük ortaklarından birisi Britanya oldu. Muhafazakâr Parti iktidarların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içeride neler yaptığına ve de yaşadığına bakmaksızın savunma sanayisi olmak üzere birçok konuda Türkiye’yi desteklediler.Kuşkusuz bu durum yeni İşçi Partisi iktidarında da devam edecek olsa da İşçi Partisi’nin bölgedeki Kürtler ile daha yakın ve organik bir ilişki kuracağını söyleyebiliriz. Bu elbette Türkiye’nin hiç istemediği bir durum. Dahası kendi iç meseleleri ile uğraşmaya başlayan ve Ukrayna başta olmak üzere dünyadaki ‘problemli’ bölgeler ile doğrudan uğraşmayı tercih etmeyecek bir kıta Avrupası da bölgede bir yandan Türkiye’nin elini güçlendirecek gibi dursa da esasında Rusya’ya oyun olanı açacak. Kısacası küresel dengeler Türkiye’yi Suriye meselesinde öncelikle Rusya ile masaya itiyor gibi.
Türkiye’deki Suriyeliler konusunun ötesinde Kuzey Suriye’de kurulabilecek bir Kürt yapılanması hem içeride MHP ile kurulan ittifaka zarar verir hem de Erdoğan’ın güvenlikçi politikalarına. Dahası kurumsal ve demografik olarak Türkiye’nin yıllardır yaptığı yatırımları da bir anda yok edebilir. Ancak anlaşılan o ki an itibariyle ne Esad ne de Erdoğan kırmızı çizgilerinden sapacak gibi değiller.
Yorum Yazın