İnsanlığın çocukluk tarihi Polikrates’in Yüzüğü gibi. Mutluluk içinde suçluluk duygusunu betimleyen bu metafor, içinde yaşadığımız dönemde göreceli bir mutluluk yaşasak bile binlerce yıldır bize kalan duyguları koruduğumuzu gösterir. Ve miras kalan bu duygular bize huzur vermeyecek. Hem eski dönem hem de günümüzde yarattığımız kötü çocukluk hikayeleri ile mutluluk içinde suçluluk duygusunu hep hissedeceğiz.
Son zamanlarda çocuklara yönelik kötülükle harmanlanmış şiddet haberlerini sıklıkla okuyoruz. Yenidoğan çetesi, Sıla bebek, Narin, yörük kızı Müslüme ve diğer güzel çocuklar bildiğimiz örnekler. Çocuğa ve çocukluğa meydan okurcasına öne çıkan bu olaylar sadece şiddet başlığında değerlendirilmemeli. Bahsi geçen olaylarda şiddet kadar ve belki de şiddetten daha öte kötülük ve yok sayma duygusu ön planda. Çocukların gözden çıkarılması ve bir amaç için geçer akçe olarak kullanılması durumu ile karşı karşıyayız sanki.
Eski dönemlerin çocukluk algısında çocuklar hep bir günahın ya da kötülüğün bedel ödeyicisi olarak düşünülmüştür. İlk toplumlarda güçsüz doğan bebekler vahşi doğanın kaderine terk edilmiştir. Doğaya bağımlı olan bu toplumlar için bir belanın def edilmesi için çocuğun masumiyetine ihtiyaç vardı. Bir fırtınadan, depremden ya da yanardağ patlamasından ancak bir çocuğun saflığıyla kurtulabilirlerdi. Çocuklar kurban verilerek doğanın öfkesi dindirilmeye çalışılmıştır. Ailelerin sınırsız söz hakkına sahip olduğu dönemlerde, babalar çocuklarını öldürme, sakat bırakma ve terk etme gibi eylemlere kolaylıkla girişebiliyorlardı. Çocukların aileleri tarafından köle olarak satılması da bilindik bir olguydu. Antik dönemlerde çocuk toplumun kültür ve yasalarının taşıyıcısı olan küçük bir yurttaş olarak kabul ediliyordu. Ama yine de cinsiyet ayrımı, hasta ya da sakat doğan bebeklerin ölüme terk edilmesi, ailenin bebeğini evlat vermesi, çocuk bedeninin devletlerarası antlaşmaların güvencesi sayılması gibi pratikler antik dönemde de olumsuz bir çocukluk anlayışının olduğunu gösteriyor. Mesela antik Atina’nın önemli filozoflarından Aristoteles çocukluğu hayatın en feci zaman dilimi olarak tanımlamıştır. Sokrates ise sadece erkek çocuklara ders vererek cinsiyet ayrımını desteklemiştir. Orta çağın genel kabulleri içinde ise bir çocukluk düşüncesi dahi yok. Kilisenin ilk günah anlayışı nedeniyle çocukluk yok sayılmıştır. Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi yaşardı. Hatta bu benzeşme o kadar ileri boyuttaydı ki çocukların kumar oynaması ve istismar edilmesi dönemin normalleri arasındaydı. Toprak işçisi çocuklar ve kilise işlerinde ücretsiz çalıştırılan serf çocuklar ortaçağda çocuğun yerini özetliyor. Sanayi döneminde ise uzun saatler düşük ücretlerle çalıştırılan çocuk işçi hikayelerine rastlıyoruz. Sanayi ülkesi İngiltere’de baca temizliğinde çalıştırılan çocukların düşerek ya da soludukları zararlı havanın etkisiyle öldüğü kayıtlara geçen birkaç hikâyeden sadece birkaçı. Vahşi kapitalizm koşullarında sanayileşme çocuk işçiliği bir trajediye dönüştürmüş durumdaydı. 18 saate kadar çalışan, çalışma saatleri sırasında uyuyakalan ve hatta kaçmasınlar, uyumasınlar diye zincirlenen çocuk hikayeleri var tarihin belleğinde.
Hataların ya da korkuların ihalesi çocuklara kesiliyor, ilk gözden çıkarılanlar yine çocuklar oluyor. Tıpkı orta çağdaki gibi cinsel obje olarak görülüyor. Bitmeyen bir kötülük duygusu var sanki. Ve bu duygu ilk olarak en zayıf halkayı yakalıyor.
İLK GÖZDEN ÇIKARILANLAR ÇOCUKLAR OLUYOR
Çocuklar her dönem dezavantajlıydı. Çocukları ve çocukluğu ancak yetişkinlerin vicdanı koruyabilir. Vicdan bazen bir yargılama gücü, öznel ya da törel bilinç, bazen de bir öğüt ve iç sestir. Durduğunuz yere göre ya mutluluktur ya da suçluluktur. Vicdani duygunun olmadığı yerde kötülük rahattır, keyfidir ve denetimsizdir. Günümüze kadar, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi eski dönemlere benzer çocuk hikayeleri ile karşılaşıyoruz. Hataların ya da korkuların ihalesi çocuklara kesiliyor, ilk gözden çıkarılanlar yine çocuklar oluyor. Tıpkı orta çağdaki gibi cinsel obje olarak görülüyor. Bitmeyen bir kötülük duygusu var sanki. Ve bu duygu ilk olarak en zayıf halkayı yakalıyor. Doğanın gücüne karşı saflığı kullanılan çocuklar, şimdilerde ise ailenin günahlarına kurban veriliyor. Bedeni para olarak görülen çocuklar eskiden çalıştırılıyordu şimdilerde ise öldürülüyor.
İnsanlığın çocukluk tarihi Polikrates’in Yüzüğü gibi. Mutluluk içinde suçluluk duygusunu betimleyen bu metafor, içinde yaşadığımız dönemde göreceli bir mutluluk yaşasak bile binlerce yıldır bize kalan duyguları koruduğumuzu gösterir. Ve miras kalan bu duygular bize huzur vermeyecek. Bizler çağın ilerlemesiyle belki daha konforlu yaşayacağız ve daha mutlu olacağız. Ancak hem eski dönem hem de günümüzde yarattığımız kötü çocukluk hikayeleri ile mutluluk içinde suçluluk duygusunu hep hissedeceğiz. Bu iki duygu arasında sıkışan medeniyet ise kötü olmaya devam edecek gibi.
---
* Prof. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.
Yorum Yazın