Bugün iktidarın yürüttüğü programın eksiklikleri nedeniyle son derecede prematüre bir özellik göstermektedir ve bu haliyle ekonomide uzun vadeli sürdürülebilir sonuçlar elde edilmek zorlaşmaktadır. Bu nedenle Sayın Mehmet Şimşek’in bugün uyguladığı programı “prematüre” istikrar tedbirleri olarak ele almak daha doğru olacaktır.
Pazartesi günü ana muhalefet partisinin ekonomi kurmayları Sayın Mehmet Şimşek ile görüşecek ve bugün ülkenin karşı karşıya kaldıkları ekonomik sorunlara yönelik kendi bakış açılarını onunla paylaşacaktır. Dahası bugün maruz kaldığımız ekonomik politikalara yönelik kendi görüşlerini sunacaklardır.Şahsen bu görüşme sonrasında uygulanan politikalarda herhangi bir değişim yapılacağını düşünmüyorum. Zira temel konularda CHP’nin ekonomik sorunlara yönelik getirdiği teşhisin Sayın Mehmet Şimşek’inden çok daha farklılık gösterdiğini düşünmekteyim.
Bugün iktidarın yürüttüğü programın eksiklikleri nedeniyle son derecede prematüre bir özellik göstermektedir ve bu haliyle ekonomide uzun vadeli sürdürülebilir sonuçlar elde edilmek zorlaşmaktadır. Bu nedenle Sayın Mehmet Şimşek’in bugün uyguladığı programı “prematüre” istikrar tedbirleri olarak ele almak daha doğru olacaktır.14 Mayıs Genel Seçimlerinin ardından ekonominin başına geçen Sayın Mehmet Şimşek, ekonominin acil çözüm bekleyen mali kaynak eksikliğini gidermek için birtakım politikaları uygulamaya koymuştur. Bu kapsamda, elden geldiğince para politikasında normalleştirme sağlanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla faizlerin artmasına, TL’nin değer kaybetmesine izin verilmiştir. Buna ek olarak da bozulan kamu maliyesine kaynak sağlamak amacıyla vergilerde artışa gidilmiştir.
Bu gelişmelerin kısa dönemde olumlu sonuçları görülmüş, o günler için gündemde olan bir ödemeler dengesi krizinin önü alınmıştır.Ancak tüm bu uygulamalar neticesinde, Temmuz ve Ağustos aylarında enflasyon %9’ları aşmıştır. Hala bugün bile bu aylık artışların etkisi yıllık enflasyonun yüksek çıkmasına yol açmaktadır. Ekonomi yönetimi bu ayların enflasyon üzerindeki etkilerinden kurtularak, yıllık enflasyonda sağlanacak düşüşe umut bağlar hale gelmiştir.
31 Mart mahalli seçimlerin ardından Sayın Şimşek önderliğindeki ekonomi yönetimi enflasyonla mücadele programı yürütmeye başlamıştır. Ancak yürütülen bu programın geçmişteki programlardan önemli birtakım farklılıkları vardır.Öncelikle iktidar bugünkü ihtiyacı enflasyonla mücadele olarak tanımlamış, ekonomide genel manada bir “krizin”, “kötüye gidişin” itirafını yapmaktan kaçınmıştır. İktisadi sorunlarımızın kaynağı olarak enflasyonu sorumlu görmektedir. Oysa enflasyon başta kötü ekonomik yönetim olmak üzere ekonomide doğru olmayan başka gelişmelerin bir sonucudur. Elbette ekonomik sorunlara yönelik böyle bir kabul enflasyonla mücadeleyi de “para politikasının” sınırlarının içine hapsetmektedir.
Başarılı bir enflasyonla mücadele için kısa dönemde sağlam bir “toplam talep yönetimi” gereklidir; ama sadece bu yeterli değildir. Bu kapsamda “sıkı maliye politikası” ihtiyaç duyulan en önemli koşuldur.
‘TOPLAM TALEP YÖNETİMİ’ YETERLİ DEĞİLDİR
Oysa geçmiş deneyimlerimize göre, enflasyon sadece parasal bir konu olarak görülemez. O yüzden enflasyonla mücadele ederken, kısa vadede para politikası ile elde edilecek olumlu sonuçların orta ve uzun dönemde sürdürülebilirliğini sağlayabilmek için uygulanan para politikasının başka politikalarla desteklenmesi (tamamlanması) gerekmektedir.
Başarılı bir enflasyonla mücadele için kısa dönemde sağlam bir “toplam talep yönetimi” gereklidir; ama sadece bu yeterli değildir.Bu kapsamda “sıkı maliye politikası” ihtiyaç duyulan en önemli koşuldur. Elbette bu kapsamda kamunun harcamalarının hem miktar, hem de kompozisyon olarak değişmesi zaruridir.
Bütçe gelirlerini arttırmak için daha önceki reform programlarında başvurulan “özelleştirme” gibi uygulamalar, bu kez seçenekler arasında değildir. Zira bugüne kadar birçok kamu kurum ve kuruluşun özelleştirilmesi daha önceki krizlerde gerçekleştirilmiştir. Kamunun “varlık satışı” bu kez seçenekler arasında değildir. Bu sebeple bütçe açıklarının azaltılması için kamu harcamaların kontrolü ve vergi gelirlerini arttırmasından başka seçenek kalmamıştır. Vergilemenin toplum üzerindeki etkilerini daha adil yapabilmek için ise iktidarın bütçe önceliklerinde ciddi değişim yapılması zaruridir.Bugün Sayın Şimşek, bütçenin harcamalar kısmında kayda değer tasarruflar yapabilme olanağına sahip olmadığı için, maliye politikasının vergileme ayağı kamuoyunun bugüne kadar gördüğü düzeyin ötesinde vergi yüküyle bizleri karşı karşıya bırakıyor.Kamu harcamalarında tasarruf etmekte zorlanılmasının bir nedeni de bütçe kalemlerinde geçmişte olduğu kadar “esnekliğinin” olmamasıdır. Özellikle KÖİ projeleri, KKM ve diğer borç faiz ödemeleri ile şehir hastaneleri ve kamu-özel işbirliği ile inşa edilen havaalanlarına verilen yolcu ve gelir garantileri gibi harcama arttırıcı kalemler bugünkü bütçemizin esnekliğinin kaybolmasına yol açmaktadır. Dahası bu garantilerin dövize endekslenmiş olması kamu üzerine öngörülemeyen bir yük oluşmasına yol açmaktadır.
Yine kamu maliyesinde kaynak kullanımlarının verimliliğini arttıracak ve büyük ölçüde de tasarruf edilmesini sağlayacak bir ihale yöntemine geçilmesi şarttır. Ancak yürürlükteki ihale kanunu ve uygulamaları da, siyasi manada iktidarın kırmızı çizgilerinden birini oluşturmaktadır.
İHALE YÖNETİMİ İKTİDARIN KIRMIZI ÇİZGİLERİNDEN BİRİ
Yapılması gereken bu harcama kalemleri konusunda anlaşmanın tarafları ile görüşerek yeni mali koşullar hakkında anlaşmaya varmak ve böylece bütçeye belli bir esneklik kazandırabilmektir. Maalesef Sayın Şimşek ve ekibi bu konuda herhangi bir uygulama yapmaktan uzak durmaktadır.
Yine kamu maliyesinde kaynak kullanımlarının verimliliğini arttıracak ve büyük ölçüde de tasarruf edilmesini sağlayacak bir ihale yöntemine geçilmesi şarttır. Ancak yürürlükteki ihale kanunu ve uygulamaları da, siyasi manada iktidarın kırmızı çizgilerinden birini oluşturmaktadır.Uygulanan programın bir diğer eksikliğimiz ise, genel olarak bir ekonominin kaynak açığını gidermeye yönelik kapsamlı bir “finansman programı” görüntüsüne sahip olmasıdır. Bugünkü ekonomik problemlerimizin birçoğunun yapısal nedenleri varken, şu ana kadar yapılan ekonomik uygulamaların bu yapısal sorunlara yönelik herhangi bir tedbir almadan, sadece ülkenin borçlanabilme kabiliyetini arttırmayı amaçlaması kamuoyunun önemli bir kısmında eleştiri konusu olmaktadır. Doğal olarak böyle bir amaç, elde edilecek olumlu sonuçların bile sürdürülebilirliğini tehlikeye sokmaktadır.
Sayın Şimşek Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözmeyi amaçlayan uzun dönemli politikalar ortaya koymamaktadır. Örneğin bugünkü uygulamalarla uyumlu ve geniş kitlelerin refahını konu edecek bir “gelirler politikası” ve orta ve uzun dönem bakımından önem arz eden bir “üretim politikası” yoktur. Mevcut haliyle üretimin hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi yerel nitelikte olan iktisadi faaliyetlerle sağlanıyor olması ekonomimizin geleceği bakımından endişe vericidir.
Ancak iktidarın tercih ettiği büyüme tarzının da izlenilen enflasyonla mücadelede hizmet fiyatlarında önlenemeyen bir enflasyon oluşturmak bakımından bir yan etkisinin olması kaçınılmazdır. Buna bir de izlenilen kur politikası eklendiğinde enflasyonun ağırlıklı olarak hizmet çekişli olması kaçınılmaz bir hal almaktadır.
Oysa bugün sadece ülke ekonomisinin borçlanma kabiliyetinin arttırılmasına değil, daha çok sanayinin desteklenmesi ile gerçekleşecek ihracat gelirlerinin arttırılmasına ihtiyaç vardır. Bu gerçekleştiğinde ekonominin borçlanma kabiliyeti de ister istemez artacaktır. Ancak şu ana kadar ekonomide sanayiyi öne çıkartacak ve sanayinin ihracatçı kabiliyetini geliştirecek politikalar ortaya konulamamıştır. Bu, bugün uygulanan programın önemli bir eksikliğidir.Sayın Şimşek’in enflasyonla mücadele programının önemli bir ayağını da “kur politikası” oluşturmaktadır. Ekonominin ithalata bağımlılığını göz önüne alarak, kur geçişkenliğini düşürmek maksadıyla nominal kurların enflasyonun altında artması tercih edilmektedir. Elbette enflasyonda önemli bir başarı elde edilemediğinde bu politika TL’nin reel olarak değer kazanmasına yol açmaktadır.Bu durum ihracatı olumsuz yönde etkilerken, ithalat değerinin artmasına yol açmaktadır. Dahası enflasyonist bir dönemde ortaya çıkan böyle bir durum iktisadi birimlerin yabancı mal stoklamalarına neden olabilmektedir. Bu da ülkemiz ekonomisindeki kaynak kullanımında verimliliğin düşmesinin bir diğer nedenidir.
Değerlenmiş TL’nin cari denge üzerindeki etkisi ise, toplan talebe getirilen muhtelif sınırlamalarla ve dışarıdaki olumlu konjonktürün sağladığı imkânlarla telafi edilmektedir.Ancak kurlara yapılan bu müdahaleler ve izlenen kur politikası kamuoyunda ciddi bir “güven sorunu” yaratmaktadır. Kamuoyu bugünkü kurların ekonomideki mevcut harcamalarla uyumlu bir seviyeye işaret etmediğine ikna olmuş bir şekilde, kurun çok daha yüksek seviyelerde olması gerektiğine inanmaktadır.
Grafik 1’de TCMB’nin TÜFE bazlı reel efektif kur verilerinin trend değerlerinden elde edilen seyir görülmektedir. Grafik 1’deki bu seri, reel kurdaki konjonktürel faktörlerin etkileri arındırıldıktan sonra, ilgili serinin uzun dönem yönelimi hakkında fikir veren bir seridir. Buna göre reel efektif kur, neredeyse 2023’ün başlarından itibaren istikrarlı bir seyir izlemektedir. Bu tarihten itibaren TL’deki değer kayıpları sınırlanmış ve göreli olarak TL’nin değer kazanmasına izin verilmiş görülmektedir.
Maalesef izlenilen kur politikası mal fiyatlarındaki enflasyonu kontrol etmekte beklenilen etkiyi doğurmakla birlikte, hizmet fiyatlarındaki enflasyonu beklenen yönde etkilemekten uzaktır. Bunun nedeni hizmet fiyatlarının piyasadaki kurdan ziyade beklenen kur seviyesine bağlı olarak belirlenmesidir.
HİZMET FİYATLARI BEKLENEN KUR SEVİYESİNE GÖRE BELİRLENİYOR
Aslında bu olumsuz beklentiler, özellikle beklenen kur seviyesine bağlı olarak fiyatlandırma yapan “hizmet” sektörlerinde aşırı fiyatlandırma davranışının bir nedeni olarak karşımız çıkmaktadır. Bu durum da Grafik 2’de görülüyor.Maalesef izlenilen kur politikası mal fiyatlarındaki enflasyonu kontrol etmekte beklenilen etkiyi doğurmakla birlikte, hizmet fiyatlarındaki enflasyonu beklenen yönde etkilemekten uzaktır. Bunun nedeni hizmet fiyatlarının piyasadaki kurdan ziyade beklenen kur seviyesine bağlı olarak belirlenmesidir. Zaten bunun sonucu da Grafik 2’de görüldüğü gibi, hizmet fiyatlarındaki enflasyonunda mal fiyatlarındaki enflasyondan yüksek ve aradaki fark da bir makas gibi açılmaktadır.
Bu koşullarda yürütülen enflasyonla mücadele hizmet sektöründe ortaya çıkan enflasyona yönelik yeni tedbirlerin alınmasını gerekli kılmaktadır. Öncelikle kamuoyu beklentilerinin yetkili makamlarınki ile uyumlu hale getirilmesi, bunun içinde uygulamalarda inandırıcılık sorununun aşılması gerekiyor.
Diğer yandan talebin çok daha fazla belirleyici olduğu hizmet sektörüne yönelik olarak ek talep kısıcı tedbirlerin alınması gerekmektedir. Ancak böyle bir politikanın da maliyeti büyümeden önün vermek olacaktır. Zira son zamanlarda ülke ekonomisi hizmetler üzerinden büyüyebilmektedir. Bu yönüyle uygulanacak politikaların kararı, doğuracağı olumsuz sonuçlar nedeniyle tamamıyla siyasi olacaktır. Bugün için buna rıza gösterecek bir siyasi iradenin ülkemizde olmadığını düşünmekteyim.
Yorum Yazın