Belediye Partisi CHP’nin tıpkı AKP gibi güçlü bir sosyal medya ağı ve kendi yandaş medyası var. Partinin organik aydınları, yani CHP Genel Merkezinin söylemini olduğu gibi tekrar eden yorumcular düşünsel çoğulculuğu daha da daraltmış durumda. Sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecini hatırlamak bile bu yanlı medyanın yarattığı totaliter iklimi gözler önüne sermek için yeterli. Sorunun çözümü ise bu nedenle aynı yerde. CHP’nin parti olarak belediyelerle arasına mesafe koyması gerek.
Çok uzun bir süre Kemalizm eleştirisi demokratik kamuoyunun temel söylem alanlarından biri oldu. Liberal, liberal sol, İslamcı, muhafazakar, sosyalist ve Kürt milliyetçisi kesimlerin çeşitli düzeylerde katkı sunduğu Anti-Kemalist anlatı Türkiye’deki demokrasi eksikliği sorunundan tümüyle Atatürkçü siyaset anlayışını sorumlu tutuluyordu. Toplum mühendisliği, bürokratik vesayet ile merkez-çevre gibi kavramlar bu saplantılı Atatürkçülük eleştirisinin başlıca unsurları olarak popülerleşti.
Ancak kabaca Gezi olaylarını takip eden süreçte başka bir siyasal ve sosyal gerçeklikle karşılaştı Türkiye. Liberallerin kurtarıcı özne olarak kutsadıkları İslamcı-muhafazakar siyaset en az Kemalizm kadar otoriter olabiliyordu. Bürokratik vesayetin çözülmesi Türk siyasetini sivilleştirse de demokratikleştirmemişti. Ayrıca devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak görülen Atatürkçülük ciddi bir sivillik potansiyeline sahipti. Sekülerliğe ve yurttaşlığa dayalı Atatürkçü mayalanma göz ardı edildiğinde ülkenin demokrasi seviyesi daha da irtifa kaybediyordu. Resmi ideoloji eleştirisine bağlılığını hala koruyan fanatik bir azınlığı saymazsak bugünün Türk siyaseti değerlendirmelerinde Kemalizm’e yönelik olumsuz yorumlar değil, post-Kemalizm koşulları ağır basıyor. Atatürkçülükteki otoriterliği aşırı şekilde vurgulayan, tarihi çarpıtarak mazlum muhafazakar özneyi dokunulmaz ve tartışılmaz kılan dil artık o kadar da revaçta değil. Çünkü otoriterlik sadece Atatürkçülüğe özgü bir sorun değil.
Kitleselmiş tüm siyasi akımlarımız çoğulculuk, bireycilik, eşitlik, tanınma ve demokratik katılım gibi evrensel parametreler bakımından sınıfta kalmakta. Tüm bunlar doğru. Ancak muhalif kamuoyunun AKP karşıtlığında yoğunlaşan histerik hali post-Kemalizm’le birlikte düşünüldüğünde geçmişteki patolojik değerlendirme düzeyini aksi yönde, ama tüm unsurlarıyla yeniden üreten bir siyasal iklimle karşı karşıya kaldığımız gerçeği de doğru. Kemalizm eleştirisinin itibardan düşmesi post-Kemalizm koşullarında başka bir CHP anlatısına olan ihtiyacı ortadan kaldırmıyor. Çünkü CHP’li aktörlerin popülist söylemleri ve yerel iktidarla kurduğu patronajcı ilişki yeni bir otoriterliği bize dayatmakta.
Devletle eklemlenmede yerel yönetim düzeyi ön plana çıkıyor. Belediyenin partinin ağırlık merkezi olmasının siyasi kaliteyi düşürdüğü ise açıkça ortada. Bülent Ecevit, İsmail Cem ya da Deniz Baykal gibi siyasetçilerin yerini Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş aldı.
BELEDİYENİN AĞIRLIK MERKEZİ OLMASI SİYASİ KALİTEYİ DÜŞÜRÜYOR
Yeni CHP her şeyden önce bir belediye partisi. Siyasal bir varlık olan parti belediyelerin içinde erimiş durumda. Devletle eklemlenmede yerel yönetim düzeyi ön plana çıkıyor. Belediyenin partinin ağırlık merkezi olmasının siyasi kaliteyi düşürdüğü ise açıkça ortada. Bülent Ecevit, İsmail Cem ya da Deniz Baykal gibi siyasetçilerin yerini Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş aldı.
İlk gruptan ikinci gruba geçtiğinizde Türkiye ve dünya meseleleri hakkında görüş bildiren, kendi özgün fikir ve tavırları olan siyaset geleneğinin ortadan kalktığını görüyoruz. İdeoloji ve fikre dayalı hizip tartışmaları etkisini yitirdi. Çünkü ideoloji ve fikir önemli olmaktan çıktı. Sadece kişiler tartışılıyor. Partinin her zaman en hararetli gündemi kim aday olacak sorusunun olası yanıtlarında gizli. Ekrem İmamoğlu mu, Mansur Yavaş mı? Herkes böyle şeyler konuşuyor. Dahası CHP’nin mental ufku Anti-Tayyipçilikte sabitlenmiş durumda.
Erdoğan’a seçim kaybettirecek siyasal strateji dışında hiç kimse hiçbir şey duymak istemiyor. Bu noktada denilebilir ki, ama siyasetçilerin özgün ağırlıklarında gerileme sadece CHP’nin değil popülizm koşullarında siyaset yapan tüm kitle partilerinin sorunu. Evet, şüphesiz ki öyle. Ama CHP’nin belediyelerle kurduğu organik ilişkinin yarattığı apolitizm genel siyasal yozlaşmanın çok ötesinde bir düzeye ulaşmış durumda.
Belediye rantının gücüyle Kılıçdaroğlu liderliğindeki genel merkez partiyi dikensiz bir gül bahçesine dönüştürdü. Ön seçimi ve parti içi demokrasiyi tümüyle ortadan kaldırdı. Farklı düşünen herkes tasfiye edildi. Özel ise İmamoğlu’yla arasındaki göreli vesayet ilişkisi etkinliğini bir ölçüde sınırlasa da Kılıçdaroğlu’nun parti içi oligarşik siyasetini devam ettiriyor. Çünkü elinde daha fazla belediye var.
GÖRELİ VESAYET İLİŞKİSİ OLİGARŞİK SİYASETİ DEVAM ETTİRİYOR
CHP’nin belediye partisine dönüşme sürecinin aynı zamanda apolitikleşme anlamına geldiği argümanı için biraz daha detay verebiliriz. Belediye rantını ihaleler yoluyla kendi yandaş şirketlerine aktaran, ortaya çıkan devasa mali güçle delegeleri de finanse eden bir yapı var karşımızda. CHP’nin iktidar elitlerinin önemli bir kısmı belediyelerle irtibatlı. Dahası belediye başkanlarını atayan genel merkez bu yolla büyük bir parti içi siyasal otoriteye kavuşmuş durumda.
Kemal Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce arasındaki siyasal rekabeti hatırlayalım. Kılıçdaroğlu büyük iller ve onların metropol ilçelerinden gelen delegelerden yoğun bir şekilde destek alırdı. Muhalif İnce’nin yanında olan kesimler ise genellikle belediye rantından mahrum kalan CHP’nin çevresi denilebilecek taşra siyasetçileriydi. İnce’nin parti içi iktidarı ele geçirmek için başlattığı ve başarısızlıkla sonuçlanan 2018 kalkışmasından sonra ise genel merkez-belediye işbirliği çok daha güçlendi.
2019 yerel seçiminde İstanbul ve Ankara’nın kazanılması genel başkana partiyi tıpkı bir sağ parti gibi istediği şekilde yönetme gücü verdi. Belediye rantının gücüyle Kılıçdaroğlu liderliğindeki genel merkez partiyi dikensiz bir gül bahçesine dönüştürdü. Ön seçimi ve parti içi demokrasiyi tümüyle ortadan kaldırdı. Farklı düşünen herkes tasfiye edildi. Özel ise İmamoğlu’yla arasındaki göreli vesayet ilişkisi etkinliğini bir ölçüde sınırlasa da Kılıçdaroğlu’nun parti içi oligarşik siyasetini devam ettiriyor. Çünkü elinde daha fazla belediye var. Genel merkez ve Saraçhane tarafından atanan belediye başkan adayları Yeni CHP liderliğine her türlü muhalefet girişimini bastırmasına olanak sağlayacak düzeyde kaynak sağlamış durumda.
Belediye Partisi CHP’nin tıpkı AKP gibi güçlü bir sosyal medya ağı ve kendi yandaş medyası var. Partinin organik aydınları, yani CHP Genel Merkezinin söylemini olduğu gibi tekrar eden yorumcular düşünsel çoğulculuğu daha da daraltmış durumda. Sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecini hatırlamak bile bu yanlı medyanın yarattığı totaliter iklimi gözler önüne sermek için yeterli. Parti kontrolündeki medyanın Kılıçdaroğlu’na itiraz eden herkesi AKP ajanı, hain, demokrasi düşmanı, Alevi düşmanı ve sağcı diye damgalaması bu nedenle şaşırtıcı değil.
Yaşadığımız şey bir trajedi. İktidara otoriter diyen bir muhalefet var. Ama muhalefetin kendisi de otoriter. Sorunun çözümü ise bu nedenle aynı yerde. CHP’nin parti olarak belediyelerle arasına mesafe koyması gerek. Aksi taktirde yapılan siyaset çoğulculuk ve demokrasi karşıtı bir apolitizm düzeyinde sonuç doğurmaya devam edecek.
Yorum Yazın