Yabancı öğrenci çekmekte önde gelen Amerika, İngiltere gibi ülkelerin sadece iyi lisans programları değil, kişiye araştırma-geliştirme becerileri kazandıracak güçlü yüksek lisans ve doktora programlarına sahip oldukları unutulmamalıdır. Biz de yabancı öğrenci mevcudiyetini sürdürmek ve güçlendirmek istiyorsak, bu tür kurumların artmasını, daha çok gelişmelerini sağlamak mecburiyetindeyiz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı açıklamaya göre Türkiye ülke dışından öğrenci cezbetmekte dünyadaki ilk on ülke arasındaymış. Konu açıklamaya layık bulunduğuna göre, bunun iyi, hatta övünülecek bir olgu olduğu anlaşılıyor. İşin ilginç tarafı, tam bu açıklama yapılırken, İtalyan hükümetinin Türk öğrencilerin vize başvurularını artık kabul etmediği haberi de yayınlandı. Sonradan öğrenildiğine göre, öğrenciler için vize başvuruları belirli tarihler arasında kabul ediliyormuş, bu senelerdir yürürlükte olan bir uygulamaymış. Tabii, olayın bizim açımızdan ilginç tarafı, birçok yabancı öğrenci Türkiye’ye teveccüh ederken, imkanı olan Türk vatandaşlarının da yüksek öğrenimlerini yurt dışında gerçekleştirmek için gayret göstermesidir. Dolayısıyla, Türkiye’ye yabancı öğrenci akınını peşinen olumlu bir gelişme olarak görmek yerine çok yönlü bir değerlendirmeye tabi tutmamız gerektiği anlaşılıyor.
Türkiye her zaman yurt dışından öğrenci kabul etmiştir. Türkiye’deki yüksek öğretim kurumlarının sayısının az olduğu dönemlerde ülkemizin yurt dışında kabul ettiği öğrenci sayısı da azdı. Bu öğrenciler genelde Türk öğrencilerle birlikte yurtlarda kalır, iyi Türkçe öğrenir, mezun olunca ülkelerine dönerlerdi. Pekiyi neden Türkiye’ye gelirlerdi? Bir kere Türkiye’de okumak çok ucuzdu. Sadece devlet üniversitelerinin olduğu ve önemsiz denilebilecek okul harçlarının alındığı bir dönemde, yabancı öğrenciler Batı ülkelerindeki okuma maliyetlerinin çok altında bir bedelle ülkemizde yüksek öğrenimlerini tamamlayabiliyorlardı. Bazıları Türkiye’yi iyi öğrenim görecekleri bir ülke olarak algılıyorlardı. Nüfusu aynı dinden olduğu için gelenler dahi vardı. Bu öğrencilere özel bir muamele yapılmazdı. Nispeten iyi bir tahsil yaparak ülkelerine dönünce de kolayca iş bulabiliyorlardı.
Günümüzde Türkiye’de üniversite sistemi çok genişleyince, bir kısım vakıf üniversitesi bütçelerini denkleştirmek için iç piyasadaki talebin yetmediğini görünce, çözümü yabancı öğrenci celp etmekte buldular. Vakıf üniversitelerine giden yabancı öğrencilerden okul harçları genellikle dolar bazında alındığından hem daha yüksek gelir elde ediliyor hem de kontenjanlar dolduruluyordu. Ancak, bu öğrenciler genellikle kendi ülkelerinde akademik başarılarıyla dikkati çeken öğrenciler değildi. Türk üniversitelerine de giderek daha kolaylaştırılmış bir giriş sisteminden yararlanarak giriyorlardı. Üniversiteler ise okul harcını ödemekte kusur etmeyen öğrencileri kaybetmek istemiyorlardı. Bizzat doğrulatma olanağım bulunmayan bazı rivayetlere göre, okul sahipleri bu öğrencilere anlayışlı davranılması için hocalara telkinde dahi bulunuyorlarmış. Öyle ya, bu gençler nasıl olsa Türkiye piyasasında iş aramayacaklar, dertleri ise bir üniversite diploması sahibi olmak. O zaman, bu çocuklara daha anlayışlı davranmamak için hiçbir sebep bulunmuyor.
Yabancı öğrencilerin bazı üniversiteler için maddi katkıları açısından önem arz ettiği anlaşılıyor. Fakat gerek tüm öğrencilerin gerek tüm yüksek öğretim kurumlarının aynı nitelikte olduklarını ve aynı maksadı güttüklerini söylemek haksızlık olur. Ayrıca çoğu devlet üniversitesinin de yabancı öğrenci aldığı, bu kurumların yabancı öğrencinin kurum gelirlerine katkısı saikiyle hareket etmediğini belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla, yabancı öğrenci kabul etmenin olumlu yönlerini vurgulamak daha yerinde olacaktır diyebilirsiniz.
O zaman, Türkiye’ye gelen yabancı öğrencinin zayıf nitelikli olduğunu ve bazı üniversiteler için önemli bir gelir kaynağı olduğunu bir yana bırakalım ve yabancı öğrencinin ülkemiz ve insanımız için sağladığı fayda üzerinde duralım. İlkin, Türk öğrencinin yabancı öğrenci ile tanışarak başka ülkeler hakkında bilgi sahibi olduğunu, dünyadan daha fazla haberdar olduğunu, farklı kültürlerden gelen insanlarla tanışarak ufkunun genişlediğini, hoşgörüsünün arttığını söyleyebiliriz. Tabii, böyle bir faydanın oluşması için yabancı öğrencinin Türk öğrencilerle bol vakit geçirmesi ve kaynaşması gerekir. O zaman böyle bir kaynaşma oluyor mu diye sormamız gerekiyor. Sorunun ancak araştırma yapılarak cevaplanması mümkün ama izlenimler aktarılabilir. Şahsen gözleyebildiğim kadarıyla, özellikle İngilizce öğretim yapan kurumlarda aynı ülkeden gelen öğrenciler, hele sayıları da yüksekse, kendi aralarında kalmakta, yeterli Türkçe öğrenmemekte, Türk öğrencilerle de fazla vakit geçirmemektedirler. Bu durumda beklenen fayda da sağlanmayacaktır diyebiliriz. Sanıyorum, bu gözlem öğretimin Türkçe yapıldığı kurumlarda dahi geçerlidir. Uzak geçmişten bir örnek de vereyim. Öğretimin Türkçe olduğu İstanbul’daki bir askeri okulda dost bir ülkeden gelen 100 kadar öğrencinin, Türk öğrencilerle dostluk kurmayıp, kendi aralarında vakit geçirdiğini, böylece kendilerine aşılanmak istenen disiplin anlayışını benimsemeyip, kendi kültürlerindeki disipline elverişsiz yaklaşımı dahi sürdürdüklerini biliyorum. Sözünü ettiğim olay takriben kırk beş yıl önce gerçekleşmişti, yani sorun yeni ortaya çıkmış filan da değil.
Bir kısım yabancı öğrencinin pek de iyi olmayan anıları olduğunu tahmin ediyorum. Bu bağlamda, yabancı öğrenci kabul etmekle övünen birçok üniversitenin tek işi yabancı öğrencilerin dertleriyle ilgilenmek olan bir “uluslararası öğrenciler bürosuna” dahi sahip olmadığını da söyleyebilirim. Yabancı öğrenciler kendi başının çaresine bakmak durumundadırlar.
YABANCI ÖĞRENCİLER KENDİ BAŞININ ÇARESİNE BAKMAK DURUMUNDA
İkinci faydaya geçelim. Bu öğrenciler ülkemizde gördükleri eğitim aracılığı ile Türk dostu olarak yetişecekler, böylece ülkemiz bu öğrencilerin geldiği ülkede uzun vadeli dostlar kazanacaktır denilebilir. Kişinin kendi ülkesi dışında yaşadığı, uzun süreler vakit geçirdiği başla bir ülkeye karşı iyi duygular beslemesi mümkündür ama her zaman hasıl olan bir sonuç değildir. Bir kere, kişinin Türkiye’ye dönük olumlu duygular taşıması için ülkemizde yaşadığı tecrübeye olumlu bakması, burada iyi anılar yaşaması ve ülkesine döndüğü zaman ülkemize duyduğu yakınlığı eylemlerine yansıtması gerekmektedir. Bir kısım yabancı öğrencinin pek de iyi olmayan anıları olduğunu tahmin ediyorum. Bu bağlamda, yabancı öğrenci kabul etmekle övünen birçok üniversitenin tek işi yabancı öğrencilerin dertleriyle ilgilenmek olan bir “uluslararası öğrenciler bürosuna” dahi sahip olmadığını da söyleyebilirim. Yabancı öğrenciler kendi başının çaresine bakmak durumundadırlar. Halbuki bu öğrencilerle ilgilenmek, hatta onların arada sırada kısa süreleri Türk ailelerinin yanında geçirmelerini dahi sağlamak gerekmektedir.
Fakat daha da önemli bir husus var. Bir yabancı öğrenci, ülkemizden olumlu duygularla ayrılsa bile, gelecekte ülkemize dostluk bağlarıyla bağlı kalacak mıdır? Soruya kesinlikle öyle olacaktır diye cevap veremeyiz. Kişi ülkesine dönünce, kendi ülkesinin değerlerinden, bakış açılarından etkilenecektir. Türkiye’de geçirilen süre, edinilen kanaatler zamanla davranışa etkisi çok sınırlı olan anılar olarak kalacaktır. Belki böyle bir kimse Türkiye’nin davranış saiklerini daha iyi anlayabilir ya da değerlendirebilir. Ayrıca, eski bir öğrenci dünyaya kendi ülkesinin çıkarları açısından bakınca, Türkiye’deki öğreniminin fazla etkili olacağını sanmıyorum. Benim her zaman hatırladığım bir örnek var. Çin komünizminin babası olarak tanıdığımız, Fransa’nın Uzak Doğu’dan çekilmesi için canla başla mücadele eden kişi, Paris’te öğrencilik yağmış olan Mao Tse Tung’dan başkası değildir.
Üçüncü faydaya bakalım. Türkiye’de okuyan öğrenciler, ülkelerinde iş gören Türk firmaları ile çalışacaklar, Türk firmalarının kendi ülkelerinde iş görmesini kolaylaştıracaklar, hatta onlara öncülük yapacaklardır. Bazı öğrenciler, daha Türkiye’de iken kendi ülkeleriyle ülkemiz arasında iktisadi bağlar kurabilirler, kuruyorlar. Bu doğrudur, örneklerini her zaman bulmak da mümkündür, faydası inkar edilemez. Tek sorunlu olasılık, Türk firmalarıyla rekabet edecek diğer ülke firmalarının da bu kişilerin bilgilerinden yararlanmak isteyeceğidir ama bunun çok önemli olduğunu sanmadığımı da ifade edeyim.
Üzerinde daha fazla durmamız gereken husus, bir kısım yabancı öğrenci Türkiye’ye gelirken, Türk öğrencilerin giderek artan biçimde yurt dışında okumayı arzulamaları ve mümkün olduğu ölçüde de yurt dışı öğretime yönelmeleridir. Bunun nedenleri arasında şüphesiz yurt dışında okumanın yurt dışında yerleşmenin de kapısını açabileceği inancı bulunuyor. Bu kendi başına üzerinde düşünülmesi gereken bir konu çünkü gençlerimizin geleceklerini ülkemizde görmediklerine, yani ülkemizin gençlerimize parlak bir gelecek vaat etmediğine işaret ediyor. Ancak bunun yanında gençlerimizin ülkemizdeki yüksek öğretimin kalitesine pek güvenmediğini de biliyoruz. Yöneticinin değiştiği bazı kurumlarda öğrencilerin yurt dışına gitmesi, sanıyorum bu gözlemimizi doğruluyor.
Biz hem gençlerimizin yurt dışına göçünü azaltacak hem de kaliteli yabancı öğrencileri ülkemize çekecek bir yol bulmamız lazım. Bu yolun üniversitelerimizin niteliğini iyileştirmekten geçtiği aşikar. Yoksa zaman içinde vasat (belki de vasat altı) öğrenim gören öğrencilere daha da ucuz ve iyi hizmet veren kurumları başka ülkeler de kurar, öğrenciler de oraya giderler. Yabancı öğrenci çekmekte önde gelen Amerika, İngiltere gibi ülkelerin sadece iyi lisans programları değil, kişiye araştırma-geliştirme becerileri kazandıracak güçlü yüksek lisans ve doktora programlarına sahip oldukları unutulmamalıdır. Biz de yabancı öğrenci mevcudiyetini sürdürmek ve güçlendirmek istiyorsak, bu tür kurumların artmasını, daha çok gelişmelerini sağlamak mecburiyetindeyiz.
Sözünü ettiğimiz nitelikteki kurumları nasıl kuracağız, mevcut kurumları nasıl geliştireceğiz? Bu sorunun tartışılması ayrı bir inceleme konusu olur. Ama iki şeyin şimdiden yapılması zorunludur. Bir: üniversitelerin dindar ve kindar gençlik yetiştirmek gibi tuhaf misyonlardan arındırılarak her yönden özgür olan, her türlü fikrin çekinmeden tartışıldığı bir ortama dönüşmesi gerekir. İki: üniversitelerin bu niteliğe kavuşmaları için mevcut rektör atama sisteminden bir an önce vazgeçilmesi, üniversitelerin siyasetten özgürleştirilmesi lazımdır. Ancak bu sadece bir başlangıç olacaktır. Daha yapılacak çok işimiz var.
Yorum Yazın