Ne yazık ki Türkiye’de siyasi elitler her şeyi bildiklerini düşündükleri için akademik bilgi ve akademisyenlerin çabası da gereksiz görüyor olmalılar. Belki de sorun tam da buradadır. Türkiye’nin geleceği için bu “bilmiyorum” sözüne özellikle bugünlerde çok ihtiyacımız var.
Yoğun gündem nedeniyle yazamadığım toplantıyı bugün yazacağım; bu yıl 6.’sı düzenlenen Sagalasos Çalıştayı’nı.
Sitemize yorumları ile katkı sunan ve her zamana kendisinden çok şey öğrendiğim İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı öncülüğünde gerçekleşen ve geleneksel hale gelen Sagalasos Çalıştayı’nda bu yıl da çok önemli sunumlar ve tartışmalar oldu.
Dar bir akademisyen ve gazeteci grubunun davet edildiği bu yılki toplantıda sırayla Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, “Otoriterleşme ve seçmen davranışı”, Prof. Dr. Seda Demirlap “Siyasetle kaygılı bağlanma”, Prof. Dr. Tanju Tosun “Kayyum uygulamalarını farklı ülkeler ve Türkiye örneğinde karşılaştırmalı inceleme ve siyasete etkileri”, Prof. Dr. Emre Erdoğan “Yeni bir ülke mümkün mü?”, Prof. Dr. Seyfettin Gürsel “Yoksullukla mücadelede hedef kitleyi belirlemenin güçlükleri” ve Ümit Özlale “Akademisyen bir siyasetçinin saha tecrübeleri: 2022-2024” başlıklarında sunum yaptılar.
Her sunumdan sonra katılımcıların katkı ve sorularıyla zengin bir tartışma ortamı oldu.
Çalıştayda yapılan her sunum, Türkiye’nin yaşadığı sorunlarla doğrudan bağlantısı kadar, önerilen alternatif söylem, politika ve sorunlara çözüm önerileri ile de anlamlıydı.
Gerek sunumları dinlerken gerek tartışmalarda gerekse aldığım notlara baktığımda aklıma gelen ilk şey, “siyasetle akademi, akademisyenler arasında nasıl bir ilişki olduğu, dahası ilişki olup olmadığı” oldu.
Bana bunu düşüren ise yapılan sunumların bilgilendirici içeriği oldu.
Ve üstteki soruya verdiğim cevap ne yazık ki, “olumsuz” oldu.
Gerçekten öyle mi?
Gerçekten siyaset, akademide üretilen bilimsel bilgiye değer vermiyor muydu yoksa sorun akademik bilginin siyasi araca yana politik söylem, politika önerisine dönüştürmesi sırasında mı bir sorun yaşınıyordu?
Diğer yandan bu sorularla birlikte Türkiye’de akademinin içinde düşürülmek istendiği vasatlığı da kabul etmek durumundayız. Açılan her üniversite ile üniversiteler yüksek liseye dönüşümesini, KHK’larla okuldan ihraç edilen akademisyenlerle üniversitelin vasatlaşmasını, Boğaziçi Üniversitesi’nde nepotizmin liyakatin yerini almasını ve buna itiraz eden hocalarımızın direnişini canlı izliyoruz.
Bu gerçeklere rağmen akademide nitelikli bilginin üretildiği de kabul etmeliyiz.
Mesela çalıştayda Seda Demirlap’in seçmenlerin siyasetle kurdukları bağlanma ve apati durumunun analizi, Emre Erdoğan’ın “Yeni bir ülke mümkün mü?” sorusuna 1950’den bugüne seçim sonuçları üzerinden yaptığı sosyolojik değişimin analizi, aynı şekilde Seyfettin Gürsel’in henüz tamamlanmış olsa da derin yoksulluğu tanımlamaya ilişkin bilimsel verilerle yaptığı tespitlerini, siyasi liderlerin, ilgili siyasi elitlerin sadece bilmesi değil, dinlemelerinde de yarar olan sunumlar.
Yine Tanju Tosun’un kayyum uygulamalarını farklı ülkeler ve Türkiye örneğinde karşılaştırmalı incelemesi de özellikle yol açtığı siyasi tercihler açısından partilerin bilgilenmesi gereken veriler içermektedir.
Dahası bu sunumların her biri, kendi alanlarında siyasi söylem, politika üretmek için de birer zemin oluşturmaları açısından da önemlidir.
Sanırım sorun, akademik bilgilerin, bu çalışmaların siyasetle yeterince buluşamamış olması ya da buluştuğunda bu bilgilerin siyasi araca başarılı biçimde dönüştürülememesidir. Ben bunun sorumlusunun, akademisyenler değil daha çok siyasiler olduğunu düşünüyorum.
SANIRIM SİYASETÇİLER HER ŞEYİ BİLİYOR
Çevremizde olan siyasi elitleri düşündüğümde, bu çalışmaların yapıldığını bildiklerini sanıyorum.
Sanırım sorun, bu bilgilerin, bu çalışmaların siyasetle yeterince buluşamamış olması ya da buluştuğunda bu bilgilerin siyasi araca başarılı biçimde dönüştürülememesidir. Ben bunun sorumlusunun, akademisyenler değil daha çok siyasiler olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar her şeyi biliyorlar, her soruna çözümleri de var. Daha fazla bilgiye ihtiyaç duymuyorlar.
Her birimiz birer vatandaş olarak ülkenin içinde bulundu sorunları sadece bilmiyoruz, onları yaşıyoruz da. İktidarın ülkeyi yönetemediğini de. Peki bu gerçeğe rağmen CHP başta olmak üzere muhalefetin, bu sorunlara toplumu ikna edecek cevapları veremediğini de biliyoruz. Eğer verebilmiş olsaydı, bunu siyasi elitlerin söylemlerinde de, kamuoyu araştırmalarında da görebiliyor olurduk.
Diğer yandan şunu da biliyoruz; siyasetin içinde farklı partilerde pek çok siyasete girmiş olan nitelikli akademisyen var. Ama aynı şekilde bu isimlerin partilerinin politikalarında etkili olmadıklarını ya da yeterince etkili olamadıklarını söyleyebiliriz.
Peki neden?
Bilgi eğer “güç” ise akademisyen siyasetin içinde neden etkili olamıyorlar?
Bunda siyasetin, herkes gibi akademisyenleri de dönüştürmesinin etkisi olduğu açıktır. Bunun çift taraflı bir ilişki olduğunu düşündüğümüzde akademisyenlerin de, siyasetin dönüştürücü gücüne kendilerini kaptırmasının da payı olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bu nedenle siyasetin, akademisyenler ve akademik bilgi ile yeni bir ilişki kurması gerekiyor.
Bu ilişkinin başarılı olmasının yolu da ancak, aralarında eş düzeyli ve karşılıklı öğrenmeye imkan sunacak ortamının oluşturulmasıyla mümkündür. Burada da, kuşkusuz en büyük sorumluluk siyasi elitlere düşmektedir.
Ne yazık ki Türkiye’de siyasi elitler her şeyi bildiklerini düşündükleri için akademik bilgi ve akademisyenlerin çabası da gereksiz görüyor olmalılar.
Belki de sorun tam da buradadır. O yüzden siyasilerin bir adım geriye çekileren “bilmiyorum” diyebilme cesareti, göstermeleri iyi bir başlangıç noktası olabilir. Türkiye’nin geleceği için bu “bilmiyorum” sözüne özellikle bugünlerde çok ihtiyacımız var.
Son olarak nazik daveti için Prof. Dr. Öner Günçavdı’ya ve her türlü konuda yardımımıza koşan Doç. Dr. Ayşe Aylin Bayar’a teşekkür ediyorum.
Yorum Yazın