Cumhur İttifakı birçok konuda olduğu gibi kendi sınırlarına dayanmıştır. Beka ve güvenlik eksenli politikaları bir biçimde sürdürdüğü sürece, “Barış ve Demokratik Toplum Çağırısı”nın toplumsal pozitif anlamda değerlendirilmesi mümkün olamayacağa benziyor. Bu açıdan Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki dönemde konunun muhatabı olmaktan tümden çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Buna paralel iktidara talip olanlar çözüm için kolları sıvarlar. Genellikle bütün dünyada böyle olmaktadır.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’de “PKK’nin silahları bırakma ve kendini feshetme kararı alması” çağrısı, ülke gündemindeki yerini doğal olarak 19 Mart 2025’de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve arkadaşlarına karşı yapılan operasyona bıraktı.
Bu haftadan itibaren ülke gündeminin ön sıralarında yerini alması bekleniyor. Bu nedenle önümüzdeki günlerde Cumhurbaşkanının DEM Partisi Heyeti ile görüşmesinin önem arz ettiği çok açık.
Önümüzdeki bir iki hafta içinde PKK kongresinin toplanıp toplanmayacağı veya ne zaman toplanacağı kesinleşmese bile biraz daha netleşebilecek.
Bu aynı zamanda bir zorunluluk olsa gerek. Sürecin çeşitli hassasiyetleri ve özellikleri nedeniyle çok fazla geciktirilemez. Geciktirilmesi yeni sorun alanları oluşturulmasına yol açabilecek bir konu.
Bayram tatili sırasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin hasta yatağında partisinin Türk Gün Gazetesi’nde üç gün boyunca kaleme aldığı yazılarını bunun emaresi olarak görmek mümkün.
Bahçeli’nin yazılarının, 27 Şubat sonrası oluşan belirsizliği gidermeye yönelik ve 1 Ekim 2024 sonrası sürecin niteliğini daha da netleştirmek amaçlı olduğu çok açık.
Aynı zamanda bu yazılarda, iktidar partisiyle arasındaki hedef, yöntem gibi çeşitli konularda farklılıkların sürdüğü, hatta aralarındaki açının daha da genişlemekte olduğunun emareleri de var.
19 Mart İmamoğlu operasyonu sonrası “PKK’nin silahları bırakma ve kendini feshetme kararı almasının” her geçen gün daha da zora girmekte olduğu bir gerçek.
Birincisi, iktidarın PKK’nin silahları bırakma ve kendini feshetme kararı alması için zorunlu hiçbir gerekliliği yerine getirmemek için direnmesidir.
Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Kurulu Üyesi İlnur Çevik bunu hafta sonu katıldığı KRT TV’de katıldığı bir programda “Silah bırakma nasıl olacak, Cemil Bayık, Murat Karayılan, binlerce insan ne olacak belli değil, kimse bilmiyor, bir hazırlık yok. Bu koşullarda kongre toplamazlar, toplasalar da ne işe yarar bilemem. Devletin Kürt meselesine bakışını değiştirmesi gerek” diye ifade etti.
Kaldı ki, Cumhurbaşkanı bu süreçte birkaç kez “biz gereğini yaptık, çağrıyı yaptırdık, artık yapacağımız bir şey yok. Terör örgütünün kendisini feshetmesi gerek. Yoksa biz gereğini bu güne kadar olduğu gibi yine yaparız” mealinde cümlelerle aynı durumu kamuoyuna açıkladı.
Bu durum, kamuoyunda çağrı sonrası beklentilere karşılık düşen bir durum değil. Aksine kamuoyundaki temkinli iyimserliğin yerini iktidar aleyhine tersinden bir toplumsal atmosferin almakta olduğu söylemek mümkündür.
Sandığın ufukta görüldüğü koşullarda “PKK’nin silahları bırakma ve kendini feshetme kararı alması” çağrısı gibi birçok yönden el yakacak kallavi bir sorunda, çözüm buzdolabına kaldırılabilir. Her türlü soruna oy hesabıyla yaklaşan, hak, hukuk ve adaletle en küçük bağı kalmamışlardan da başka bir şey beklenemez.
19 Mart sonrası yaşanan tutuklamalar, öğrencilere, sanatçılara varana kadar gözaltılar, yasaklar bu atmosferi daha da kuvvetlendirmekte. PKK’nin ise Abdullah Öcalan’ın kongreyi yönetmesi ve kendilerine verilen sözlerin Öcalan’ın çağrısı sonrası hala yapılmadığını ileri sürmesi, bu durumu daha da kuvvetlendiriyor.
Bu uluslararası ve bölgesel gelişmeler dikkate alındığında iktidar için çıkmaz bir yoldu. Hâlbuki Cumhur İttifakı 1 Ekim 2024’de süreci başlatırken uluslararası ve bölgesel gelişmeleri dikkate alarak iç tahkimatı güçlendirmeyi amaçlamış ve 10 yıldır uyguladığı beka ve güvenlik siyasetini yeni konseptte sürdürecek yeni bir yönelime girdi. Buna Öcalan da rıza göstererek 27 Şubat çağrısında “devletle ve toplumla bütünleşmekten” söz etti.
19 Mart operasyonu sonrası yeni bir toplumsal atmosfer artık bu yeni konseptin uygulanması için hiç elverişli değil. Türkiye’nin toplumsal gündeminin seçimler olduğu bir döneme girildi.
CHP’nin bu konudaki son haftalarda geliştirdiği stratejik ve çeşitli taktiksel mücadelesi toplumun çok geniş kesimlerinde hiç beklenmedik bir karşılık bulmaya başladı.
İktidarın son on yıldır seçmen iradesini siyasal kararlarla değiştirme siyaseti, 19 Mart’ta İmamoğlu duvarına tosladı.
İktidarın yargıyı yargı kurumu olmaktan çıkarması, güvenlik bürokrasisini parti militanı gibi kullanması son kertesine ulaştı.
Bu koşullarda ve bu iktidarın yaklaşımıyla, 27 Şubat 2025 tarihinde yapılan “ Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın beklenen karşılığını tam anlamıyla bulması, hayaleti dolaşmaya başlayan önümüzdeki seçim sonrasına ertelenmesi ihtimali belirmiştir.
Cumhur İttifakı birçok konuda olduğu gibi kendi sınırlarına dayanmıştır. Beka ve güvenlik eksenli politikaları bir biçimde sürdürdüğü sürece, “Barış ve Demokratik Toplum Çağırısı”nın toplumsal pozitif anlamda değerlendirilmesi mümkün olamayacağa benziyor.
Her şeyden önce çağrı ana muhalefet partisinin ve TBMM’nin etkin rol üstlendiği bir dönem öngörmektedir. İktidar ise ana muhalefet partisini, siyaseten etkisizleştirecek bir sürecin düğmesine bastığı için, ana muhalefet partisi erken seçim odaklı bir stratejiyi uygulamaya koymak zorunda kaldı. Bu ise çağrının hayat bulmasının önünde ciddiye alınması gereken bir takozdur.
Sandığın ufukta görüldüğü koşullarda “PKK’nin silahları bırakma ve kendini feshetme kararı alması” çağrısı gibi birçok yönden el yakacak kallavi bir sorunda, çözüm buzdolabına kaldırılabilir. Her türlü soruna oy hesabıyla yaklaşan, hak, hukuk ve adaletle en küçük bağı kalmamışlardan da başka bir şey beklenemez.
Bu açıdan Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki dönemde konunun muhatabı olmaktan tümden çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Buna paralel iktidara talip olanlar çözüm için kolları sıvarlar. Genellikle bütün dünyada böyle olmaktadır.

Yorum Yazın