Patrimonyalizm, otoriter rejimlerin uzun ömürlülüğüne dayanak noktaları oluşturmaktadır. Muhalefeti pasifize ederek adam kayırmacılık ve ihtiyari himayecilikle kendisine sadık bir taban inşa etmeye çalışmaktadır. Özellikle demokratik değerlerin güç kazanmasına karşı otoriter rejimleri dirençli hale getirirken kamusal kurumlarda bina ettiği yapılanmayla toplumsal ve siyasal reformlara ve politik esnekliğe engel olmaktadır.
Devlet otoritesinin şahsileştirildiği ve kamu ile özel alanlarının ayrımının muğlaklaştığı bir yönetim şekli olarak tanımlanan Patrimonyalizm, siyaset biliminde ve sosyolojide, devlet iktidarının kişisel bir otorite figürü tarafından merkezileştirildiği bir yönetim biçimini ifade etmektedir. Max Weber'in "patrimonyalizm" kavramı üzerine inşa edilen bu anlayış, çoğunlukla geleneksel toplumlarla ilişkili görülse de modern siyasi sistemlerde de izlerine rastlanılmaktadır. Patrimonyal egemenlik, yöneticinin, devleti kendi mülkü olarak gördüğü bir anlayışla şekillenirken kamu otoritesi şahsileştirilmiş ve kamu görevleri, yöneticinin yakın çevresine, akrabalarına ya da sadakat temelli ilişkilerle bağlı bireylere tahsis edilmiştir.
Patrimonyalizmde, yönetim mekanizmaları ve kamu gücü, yöneticinin kişisel otoritesine dayanır ve genellikle bir aile, hanedanya da grup etrafında şekillenmektedir. Otoritenin kaynağı, genellikle geleneksel bağlar, karizmatik liderlik ya da dini meşruiyet gibi unsurlara dayanmaktadır.
Patrimonyalizmde devlet yapısı, liderin şahsi otoritesine sıkı sıkıya bağlıdır. Lider, devletin tüm işleyişini kontrol eder ve yönetimde şahsi kararları belirleyicidir. Yönetim kadroları genellikle liderin yakın çevresinden, ailesinden ya da sadakatle bağlı kişilerden oluşurken bürokrasi, modern devletlerdeki gibi kurumsal bir yapıya değil, kişisel ilişkiler ağına dayanmaktadır. Hukuk kuralları, liderin iradesine tabidir. Yöneticinin kararları, hukukun üzerinde görüldüğü gibi genellikle kişisel tercihleri yansıtmaktadır.
Patrimonyal rejimlerde, ekonomik kaynaklar genellikle liderin kontrolündedir. Vergi toplama, toprak yönetimi ve diğer ekonomik faaliyetler liderin şahsi otoritesi altında şekillenmektedir. Modern devletlerde kurallar, prosedürler ve kurumlar ön planda olup bireylerden bağımsız bir yapı vardır. Ancak patrimonyalizmde, liderin kişisel otoritesi tüm sistemi belirlemektedir. Burjuvazi, devletin gölgesinde kalırken sivil toplum kuruluşları ve sendikalar, rejimi istikrarsızlaştırıcı etki doğuracağı düşüncesiyle özerk yapıdan uzak bir mahiyete sahiptir.Bu durum, özellikle Ortadoğu üzerinde çalışan sosyal-siyaset bilimcilerin ortak kanaatlarini oluştururken bu postülaya göre toplum, hegemonyanın toplumsal birliği, ekonomik kalkınmayı ve sosyal adaleti sağlayacağı iddiasıyla menfaatlerinden ve siyasi katılımdan feragat edebilmektedir.Zira Ortadoğu’daki meşruiyet kaynaklarının önceliğinidini inanç ve milliyetçilik düşüncesi/duygusu oluşturmaktadır.
Demokrasi, anayasal düzen, insan hakları gibi olgular ikinci planda konumlanırken din ve milliyetçilik, siyasi istikrarın makro ölçekteki dinamiklerini oluşturmaktadır. Paydaş dini ve milliyetçilik değerlerinin eksikliği, toplumsal düzensizlik ve çatışmaları doğurabileceği düşüncesiyle; toplumsal en küçük yapı gruplarından aile, kabile, dernek, meslek grupları gibi yapılar, mikro bağlılığın temel unsurlarını oluşturmaktadır.
Patrimonyalizm, otoriter rejimlerin uzun ömürlülüğüne dayanak noktaları oluşturmaktadır.Muhalefeti pasifize ederek adam kayırmacılık ve ihtiyari himayecilikle kendisine sadık bir taban inşa etmeye çalışmaktadır. Özellikle demokratik değerlerin güç kazanmasına karşı otoriter rejimleri dirençli hale getirirken kamusal kurumlarda bina ettiği yapılanmayla toplumsal ve siyasal reformlara ve politik esnekliğe engel olmaktadır. Keza patrimonyalizmi temel almayan kurumsallaşma, toplumsal ve siyasal reformlara karşı daha toleranslıdır.Evvela baskın araçların rasyonel kurumsallaşması zemininde güvenlik eliti, devletten ayrı bir kurumsal kimlik tinine sahiptir. Bu farklı ruh, herhangi bir görev, aidiyet ya da bir meslek zümresidir. Hemen hemen her hükümet sisteminde devletin kolluk güçleri, ülkenin iç ve dış saldırılara karşı savunulması ve hükümet politikalarının uygulanması için başat rolü üstlenmektedir.Otoriter sistemlerde kolluk kuvvetlerinin üstlendiği rol, daha belirgin bir şekilde siyasi sahaya yansımaktadır. Bu durum, iktidarın otoriterleşmesini sağlamlaştırdığı gibi toplumsal dinamikleri tıkamaktadır.Dolayısıyla patrimonyal yönetim anlayışına sahip ülkeler,rasyonel kurumsallaşmaya geçmekte zorlanmaktadır.Bu tarz kişisel otorite üzerine kurulu olan rejimler, hukukun üstünlüğüne değil, yöneticinin takdirine bağlı olan çıkar rejimleridir.
Patrimonyalizm hegemonyası, sadece Ortadoğu’ya özgü istisnai bir olgu değildir.Bölgenin rasyonel kurumsallaşma seviyesinin düşük olması siyasi-sosyal reformlara karşı dirençli yapıların tezahür etmesine neden olmaktadır. Kamusal alan ve özel alan arasındaki ahlaki ayrım soyutlandığı için egemen elitin aşırı zenginleşmesi sonucunda toplum içindeki sınıflar arası uçurumlar derinleşmektedir. Liyakat esasından uzak bir bürokratik yapının kurulmasıkamusal hizmetlerin yürütülmesinde kişisel teamülleri ön plana çıkarırken kabilevi bir devlet düzeni zemininde otoriter iktidara tam biat anlayışını beslemektedir.
Patrimonyal yönetimlerin temel özelliklerinden biri olan patronaj sistemi, siyasi bağlılık temelinde çıkar ilişkilerinin yönetilmesini ifade etmektedir. Bu çerçevede, kaynakların ve pozisyonların sadakat temelinde dağıtılması, kurumsallaşmanın zayıflamasına neden olmaktadır.
SİYASİ BAĞLILIK TEMELİNDE ÇIKAR İLİŞKİLERİNİN YÖNETİLMESİ
Modern siyasal sistemlerde, patrimonyal öğelerin yeniden ortaya çıkması, çoğunlukla liderliğin şahsileşmesi, kurumsal şeffaflık eksikliği ve siyasi iktidarın merkeziyetçileşmesiyle ilişkili görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu öğeler hem yolsuzluk hem de siyasi istikrarsızlık problemlerinin artmasına neden olmaktadır.
Patrimonyal yönetimlerin temel özelliklerinden biri olan patronaj sistemi, siyasi bağlılık temelinde çıkar ilişkilerinin yönetilmesini ifade etmektedir. Bu çerçevede, kaynakların ve pozisyonların sadakat temelinde dağıtılması, kurumsallaşmanın zayıflamasına neden olmaktadır. Patrimonyal bağlara dayandırılarak biat temelli oluşturulan kurumsal öğeler, otoriter rejimlerin yaslandığıiktidarın ana sütunlarını oluşturmaktadır.Bu düzenin siyasi reformlara karşı olduğu zeminde demokratik gelişim meydana gelemez.Ortadoğu’daki otoriterizm direnci, bu kurumsal bağlarla oluşturulmuş temeller üzerinde mevcudiyetini korurken her türlü reform girişimini, iktidarına tehlike arz ettiği bir perspektifle radikalleştirmektedir.
Geleneksel yönetim sistemlerinin bir kalıntısı olarak modern siyasi sistemlerde de etkisini hissettiren Patrimonyal egemenlik ve bu sistemin kurumsal öğeleri, yöneticilerin yetki alanlarını şahsileştirme eğilimlerini desteklemekte ve hukukun üstünlüğünü zedeleyerek siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa zemin hazırlamaktadır. Bu durum, toplumsal güvenin azalması ve kurumsal yapının erozyona uğraması gibi kaçınılmaz sonuçlar doğurmaktadır.
Raymond Aron, Demokrasi ve Totalitarizm başlıklı eserindeanayasal düzene dayalı çoğulcu bir rejimin bozulmaması adına rejime temel hizmeti gören formüle saygı duyulması, kurumların ilkeleri içinde kabul edilmeleri, bu kurumların görevlerini yerine getirmeleri için gerekli zihniyetin, kitlelerde bulunmasa dahi yönetici kadro tarafından içselleştirilmesi gerektiğinden bahsetmiştir. Bu değerlendirme günümüze de ışık tutan bir perspektif olması mahiyetiyle son derece düşündürücü ve önemlidir.
Yorum Yazın