“Kendisini dışlayan edebiyat dünyasına, kadın olmaktan kaynaklanan dipsiz yalnızlığa, dilin sınırlandırmalarına ve hatta kendine rağmen bambaşka, ayrıksı ve gizem dolu bir dünya yaratır. O, kendisini ötekileştiren ve dışlayan her şeye rağmen yazandır. O, ‘Sevim Burak’tır”[1].
Hayatı 1931- 1983 yılları arasına sınırlanamayacak yazar Sevim Burak, yazın dünyamıza çeşitli türlerde eserler vermiştir. Yazarın yaşadığı yılların sınırlarını aşması aykırı ve farklı bir ses olmasının yanı sıra kendine has dilsel ve biçimsel denemeleri eserlerindeki şifrelerle bezemesinden de kaynaklanmaktadır. Burak’ın yapıtları, bahsettiğimiz bu şifreleri çözebilmek için araştırmacılar tarafından çeşitli yollar izlenerek incelenmiştir. Eserlerinde sıklıkla yaşamından izlere rastlanan bir yazardan bahsediyorsak kuşkusuz sözü geçen şifreleri çözebilmek adına o yazarın biyografine yakından bakmak gerekir.
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabında biyografinin sanatçıya dönük eleştiri ve araştırmada büyük yer tuttuğundan ve sanatçının kişiliği ile eserleri arasında sıkı bir bağ olduğundan bahseder. Moran’a göre eserleri aydınlatmak için sanatçının hayatı ve kişiliği incelenmelidir[2]. Fransa’da uzun bir süre dönemin eleştirisine damgasını vuran Saint-Beuve de bu yaklaşımı benimsemiş ve eleştirel çalışmalarında yapıtlara sevecenlikle yaklaşıp onları yargılamaktan çok betimlemeyi tercih etmiştir. Bunu gerçekleştirmek için de yazarın portresini çizerek kişiliğinin belirgin özelliklerini göstermek istemiştir[3]. Orhan Pamuk’a, Masumiyet Müzesi adlı eserindeki Kemal’in kendisi olup olmadığı sorulduğunda romanı yazarken akıllarda böyle bir soru işareti bırakacağını bildiğini dile getirir. Okurun, yazarın anlattıklarına benzer şeyler yaşadığını fakat anlattıklarının bir kısmını da abartarak hayal ettiğini düşündüğüne değinirken yazar ile kahramanını özdeşleştirmek üzerine üretilen edebiyatın haklılığını da eklemiştir[4]. Bu bilgiler ışığında Sevim Burak’ın yazar kimliğini, birçok eserinde kendi yaşam deneyimini kullandığını göz önünde bulundurursak, yaşamıyla paralel olarak ele almak gerekir.
Bu yazıda Sevim Burak’ın yaşam öyküsüyle 1965’te kaleme aldığı Ah Ya Rab Yehova öyküsü ve 1982’de kaleme aldığı Sahibinin Sesi oyunu arasındaki benzerliği inceleyeceğim. Bu doğrultuda izlenecek yol Sevim Burak’ın yaşam öyküsüne değinmek ve ardından da bu iki eseri yazar-yapıt ilişkisi bağlamında incelemektir.
Sevim Burak’a Kalan Kültürel ve Öyküsel Miras: Yaşam Öyküsü [5]
26 Nisan 1931’de annesi ve babasının bir süre oturdukları Ortaköy, Fındıklı Sokağı 6 numarada doğdu Sevim Burak. Eserlerinde oldukça büyük bir yer tutan annesi Anne-Marie Mandil, Romanyalı Yahudi bir aileden geliyordu. Evlendikten sonra Aysel Kudret adını aldı. Aileye kabul edilmesi ilk kızlarının doğumundan sonra oldu. O dönem “Küçük Paris” olarak anılan Kuzguncuk’taki aile evine yerleştiler. Burak’ın çocukluğu ve ilk gençliği Kuzguncuk’taki evde, yaşlı akrabalar ve komşular arasında geçti. Onlardan dinlediği hikâyeler ve Kuzguncuk’un kozmopolit yapısı edebiyatının temel taşlarını oluşturdu. Henüz sekiz yaşındayken bu hikâyelerden şiirler yazmaya başladı. İlk öyküsünü on iki yaşında yazdı. 1947 ocak ayında annesini kaybettiğinde henüz on altı yaşındaydı. Yedi ay sonra da babasını kaybetti. Amcasının isteğiyle Alman Lisesi’nin orta kısmına giren Burak, ortaokulu bitirdikten sonra öğrenimini yarıda bırakıp Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’ne manken olarak başladı. Bu bölüme, ailesine terzilik bölümünde okuduğunu söyleyerek girdi. Beyoğlu Kitap Sarayı’nda tezgâhtarlık yaparken yazmaya devam ediyordu. Kurduğu yeni dostluklarla edebiyat çevresine girmeye başladı. 1950’li yıllar Sevim Burak’ın daha çok mankenlik yaptığı yıllardı. 1954’te Olgunlaşma Enstitüsü’nün milli mankenlerinden biri olarak Amerika’ya gitti ve Orhan Borar ile evliydi. Oğulları Karaca Borar 1955’te doğduktan üç yıl sonra evlilikleri sona erdi. 1950’li yılların ikinci yarısında kendi modaevi ve atölyesini kurdu. Bu modaevinde dönemin ünlü isimlerine elbiseler diken Burak, ilerleyen senelerde bozulan ekonomik durum nedeniyle atölyesini kapatmak zorunda kaldı. Bu yıllarda “çocukluk dönemi ürünlerim” dediği hikâyeleri çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı.
1960’tan sonra mankenlik hayatından uzaklaşıp yazmaya hız veren yazar, 1961’de ressam Ömer Uluç’la evlendi ve Kızları Elfe Uluç dünyaya geldi. Aynı yıl “İlk ciddi edebi çalışmam” dediği Sedef Kakmalı Ev adlı eseri yayımlandı. 1965’te Yanık Saraylar’ı Ömer Uluç’un resimleriyle yayımladı. Büyük yankı uyandıran bu kitap Sait Faik Hikaye Armağanı’na aday gösterildi ve ödülün başka bir yazara verilmesiyle edebiyat dünyası ikiye bölündü. Memet Fuat jüriden çekildi. Yazar ve eleştirmenler Burak’ı destekleyen yazılar yazdılar. Bunun üzerine yazmama protestosuna giren Sevim Burak, sonralarda kendisi için yazdığını söylese de yapıtlarını yayımlamak için uzun süre bekledi.
1970’li yılların başında kalp hastalığının ilk belirtileri çıkmaya başladı. Hastalığı, çocukluğunda geçirdiği ateşli romatizmadan kaynaklanıyordu. Tedavi için eşiyle birlikte Paris ve Londra’yı üç kez seyahat ettiler. 1971’de yazmaya başladığı Ford Mach I, başka yapıtlarına da kaynaklık etti. 1974’te Nijerya’ya gitti ve Lagos’ta bir buçuk yıl kaldı. Afrika’yla karşılaşması onda derin izler bıraktı ve bu izler edebiyatına yeni bir soluk getirdi. 1978’de yurtdışında gerçekleşen açık kalp ameliyatından sonra doktorların uyarısını dinlemeyerek İstanbul’a geldi. Yataktan kalkması bir yıldan fazla sürdü ve sağlığı tam olarak düzelmedi. 1980’de Ömer Uluç’tan ayrıldı.
Yaşamının hastalıklarla geçen son dönemi aynı zamanda yazıda en verimli olduğu dönemdi. 1970’de yazmaya başladığı Sahibinin Sesi 1982’de yayımlandı. Bunu, Afrika günlerinden ve kalp ameliyatından izler taşıyan Afrika Dansı izledi. Son dönemde yazdığı Everest My Lord ve daha önceki bir çalışması olan İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar ölümünden sonra baskıya verilebildi.
30 Aralık 1983’te ardında yazılacak daha çok sayıda metnin hayalini bırakarak İstanbul’da hayatına veda eden yazara hayat bir türlü veda etmedi.
Sevim Burak’ın 1983’te sonlanan yaşamının izlerini Ah Ya Rab Yehova öyküsü ve Sahibinin Sesi oyunu üzerinden inceleyelim.
Ah Ya Rab Yehova ve Sahibinin Sesi Eserlerinde Gizlenemeyen Sevim Burak
“Benim sanat görüşüm varoluşçuluğa aykırıdır. “Ah Ya Rab Yehova” hikâyesinin oyunlaştırması olan “Sahibinin Sesi” oyunu, çocukluğumu beraber geçirdiğim doğup büyüdüğüm baba tarafımın, paşa dedemin evinde, onlardan öğrendiğim eskiye ait bilgi ve malzemelerden gerçekleştirdiğim ilk başkaldırıcı öykümdür. Sonralardan yazdığım bu öykümü, sonra yedi yılda oyunlaştırarak ailemin isteğini yerine getirmiş oldum. (Benden hep hayatlarını yazmamı isterlerdi.)”[6].
yküde, Bilal Bey bir Yahudi kızı olan Zembul ile yaşamaktadır. Evli değillerdir ve Zembul hamiledir. Öykü boyunca Zembul’un hamileliğinin verdiği baskı ve Zembul’un Yahudi yakınlarının kendisine verdiği rahatsızlık, babasının ölümünden hemen sonra ayağına giren iğnenin Bilal Bey’in vücudunda ilerleyerek ona verdiği rahatsızlık paralel olarak anlatılır.
Sevim Burak ilk öykü kitabı Yanık Saraylar’da yer alan öykü Ah Ya Rab Yehova’yı annesine yazmıştır. Bu öyküde, diğerlerinden farklı olarak Tevrat dilini anımsatan bir dil kullanımı[7] şöyle göze çarpar:
Kapı çalındı
Madam Ester kapıya koştu – Onu görünce İda kapıya koştu – İda’yı görünce Mari – Mariyi görünce Raşel kapıya koştu
Sara – Luiza – Bohora – Kalo – Betuel – Vivi Kapıya koştular
Gelen YA RAB YEHOVA İDİ
O’nun elinde ATEŞ vardı
Esvaplarını yırtıp bağırdılar
ATEŞ
ATEŞ
ATEŞ
ZEMBUL KAPIYA KOŞTU
O’NUN DA ELİNDE ATEŞ VARDI[8].
Hikâyenin mektup biçiminde yazılmış kısımlarında Müslüman Osmanlı dil ve ifade tarzının yansıtıldığını görürüz. Konusu Yahudi anne ile Müslüman babadan doğma Ferdi/Verdul’un dünyaya gelişi olan bu hikâye, yazarın kendi yaşam öyküsüyle benzerlik taşır ve daha sonra yazacağı eserlere de kaynaklık eder. Nilüfer Güngörmüş Erdem, bu hikâyede Tevrat diliyle mektup tarzını bir arada kullanarak anneyle babayı bir araya getirmiş gibi olduğunu söyler.
Sevim Burak, Ah Ya Rab Yehova’yı annesine olan duygularıyla yazmıştır. Annesinin bir Yahudi olarak aile tarafından kabul edilememesi bu öyküyü yazmasına kaynaklık etmiştir. Güzidin Dino’ya yazdığı mektupta şöyle der:
…Annem öleli yirmi yıl oldu, babamın soyu hala ortada. Onlar bana gene “Madam Mari'nin kızı” diyorlar. Küçücük bir kızken burnum çok havadaydı, şimdi yerlerde, yerin dibine indi. Yahudilerden, annemden utanırdım, nefretle karışık... Annem hep bir gün anlayacaksın der, ağlardı... İşte, şimdi bu bir avuç. Yahudi, iki tanecik ev bana anamdan kalanlar. Onun için yazdım Yehova'yı…[9]
Buradan da anlaşılacağı gibi öyküye kaynaklık eden Burak’ın Yahudi asıllı annesidir. Aynı zamanda öykünün geçtiği Kuzguncuk, biyografisinde değindiğimiz gibi yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği semttir. Kuzguncuk’un kozmopolit yapısının Burak’ın öyküsüne yerleşmesi kullanılan isimlerden anlaşılabilir. Öyküde Bilal Bey’in Not Defteri’nde yazan cümle buna örnektir: “Akşamüstü Ziya Bey, refikası Nurperi Hanım, Madam Viktorya ziyaretime geldiler”[10].
Yazarın yaşamı ile öykü arasındaki bir diğer benzerlik ise öykünün geçtiği 1931, Sevim Burak’ın da doğum yılıdır. Bu benzerlik akıllara Zembul bebeğin Sevim Burak mıydı sorusunu getiriyor. Hayatı boyunca peşini bırakmayan Madam Marie’nin kızı olma ötekiliği bir kez daha Burak’ın karşısına geçmiştir.
Biyografisinde değindiğimiz açık kalp ameliyatından seneler önce bu öyküde, iğnenin kalbine yürüdüğünden[11] bahsetmiştir. Burak, sadece yaşadıklarını değil yaşayacaklarını kaleme alarak Bilal Bey’in kalbine yürüyen iğneyle adeta seneler sonra kendi kalbine yürüyecek iğneyi anlatmıştır. İşte tam da bu yüzden Bahar Akpınar’ın dediği gibi, “Sevim Burak’ın yazın dünyasının anlaşılabilmesi için bu dünyayla iç içe olan yaşantısına kısaca bakmak önemlidir”[12].
Ah Ya Rab Yehova öyküsünden yola çıkarak yazdığı Sahibinin Sesi oyunu yazarın on yedi yıllık protestosuna bir son vermiştir. Oyunda, Bilal Bey'in günlüğünden onun psikolojisini, Yahudi asıllı eşi Zembul ile olan ilişkilerini ve trajik hayatlarını öğreniriz. Sahibinin Sesi, kadın gözüyle de ele alınabilecek bir oyundur[13]. Kendisini bir erkeğin hizmetiyle var eden kadının öyküsü bir erkeğin gözünden anlatılır. Oyunda Bilal’in korkusu olarak tanımlanabilecek iğne tıpkı öyküdeki gibi Sevim Burak’ın yaşam öyküsünü imler. Bu iğne sadece kalp hastalığının değil aynı zamanda perdelere çengelli iğneyle kâğıt parçaları iliştiren terzi Sevim Burak’ın da iğneleridir. Aynı zamanda iki esere de hâkim olan ölüm duygusu yine Burak’ın hayatı boyunca peşini bırakmayan duygudur. Yazarın engellenemez bir tükeniş duygusu olan ölüm, annesini ve babasını erken yaşta kaybetmesinden kaynaklanabilir[14]. Sahibinin Sesi’nde de tıpkı Ah Ya Rab Yehova öyküsünde olduğu gibi önemli biyografik figür olarak yazarın Yahudi olan ancak sonradan Müslüman olan annesini görürüz[15].
31 Aralık 1983’te, kırk bir yıl önce bugün aramızdan ayrılan Sevim Burak’ın ölümsüz hayatı; ruhundaki incelikle, yaşamındaki zenginlikle ve yazar kimliğindeki kendine özgülükle açıklanabilir. Burak, bu kendine özgülüğü yaratırken çeşitli anlatım tekniklerinin yanında, yaşamını sanatına ortak ederek yazın hayatının ve dünyanın yakasına -elbet bir gün- kalbe yürüyecek şık bir iğne iliştirmiştir.
[1] Bahar Akpınar, https://bianet.org/yazi/iyi-ki-dogdun-sevim-burak-165633, yayın tarihi: 29.06.2015, (son erişim tarihi: 31.12.2024)
[2] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s.132.
[3] Tahsin Yücel, Eleştiri Kuramları, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s.27.
[4] Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 35-36.
[5] Bu bölümün yazılmasında faydalanılan kaynak: Filiz Özdem (ed), Bir Usta Bir Dünya: Sevim Burak, YKY, İstanbul, 2004, s. 144 – 147.
[6]Aktaran kaynak: Doğan Hızlan, “Sevim Burak: Benim Sanat Görüşüm Varoluşçuluğa Aykırıdır”, Cumhuriyet, 13.05.1982, Bedia Koçakoğlu, Aşkın Şizofrenik Hali Sevim Burak, Palet Yayınları, Konya 2009, s. 335.
[7] Özge Şahin (ed), Ötekilere Yazmak: Sevim Burak Üzerine Yazılar, YKY, İstanbul, 2015, s. 33.
[8]Sevim Burak, Yanık Saraylar, YKY, İstanbul, 2015, s.82
[9] Ö. Şahin (ed), Agy., s. 33.
[10] Sevim Burak, Beni Deliler Anlar, Hayykitap, İst., 2009, s. 24-25.
[11] S. Burak, Agy., s.61.
[12] B. Akpınar, Agy., yayın tarihi: 29.06.2015, (son erişim tarihi: 31.12.2024)
[13]Özlem Belkıs, “Sevim Burak’ın Oyun Metinlerinde Kadınlar”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi Bölümü Dergisi, Sayı:14,9/2010, s.21
[14]Bedia Koçakoğlu, Büyük Günah Bilinmeyen Öyküleriyle Sevim Burak, Palet Yayınları, Konya, 2013, s.25
[15]B. Akpınar, Agy.,yayın tarihi: 29.06.2015, (son erişim tarihi: 31.12.2024)
Yorum Yazın