Bugün yaşadığımız bu kriz, Hafize Hanım ve ailesi etrafında gelişen bir kriz gibi görünse de aslında ülkemizin 2017 yılında geçmiş olduğu “başkanlık sisteminin” ve “tek adam rejiminin” bir krizidir.
Daha önce yine burada yazmıştım. “Bir merkez bankası başkanı kendi PİAR’ı için magazini bir araç olarak kullanmaya çalışırsa, bir süre sonra kendisi magazinin konusu olur” diye. Nihayetinde olan budur.
Bu düşüncemin tek dayanağı elbette Sayın Başkan’ın bir gazeteciye verdiği mülakat değildi. Daha göreve atanma ihtimali doğar doğmaz medyada görülmeye başlanan kamuoyundaki PİAR çabaları bu yönde bir arzunun ilk sinyallerini veriyordu. Bu, bizlerin dâhil olduğu ekonomi camiasının alışık olmadığı şeylerdi.
Atandığı sıralarda bazı gazeteciler aracılığıyla, bu hanımefendinin Türkiye ve sonrasında gittiği ABD’deki okul hayatındaki “istisnai” başarıları konu eden haberler kamuoyunun gündemine düştü.
Özellikle, bugünkü krizde resimleri sıkça kullanılan Boğaziçi Üniversitesi’nden birincilikle mezun olduğu yıl yapılan haberler dikkat çekti. Bu resimle yapılan PİAR iktidar dâhil, herkesin işine geldi. Çünkü bu kişi iktidarı eleştiren ekonomi kamuoyunun “aç” olduğu liyakatli bir kamu görevlisi ihtiyacını fazlasıyla karşılıyor ve iktidar bu nedenle maruz kaldığı eleştirilere yeterli bir cevap teşkil ediyordu. Neticede herkes memnundu.Ama kimse şu soruları sormadı.
Öncelikle liyakat ve kaliteli eğitimin göstergesi olarak kullanılan üniversite, bugün AKP’nin tayin ettiği rektörün, yine partililerle birlikte yıkmaya çalıştığı bir üniversiteydi. Bugünkü iktidar eliti tarafından “yerli ve milli” olmamakla itham edilmekteydi.Dahası bizler, bu kadar ciddi bir saldırı altındayken, Sayın Başkan’ın bugün övündüğü liyakat seviyesine ulaşmasına, ABD’de okuması için aldığı burslara ve akademik kabullere, kalitesi ve uluslararası camiadaki tanınırlığı ile aracılık eden üniversitesine sahip çıktığını göremedik.
Açıkçası bunu sormak da kimsenin aklına gelmedi.
Bir diğer soru ise hem Boğaziçi Üniversitesi’nin hem de ülkemizdeki diğer benzer üniversitelerin istisnasız her yıl birer birinci çıkarmakta olmalarıdır. Bunlardan birçoğunun da yurtdışında çok önemli üniversitelerden doktora bursları alarak, özellikle Amerikan üniversitelerine gittiğini biliniyor. Bir akademisyen olarak bunların çokça örneklerine her sene şahsen rastlamaktayım. Ama yine de bu öğrenci ve velilerin hiç biri Sayın Başkan’ın geçmişinde yaptığı gibi ulusal düzeyde bir gazetenin ön sayfasında haber olmayı düşünmedi. Sayın Başkanın geçmiş başarılarını bunlardan farklı kılan bir şey olmalı.Merak ediyorum. Başkanı “istisna” kılan neydi?Bu arada aramızda kalsın… ABD’nin en önemli üniversitesi olan MIT’nin ekonomi ve mühendislik bölümlerinde Boğaziçi ve İTÜ gibi kurumlarımızda lisans eğitim alıp, istisnai başarılara imza atarak, o bölümlerde çok iyi yerlere gelmiş birçok Türk bilim insanımız var. Bu insanlardan hiç biri ülkemizdeki medyada bu denli görünür olmamıştır. En azından net olan, ülkemizdeki basının böyle başarılı insanlarımızı arayıp bulmak gibi özel bir ilgisi ve gayreti yok. Mutlaka birileri tarafından önlerine konulması, bir şekilde dikkatlerinin çekilmesi gerekiyor.
Hatta son zamanlara kadar ülkemizde siyasete atılan hem bilim alanında, hem de o bilim dalını ilgilendiren girişimci bir faaliyette son derecede başarılı olmuş, hem Amerika’daki finans kesimlerinin hem de bilim dünyasının takdirini kazanmış bir insanımızı 2022 yılına kadar daha tanımıyordu bile. Ne tesadüftür ki, o da Boğaziçi Üniversitesi mezunuydu.Tüm bunlar Sayın Hafize hanımın göreve geldiği andan itibaren kafalarda doğan sorulardı. Ama yine de bu toplum ona çok ciddi bir kredi açtı.
Merkez bankacılığı konusunda hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen, kendisinden fersah fersah daha iyi mesleki kariyerlere sahip olan önceki Başkanlara rağmen, Hafize Hanım kabullenildi. Zira kamuoyunun öncelikli beklentisi, Hafize Hanımın eğitim ve tecrübeleri ile birlikte iktidarın daha ortodoks politikalara dönme işareti vermesi ve kamuoyunun böyle bir kabulle bu politika değişikliğini cesaretlendirmesiydi. Bu bakımdan Hafize Hanım önemli bir görev gördü.
Ama ya sonrası?Açıkçası sonrası pekiyi olmadı. Hafize Hanım kendisine açılan bu krediyi çok iyi kullanamadı.Bugün gündemimize düşen “skandal” TCMB’de eski çalışanların birinin tetiklemesiyle açığa çıkmıştır. Birçok iddia ortadadır ve ispatlanmaya muhtaçtır. Ancak bunların ispatı yapıladursun, diğerleri kadar magazine içeriği olmayan, ama ülkemizdeki kamu adap ve usullerine uymayan bazı uygulamalar da var ki, bunların da diğer iddialarla birlikte açıklanması gerekir.
Hafize Hanımın ileri sürdüğü gerekçeyi kabul edersek, bu yapılanın normal olmayan bir pratik olduğunu kabul etmek lazım. Buna rağmen böyle bir pratik tercih edildiyse, TCMB Başkanı Hafize Hanımın ve kurumunun kontrolünde olması beklenilen para politikası araçlarını kullanmak bakımından yeterli özgürlüğün olmadığı düşünülür.
Bunlardan birincisi şudur. Hafize Hanım üst düzey bir kamu görevlisidir. Ülkemizdeki kamu yönetim pratiklerine göre, bir kamu görevlisi olan yönetici yurtdışına gitmek istediğinde, öncelikle üst amirinden izin alır. Neden gitti ile ilgili bir amaç ve program sunar. Ayrıca kendisinin olmadığı dönem ait bir vekâlet bırakır. Bunlar aslında her kamu yöneticisinin bildiği basit kurallardır ve yasal olarak da büyük bölümü 657 sayılı devlet memurları yasasında belirlenmiştir.
Eğer bankayı sadece hazinenin belli oranda hisse sahibi bir kurum olarak düşünüyorsak da ilgili kurumun idare meclisinin bilgisinin olması, en azından Hafize Hanım dışarıdayken olağan işlerin aksamaması için kendisine vekil olacak birine vekâlet bırakması beklenir. Siyasi manada düşünülürse de Sayın Başkanın Maliye ve Hazine Bakanı Sayın Mehmet Şimşek tarafından bu görevlendirilmesi gerekirdi.
Ayrıca unutmayın… TCMB ülkemizdeki para politikasının yönetiminden sorumlu bir bankadır ve bu görevi Banka’yı temsil eden Hafize Hanım yerine getirmektedir. Ancak orası günlük birçok rutin yönetsel işlerin de yürütüldüğü ve onlarla ilgili birçok kararın verildiği mali bir kurumdur aynı zamanda. Sayın başkanın ABD’de bulunma süresi alışılagelmişlerin ötesindedir ve ister istemez bu kararlarda yetkilendirilmiş bir kişinin olup olmadığı merak edilmektedir.
Hafize Hanımın ABD’de uzun süredir bulunmasının nedeni, ülkenin son zamanlarda çok ihtiyaç duyduğu finansal fon ihtiyacını karşılamak için yabancı yatırımcıları ikna etmeyi amaçlayan görüşmeleri yapmaktır. Bu gerekçe, bir bakıma onu yurtdışında beklentileri aşan bir süre kalışına meşruiyet kazandıracak, aynı zamanda da iktidar saflarında kendinin haklı görülmesini sağlayacak bir zaafı konu etmektedir.Elbette bu soruların cevapları idari bir soruşturma neticesinde ortaya çıkacaktır.
Sorulması gereken ikinci soru ise, kamuoyunun çok fazla sormak istemediği bir sorudur. Bir iktisatçı olarak benim bildiğim ve bana öğretilen merkez bankaları bir ülkenin para politikasının yönetiminden sorumludur. Bunun dışında bir görevi olduğunu ben bilmiyorum.Yani merkez bankaları, bankacılık sektöründeki diğer bankaları yönlendirici işlemler yaparlar, ama sıradan bir bankanın fon yöneticisi gibi dışarıdan Türkiye’deki mali kurumlar için fon bulma arayışı içinde olmazlar. Ülkeye fon çekme gibi bir niyetleri varsa, bunu uyguladıkları para politikasının temel parametreleri üzerinde yapacakları değişiklikler ile yaparlar. Zaman zaman yatırımcılar nezdinde yapacakları toplantılar ikna amaçlı ve kredi bulmak için yapılmaz. Aksine uygulanan politikaların güvenilirliğini sağlamayı amaçlayan mesajları yatırımcılara iletmektir.
Hele yabancılarla görüşmelerde bir merkez bankası başkanının geçmişten gelen “ticari” ilişkilerini konu etmesi hiçbir şekilde düşünülemez.
Zira böyle bir durum “kişisel ticari itibar” ile “ülkenin ekonomik itibarının” karşılaştırıldığı bir durumun oluşmasına neden olunur ki, bu bir kamu görevlisinden istenilen bir davranış değildir.
Ortaya çıkış ve ele alınışı ve sonrasında krizin kontrollü bir şekilde kamuoyunda tartışılmasına iktidardan herhangi bir siyasi müdahalenin gelmeyişi dikkate alındığında, bu krizin son derecede bilinçli ve Hafize Hanımı hedefleyen sınırlar içinde kalmasına özen gösterilen “yönetilen bir kriz” olduğu anlaşılmaktadır.
Hafize Hanımın ileri sürdüğü gerekçeyi kabul edersek, bu yapılanın normal olmayan bir pratik olduğunu kabul etmek lazım. Buna rağmen böyle bir pratik tercih edildiyse, TCMB Başkanı Hafize Hanımın ve kurumunun kontrolünde olması beklenilen para politikası araçlarını kullanmak bakımından yeterli özgürlüğün olmadığı düşünülür. Bu yüzden de yabancıların beklediği ortodoks tedbirleri almak yerine, onlarla doğrudan görüşüp, onları ikna etmeye çabalamaktan başka çaresinin olmayan bir başkan algı oluşur.Bu banka yönetiminin vermek istediği imaj mıdır?
Eğer tüm bu doğruysa, Hafize Hanımın tercih ettiği bu yol, ülkemizdeki tek adam rejiminin “bildiğim bildik” yaklaşımının kamu kesimindeki kurumsal yönetim pratiklerini nasıl tahrip ettiğinin güzel bir örneğidir.Neticede TCMB özelinde ortaya çıkan bu “skandal”, sadece Hafize Hanım özelinde ortaya çıkmış, kişisel bir sorun olarak görülemez. Ortaya çıkış ve ele alınışı ve sonrasında krizin kontrollü bir şekilde kamuoyunda tartışılmasına iktidardan herhangi bir siyasi müdahalenin gelmeyişi dikkate alındığında, bu krizin son derecede bilinçli ve Hafize Hanımı hedefleyen sınırlar içinde kalmasına özen gösterilen “yönetilen bir kriz” olduğu anlaşılmaktadır.
Eğer bizler Hafize Hanımın ülkemizdeki kamu adabı konusundaki bilgisizliği ve tecrübesizliğinin yol açmış olduğu bu krizi onun şahsında ele alırsak, onun gibilerin önünü kolaylıkla açan bu sistemin sorumluluğunu da görmezden gelmiş oluruz.
Bugün yaşadığımız bu kriz, Hafize Hanım ve ailesi etrafında gelişen bir kriz gibi görünse de aslında ülkemizin 2017 yılında geçmiş olduğu “başkanlık sisteminin” ve “tek adam rejiminin” bir krizidir.
Yorum Yazın