Şu hâliyle yerel seçimler oynanmakta olan “ortaoyununda” başka bir perde o kadar. Kavuklu gelsin, Pişekar gitsin; gülelim, eğlenelim. Oysa demokrasinin sahteleştiği her bir seçim, bir sonraki idarecimizin niteliğini belirliyor, bunu bilelim.
Geri sayım başladı, bundan sonraki bir buçuk ayı gerilim filmi tadında geçireceğiz. Sinemada korku türüyle gerilim türü arasındaki farkı sormuşlar Hitchcock’a, “korku filminde masanın altındaki bomba aniden patlar, gerilim filminde saatli bombanın saatinin geri sayımını görürsünüz” demiş özetle.
Biz de ne olacağını bildiğimiz bir sona doğru hızla önce yavaş, sonra da hızla ilerliyoruz. Sonun ne olacağını bildiğimizi söyledim, burada da bulmaca ile esrar arasındaki farka bakmamız lazım. Eğer önümüzdeki sorunu daha fazla bilgiye sahip olduğumuzda çözebiliyorsak, buna bulmaca deriz, niteliksiz dedektif romanlarında öyle olur… Ama önümüzdeki sorun kendiliğinden bir belirsizlik içeriyorsa, bu esrara daha yakın bir şeydir, bir Üçüncü Dünya Savaşı’na gidip gitmediğimiz gibi. Bulmacaların tek bir çözümü olur, daha fazla bilgi daha kolay çözüm anlamına gelir. Oysa bir esrarla karşı karşıya kaldığınızda daha fazla bilgiye sahip olmak ancak kafa karıştırır.
31 Mart seçimlerine giderken, karşımızdaki mesele bir bulmaca mı, esrar mı?
Hep söylenegelen şey, eğer belediye başkanlığı seçimlerinden bahsediyorsak hem ilçelerin hem de büyükşehirlerin büyük kısmında kazanan şimdiden belli. Otuz büyükşehrin ancak yedisinde partiler arasında bir rekabet görebiliriz, ilçelerde de oran çok farklı değil. Rekabetçi diyebileceğimiz bazı yerlerde de basit bir bulmacayla karşı karşıyayız, seçimde ittifaklar mı yarışacak, partiler mi?
Cumhur İttifakı için YRP’nin ne yapacağı bir bulmacayken, muhalefet tarafında, özellikle büyükşehirlerde İYİP ve DEM’in tutumları belirleyici olabilecek. Bu soruların muhtemel yanıtlarını iki vakte kadar öğreniriz, içimiz rahatlar. Seçim bulmacasını etkileyebilecek bir dışsal faktör de ekonominin gidişatı olacak. Neredeyse kanun hâline dönüştü, iktidar partileri Mart’ta hep oy kaybediyorlar hem kış şartları hem de ekonominin etkisiyle.
2023 seçimlerinden sonra artan enflasyon, yoksulluk ya da işsizliğin muhalefete kendiliğinden seçimi getirmediği gördük, ancak seçmen ekonomiyi yok saymadığını da kendince gösterdi. Bu nedenle mart ayına kadar yaşayacaklarımız şimdilik kesin saydığımız bazı sonuçları değiştirir mi, işte bu muamma, belirsizlik faktörü burada devreye giriyor. Yine de seçimler çok karmaşık esrarlar sunmuyorlar, 1 Nisan sabahı uyandığımızda şimdiden bizi geren bu filmin sonunu görmüş olacağız.
Seçime girip kazananlar kaybedenler haricinde çok fazla kişinin hayatını doğrudan etkilemeyecek, bunu biliyoruz. Bir de kimin belediye başkanı olduğuna bağlı olarak işinden olacaklar, iş bulacaklar, arsası kıymete binecekler, sosyal yardımlara daha az ya da daha fazla erişecekler için de seçim sonucu üzerine düşünmeye değer olacak. Geri kalanlarımızsa gündelik gailemizin içine döneceğiz.
Eğer kime oy vereceğimizi biz belirlemiyorsak, adayların belirlenmesine herhangi bir dahlimiz olmuyorsa, yerel yöneticileri yaşam kalitemizi nasıl etkilediklerine göre yargılayamıyorsak; bu seçimlere neden ilgi duyalım ki?
Tabii ki yerel seçimler önemli, sıradan bir günümüzün büyük kısmına yerel yönetimlerin dokunuşu var. Gitmek istediğimiz yere nasıl ulaştığımız, yürüdüğümüz yolların temizliği, aldığımız nefesin kalitesi, çocuklarımız götürdüğümüz parklar ve birçok şeyi halletmesini belediyelerden bekliyoruz. Keza, yerel yönetimler ters bir işlev üstlenip yaşadığımız yeri yaşanmaz hâle de getirebiliyorlar, mahallenin ortasına kimseye sormadan kuleler dikmek gibi. Rant ya da başka sebeplerden şehrin bazı bölgelerini önceleyip diğerlerini yok sayarak, ya da elde avuçta ne varsa “façade” düzeltmeye harcayıp geri kalanı virane halinde bırakarak da yaşam kalitemizi düşürdüklerini görüyoruz. Üstelik ellerindeki olanaklarla çok daha fazlasını yapabilecek güce de sahipler.
O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor; yerel seçimler bu kadar önemliyse, önemsememiz için neden bunu bir ölüm-kalım meselesi olarak sunulması gerekiyor? Yerel seçimlerde oy kullanmanın zorunlu olmadığı 1980 öncesi günlerde zaten pek de ilgi çekmiyormuş katılım oranı yüzde 70’lere kadar düşmüş. Seksen sonrası dönemde maşallahımız var, yüzde 86 gördük en son seçimlerde. Deneyimimiz gösterdi ki eğer bu seçimler iktidarın “götürülebileceği” bir seçim olarak sunulmazsa, hava da güzelse, pikniğe gitmek yönünde ağır bir eğilimimiz var. Siyasi partiler bu gerçeğin farkında olduklarından seçime doğru gazı verdikçe veriyorlar, gerilimi arttırıyorlar. Her türlü medyanın da bu gazdan istifade ettiklerini biliyoruz, siyasetin magazinleşmesi ve bir at yarışı şeklinde sunulması hem medyaya hem de seçimlere ilgiyi arttırıyor. Sadece bizim sorunumuz değil, bu sene göreceksiniz ABD’de de at yarışı haberciliği geri kalan her şeyi gölgeleyecek.
Yerel seçimlerin birer referandum ya da plebisite dönüşmesi biz vatandaşın işine gelen bir şey değil. Eğer bu seçimler, fiks mönüden seçmek yerine gerçek bir seçim işlevi taşısaydı; biz de önümüzdeki beş yıl boyunca hayatımızı etkileyecek yöneticileri geçmişteki performansları ya da vaatleri üzerinden değerlendirir, oyumuzu ona göre verirdik.
Oysa yerel seçimlerin birer referandum ya da plebisite dönüşmesi biz vatandaşın işine gelen bir şey değil. Eğer bu seçimler, fiks mönüden seçmek yerine gerçek bir seçim işlevi taşısaydı; biz de önümüzdeki beş yıl boyunca hayatımızı etkileyecek yöneticileri geçmişteki performansları ya da vaatleri üzerinden değerlendirir, oyumuzu ona göre verirdik. Onlar da bir sonraki seçimde icraatlarıyla yargılanacağını bilirler, ona göre davranırlardı. Onun yerine hepimizin kimlik hâline getirdiği parti tercihlerimizle “tıpış tıpış” sandığa gittiğimizden böyle bir kaygıları olmuyor, nasıl olsa oylar cepte garanti. Adayların hem belediye başkanının hem de belediye meclis üyelerinin belirlenme biçimi de bunda rol oynuyor. Her ne kadar bazı yerlerde göstermelik önseçim yapılsa da adaylar genel merkez kararıyla belirleniyor.
Parti üyelerinin katılacağı önseçimlerin yerine nasıl yapıldığı bilinmeyen anketler ya da ileri gelenlerle yapılan istişareler bu karara yol gösteren “veriler” olarak kullanılıyor, bu da kararları meşrulaştırıyor biraz. “Kazanacak aday” ya da “en fazla oy alacak aday” argümanları bu verilerin süzülmesiyle elde ediliyor, doğruluğu tartışılır. Bu söylediğim belediye başkanlarının bir kısmı için geçerli, belediye meclis üyelerinde karar genel merkezin iki dudağı arasında… İstanbul’da ilçenin karar verdiği listenin yolda değiştiğini ya da sıraların açık arttırmaya çıkarıldığını da duyduk zamanında. Bir insan neden belediye meclis üyesi olmak ister, bu başka bir tartışmanın konusu. Eğer kime oy vereceğimizi biz belirlemiyorsak, adayların belirlenmesine herhangi bir dahlimiz olmuyorsa, yerel yöneticileri yaşam kalitemizi nasıl etkilediklerine göre yargılayamıyorsak; bu seçimlere neden ilgi duyalım ki?
Şu hâliyle yerel seçimler oynanmakta olan “ortaoyununda” başka bir perde o kadar, Kavuklu gelsin, Pişekar gitsin; gülelim, eğlenelim. Oysa demokrasinin sahteleştiği her bir seçim, bir sonraki idarecimizin niteliğini belirliyor, bunu bilelim.
Yorum Yazın