Yoksulluğun tırmanışı, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçtiği ve uçuşa geçeceği iddia edilen 2018 yılına rastlıyor. 2018 yılında 2 milyon 588 bin 969 olan düzenli sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı, 2024 yılının ilk yarısında 3 milyon 786 bin 109’a çıktı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, bu yılın ilk altı ayında düzenli sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısını paylaştı. Açıklanan veriler, yoksulluk tablosunu bir kez daha gözler önüne serdi. Yoksulluğun tırmanışı, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçtiği ve uçuşa geçeceği iddia edilen 2018 yılına rastlıyor. 2018 yılında 2 milyon 588 bin 969 olan düzenli sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı, 2024 yılının ilk yarısında 3 milyon 786 bin 109’a çıktı.
Sosyal yardımların toplum üzerinde yarattığı bağımlılığı anlamak için, bu kabloya bir ayna tutmak gerekiyor. Bir zamanlar çalışkan, üretken bir millet; şimdi avucunu devlete açmış, kendi kendine yettiği o eski günlerini hasretle yad eden bir toplum haline gelmeye başladı. Bu durumun, toplumsal ahlakın ve bireysel haysiyetin nasıl erozyona uğrattığını, insanların nasıl sosyal yardım bağımlısı haline anlatmaya bile gerek yok aslında.
Sosyal yardım, başlangıçta ne kadar farklı bir niyetle yola çıksa da, zamanla bir tuzağa dönüştü. Hani derler ya, " "Bir avuç altın bir sandık doldurur" demişler işte bu yardımlar da öyle; yavaş yavaş bireyin omzuna yüklenen bir ağırlığa, sonra da bireyin kendi varlığını taşıyamaz hale getiren bir yüke dönüştü. Birey, kendi ayakları üzerinde durmanın zorluğunu, o anlık rahatlığın cazibesiyle takas ederken bu takas, yalnızca kişinin kendi iradesini değil, toplumsal yapının tüm hücrelerini sarmalayan bir çürüme sürecini başlattı.
Kendi ayakları üzerinde durma potansiyeline sahip bireyler, zamanla bu yardımların gölgesinde birer bağımlıya dönüşür ve üretme gücünü kaybeder. Bir gün gelir ki, bu yardımların kesilmesi, barajın kapaklarının aniden açılması gibidir; tüm yapıyı bir anda alt üst eder, toplum neye uğradığını şaşırır.
YARDIMLARIN GÖLGESİNDE BİRER BAĞIMLIYA DÖNÜŞMEK
Hayal edin, küçük bir akarsu, sürekli olarak üzerine taşınan ağır yüklerle dolup taşan bir baraja dönüşüyor; ama bu barajın dayanabileceği bir kapasite var ve bir noktadan sonra bu kapasite aşılmakta. Sosyal yardımlarla beslenen bir toplum da böyle; kendi ayakları üzerinde durma potansiyeline sahip bireyler, zamanla bu yardımların gölgesinde birer bağımlıya dönüşür ve üretme gücünü kaybeder. Bir gün gelir ki, bu yardımların kesilmesi, barajın kapaklarının aniden açılması gibidir; tüm yapıyı bir anda alt üst eder, toplum neye uğradığını şaşırır.
Yardımların süregelmesi, bireyin mücadele ruhunu köreltir, onu hayatta kalmak için çabalayan bir varlıktan, yaşamını başkalarının merhametine bırakan bir nesneye dönüştürür. Oysa insan onuru, kendi emeğiyle kazanmanın, kendi teriyle üretebilmenin yüceliğinde gizli. Sosyal yardımlar, eğer ölçüsüz ve sürekli bir hale gelirse, işte bu onuru yerle bir eder.
İronik ve keskin bir dille söylersek bir zamanlar ekmeğini kendi kazanıyla pişiren bu millet, şimdi devletin kazığında pişen ekmekle yetinir hale geldi. İşte bu yüzden, sosyal yardımların yarattığı bağımlılığı, yalnızca bir bireyin değil, bir milletin karakterine vurulmuş bir darbe olarak görmeli ve bu tehlikeden kaçınmak için tedbir almalı. Çünkü birey, yardımlarla değil, kendi emeği ve çabasıyla yücelir; toplum ise ancak kendi ayakları üzerinde durabilen bireylerle güçlü olur.
Sosyal yardımların yarattığı bu bağımlılık, sadece bireyin ekonomik özgürlüğünü elinden almakla kalmaz; aynı zamanda insan ruhunun o güçlü ve yaratıcı yanını da zayıflatır. Hani derler ya, "Kendi işini kendi göremeyen, el kapısında eğilir." İşte sosyal yardımlar da tam olarak bunu yapar; bireyi, kendi kaderini tayin edebilecek bir özne olmaktan çıkarır, başkasının kararlarına boyun eğen bir nesne haline getirir.
Özetle, sosyal yardımlar, yanlış ellerde birer "merhamet tuzağı"na dönüşebilir. Bu tuzak, bireyin özgürlüğünü çalarken, toplumu da kendi ayakları üzerinde duramaz hale getirir. Ve bir gün geldiğinde, o toplumun altında ezildiği ağırlığın, kendi eliyle ördüğü bu bağımlılık zinciri olduğunu anlar.
Yardım eli uzatmak, insani bir görev gibi görünse de, bu yardımların bilinçli bir şekilde siyasal bir manipülasyon aracı olarak kullanılması, toplumun hem ekonomik hem de ahlaki yapısını zayıflattığına bugünlerde bizzat tanık oluyoruz. Milyonlarca insan sırf sosyal yardım aldığı için belki de iktidar partisine oy verdi ve şu an geldiğimiz nokta ortada.
SİYASAL BİR MANİPÜLASYON ARACI OLARAK YARDIM
Diğer yandan sosyal yardımlar, başlangıçta ihtiyacı olanlara el uzatmak gibi asil bir niyetle yola çıksa da, zamanla çarpık bir siyaset anlayışının ürünü haline gelmiştir. Yardım eli uzatmak, insani bir görev gibi görünse de, bu yardımların bilinçli bir şekilde siyasal bir manipülasyon aracı olarak kullanılması, toplumun hem ekonomik hem de ahlaki yapısını zayıflattığına bugünlerde bizzat tanık oluyoruz. Milyonlarca insan sırf sosyal yardım aldığı için belki de iktidar partisine oy verdi ve şu an geldiğimiz nokta ortada. Kimse değil, bizzat bu halk bugünlerin tam tamına sorumlusudur.
AKP iktidarından önce toplum hiçbir zaman bu kadar yardıma bağlı olmamıştı. İktidar, yardımları bir lütuf gibi sunarak, toplumu kendine bağımlı kılmanın ve seçmen kitlesini kontrol altında tutmanın bir yolu olarak kullandı. Böylece, sosyal yardımlar bir yandan toplumsal bağımlılığı artırırken, diğer yandan da iktidarın gücünü pekiştiren bir araç haline geldi. Yardımların kesilmesi tehdidiyle, bireyler sandık başında iktidarın arzusuna göre oy kullanmaya manen zorlandı; çünkü varlıklarını sürdürmek için bu yardımlara muhtaç hale gelmişlerdi.
Bu durum, “kurtuluş” olarak sunulan sosyal yardımların aslında bir tür modern kölelik zinciri olduğunun bir göstergesinden başka bir şey değil. İktidar, bir yandan toplumu bağımlı kılarken, diğer yandan da bu bağımlılığı kendi siyasal iktidarını sürdürebilmenin bir yolu olarak kullandı. Sosyal yardımların çarpık bir siyaset anlayışını beslediği, toplumun özgür iradesini törpülediği ve demokrasiye büyük bir darbe vurduğu gerçeği gün gibi ortada.
Toplumun sadece belirli bir kesimine yönelik yapılan sosyal yardımlar, aslında bir toplumsal adaletsizliğin en ince kılıfla örtülmesinden başka bir şey değil. Yardımlar, ihtiyaç sahiplerine el uzatmak gibi görünse de, aslında bir yandan toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren, diğer yandan ise siyasal bir ödül sistemine dönüşen bu uygulamalar, toplumun ahlaki dokusunu zayıflatır. Mideleri doyururken gönülleri aç bıraktık aslında. İşte bakın her gün bir cinayet her gün bir gasp her gün bir intihar haberine uyanıyoruz.
Yaşadığımız kutuplaşma hali sadece sosyal medyanın ya da iktidarın başındakilerin köpürttüğü sert söylemlerle ilgili değil. Toplumun bir kesimi müreffeh yaşarken diğer kesiminin büyük bir hayat mücadelesi vermesinin de buna büyük katkısı oldu.
KUTUPLAŞMA SADECE KÖPÜRTÜLEN SERT SÖYLEMLERLE İLGİLİ DEĞİL
Bir kesime yapılan yardımlar, diğer kesimleri dışlamakta ve bu da toplumun genel refahını zedelediğinden sanki bir pazar yerinde, belirli tezgahlar açılmış da sadece seçilmiş birkaç müşteri oradan alışveriş yapabiliyormuş gibi bir tablo ortaya çıktı. Geri kalanlar ise, o pazarın etrafında dolaşıp kendilerine sunulmayan bu nimetlere bakakaldılar. Bu, toplumun geniş kesimlerinin, kendilerini dışlanmış hissetmesine ve zamanla sosyal yardımların "kayırılan bir kesimin" hakkı gibi algılanmasına yol açtı. Bu sadece sosyal yardımlar açısından değil, istihdam olanakları ve ballı makamların kapısının sadece belirli kesimlere açık olmasıyla da yakından ilgili.
Belirli makam ve kadroların belli bir gruba yönlendirilmesi, toplumun diğer kesimlerinde öfke ve huzursuzluk hissi yarattı. Yaşadığımız kutuplaşma hali sadece sosyal medyanın ya da iktidarın başındakilerin köpürttüğü sert söylemlerle ilgili değil. Aynı zamanda toplumun bir kesimi müreffeh yaşarken diğer kesiminin büyük bir hayat mücadelesi vermesinin de buna büyük katkısı oldu.
Bu yardımların etkisiyle, toplumun içinde bir tür "biz ve onlar" ayrımı doğdu. "Biz," yardımı alan ve siyasi kıyaklardan yararlananlar dolayısıyla sisteme biat edenler; "onlar" ise, yardımdan mahrum bırakılan ve bu sisteme karşı duranlar. Bu ayrım, yalnızca toplumsal uyumu değil, uzun vadede demokrasinin temellerini de sarsarken, yaşadığımız hukuksuzluğu ve otoriter yönetimi besledi.
Yorum Yazın