Atatürk, Serbest Fırka’nın toplumdaki karşıtlıkları faş ettiğinin, inkılâpların tam anlamıyla yerleşmediğinin ve ellerindeki devlet gücüne rağmen bu seçim tablosunun ortaya çıktığının farkındaydı. Bu nedenle Soyak’ın “bizim fırka kazanıyor” cevabına yönelik “Hayır efendim; hiç de öyle değil!... Hangi fırkanın kazandığını ben, sana söyleyeyim; kazanan İdare Fırkasıdır çocuk!... Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakamve valiler… Bunu bilesin” ifadelerini kullanmıştı.
1930 yılıydı.
Genç Cumhuriyet, sekizinci yaşına henüz basmıştı. O tarihe kadar ne Osmanlı döneminde, ne de cumhuriyet rejiminde halka genel oy hakkı tanınmamıştı. İki dereceli bir seçim sistemi vardı. Daha çok mürekkep yalamış veya belirli bir bölgede uzun zamandır ikamet eden nüfus oy kullanabiliyordu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet, 1930 senesinde ilk defa iki dereceli seçim sistemini rafa kaldırdı. Kadınlar da dahil halkın tümüne genel oy hakkı verildi. Aynı yıl düzenlenen yerel seçimlerde, isteyen herkes gidip gönlünden geçen aday ya da adaylara oy verebilecekti.
Dönem, tek parti dönemiydi. Ama gene Atatürk’ün yönlendirmeleriyle bir muhalefet partisi kurulmuştu. Ne yazık ki fazla yaşayamayan muhalefet partisinin adı, liberal cumhuriyet vurgusu öne çıkarılarak, Serbest Cumhuriyet Fırkası konulmuştu. Serbest, liberalin yerine kullanılmıştı.
O dönem, hükümetin başında İsmet İnönü vardı. İnönü’nün devletçi eğilimlerine karşı liberal bir muhalefetin uygun düşeceği üzerinde durulmuştu.
Serbest Cumhuriyet Fırkası, tam da yerel seçimlere denk gelmişti. Dolayısıyla iktidardaki CHP ile yerelde yarışma imkânı bulmuştu.
O tarihlerde seçimler günümüzdeki gibi bir günde olup bitmiyordu. Geniş bir sürece yayılıyordu.
Seçimler devam ederken Atatürk, Hasan Rıza Soyak’ı çağırdı ve “Hangi fırka kazanıyor?”diye sordu.
Atatürk, bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Toplamda beş yüzün biraz üstündeki belediyenin yirmiden fazlasını Serbest Cumhuriyet Fırkası almıştı. Üstelik inkılâp hareketlerinin bütün coşkunluğuna ve CHP’nin elindeki devlet gücüne rağmen bu oluyordu…
Atatürk’ün, Soyak’a “Hangi fırka kazanıyor?” sorusu o nedenle anlamlıdır. Çünkü Soyak, yirmiden fazla belediyenin Serbest Fırka’ya geçtiği gerçeğinin üstünü örtercesine, Atatürk’ün “Hangi fırka kazanıyor?” sorusuna “Tabiî bizim Fırka Paşam” diye yanıt vermişti. Atatürk, Serbest Fırka’nın toplumdaki karşıtlıkları faş ettiğinin, inkılâpların tam anlamıyla yerleşmediğinin ve ellerindeki devlet gücüne rağmen bu seçim tablosunun ortaya çıktığının farkındaydı. Bu nedenle Soyak’ın “bizim fırka kazanıyor” cevabına yönelik “Hayır efendim; hiç de öyle değil!... Hangi fırkanın kazandığını ben, sana söyleyeyim; kazanan İdare Fırkasıdır çocuk!... Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler… Bunu bilesin” ifadelerini kullanmıştı.
Biz bugün resmî olarak tek parti idaresi altında yaşamıyoruz. Ama şu son geçirdiğimiz süreç bize gösterdi ki, halen Atatürk’ün “seçimi kazanan idare fırkasıdır” dediği noktadayız. Zira seçimleri “nahiye müdürleri” kazanmaya devam ediyor.
Devletin her şeye muktedir olduğu toplumlarda idare fırkası da her şeye hâkimdir. İstediği gibi at oynatır. Halkın fırkasına kimse bakmaz, tek odak noktası vardır o da her şeye muktedir olmak! İdare fırkası olarak yargı ve kolluk kuvvetlerini kendi siyasî ikballeri doğrultusunda istedikleri gibi kullanmaktadırlar. Gelgelelim gene kendi ifadeleriyle halen kültürel iktidarlarını tesis edebilmiş değiller.
Peki niye böyle oluyor?
Çok basit aslında. Devletin bu kadar kuvvetli, her şeye hâkim ve kadir-i mutlak olduğu toplumlarda siyasî mücadeleler de devlet gücüne sahip olmak amacıyla yapılıyor da ondan. Seçimler neticesinde basit bir iktidar değişimi olmayacağını herkes biliyor.
Dönelim 1930 seçimlerine. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın aldığı belediyeler, cumhuriyet idaresi açısından pek çok hoşnutsuzluğu meydana dökmüştü. Bir nevi cumhuriyetin, rejimin, uygulamaların ve hatta inkılâpların turnusolü olmuştu.
Atatürk, yerel seçimlerden çok önemli dersler çıkarmıştı. 1930 sonrasında inkılâpları kökleştirmek ve hoşnutsuzlukları gidermek amacıyla yeni politikalar geliştirecekti. Ama ondan önce memnuniyetsizlikleri yerinde gözlemlemek maksadıyla bir yurt gezisine çıkmıştı.
Serbest Fırka’nın ipi göğüslediği yerlere özellikle uğramıştı. En nihayetinde Serbest Fırka’nın kazandığı Samsun’a da gitti. Çünkü Samsun, 1930 seçimlerinin sembol kentiydi. Nasıl ki 2019’daki yerel seçimlerin sembolü İstanbul ve Ankara’ysa 1930’daki yerel seçimlerin sembol kenti de Samsun’du. Hatta Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ün Samsun’a yeni zaptedilmiş düşman şehrine girer gibi girdiğini dahi yazmıştır.
Atatürk, o günün koşullarında yerinde incelemeleriyle demokrat bir tavır koymuştu. Elindeki devlet gücüne rağmen demokrasi krizlerine mahal vermedi. Aksine dersler çıkardı, ona göre politikalar geliştirdi.
Gelelim günümüze. Devletin her şeye muktedir olduğu toplumlarda idare fırkası da her şeye hâkimdir. İstediği gibi at oynatır. Halkın fırkasına kimse bakmaz, tek odak noktası vardır o da her şeye muktedir olmak!
Çünkü özne idare fırkasına sahip olmak ya da idare fırkası olarak kalmaktır. Şimdi, bugünün muktedirleri idare fırkasıdır. İdare fırkası olarak yargı ve kolluk kuvvetlerini kendi siyasî ikballeri doğrultusunda istedikleri gibi kullanmaktadırlar.
Gelgelelim gene kendi ifadeleriyle halen kültürel iktidarlarını tesis edebilmiş değiller. Bilim, kültür, edebiyat, sanat gibi pek çok alanda yoklar. En azından Türkiye ölçeğinde bir şeylere çabalasalar da dünya standartlarında ürün ortaya koyamıyorlar. Bunun en temel nedeni rasyonel bir felsefeye yaslanmak yerine modernliğin getirdiği ne varsa topyekûn rövanşizmle bezeli anakronik bir tarih anlatısından beslenmeleridir. Dolayısıyla siyaseten kendilerine yakıt ikmali yapacak bir düşünsel tözleri yoktur. Türkiye’nin belki de en büyük şansı budur. İdare fırkası, hâlihazırda kültürel iktidarını tesis edememiş olmasıdır.
Kanımca baskıların giderek artmasının sebebi de kültürel iktidar meselesinde düğümleniyor. Kültürel bakımdan bir şeyler üretip siyasete tahvil edemedikçe sertleşme yoluna gidiyorlar.
Toparlamak gerekirse demokrasilerin iki önemli ayağı vardır. Bunun birisi şeffaflık ve denetlenebilirlik ilkesidir. Diğeri güçlerin nasıl ve ne şekilde dağıldığıdır. Türkiye, an itibariyle mühim bir yol ayrımına gelmiştir. Ya artık kangrene dönüşen idare fırkası zihniyetini devam ettirecektir, ya da halkın fırkasını seçecektir. Takdir Türk milletinindir!

Yorum Yazın