Benim solculuğumu daha da pekiştiren ODTÜ bu baskılara karşı yıllar boyunca oluşan geleneğin temsilcisiydi. … İster ateizmi ister inancı savunsunlar, usulleri birbirine benzeyenlerin kaderleri de benzer.
Bugünlerde Demokrasiye sahip çıkan ODTÜ’ye 1986’da girdiğimde de solcuydum. ODTÜ’de solculuk Churchill’in “20’sinde Komünist değilsen vicdanın yoktur” sözünü doğrulayacak denli yaygındır.
ODTÜ’lüler genelde vicdanlıdır.
Aynı sözün devamında Churchill, 40’ında solcu olanları ise akılsızlıkla itham eder.
Churchill’in İngiliz demokrasisinin sembol politik figürü olarak böylesi bir iki yüzlü duruşu neden savunduğu üzerine soldan ve sağdan eleştiri yapmak olası.
Aslında solu sağı ve arasındaki liberalizmi değişimin dozu olarak tarif etmek Churchill’in sözünün sırrını çözmek için kafi. Bu tanımda değişimin kaçınılmazlığı üzerinde durulmaktadır. Solcular değişim hızlı olsun isterler. Sağcılar ise yavaş. Ilımlı bir değişimin peşinde olanlara ise liberaller deniyor.
Sonuçta 20’sinde dünyayı değiştirmek için ve hemen değiştirmek için enerjisini yetersiz bulan birisinin vicdanen yeterince olgunlaşmadığını, 40’ına geldiğinde ise değişimin sindirilmesini anlamayan birinin aklının kıt olduğunu savunmaktadır Sir Winston.
Demokrasiyi Magna Carta’dan bu yana demleyen Büyük Britanya’da politikacıların demokrasiye dair algıları arasında en fazla nüans yada fark yada ikisi birden olabilir.
Londra’nın Hintli Belediye Başkanı yada İskoçya’nın Müslüman Başbakanı bu sağlam dokunun en gözle görülür kanıtları olarak yerini alır.
Dünyada tüm ülkeler ve halkları bu denli şanslı değil. Onlar için demokrasiye ulaşmak onu elde tutmak ve bu konuda ortak noktada uzlaşmak zor işler.
1945 sonrasında ikiye bölünen dünyada Marks’ın ideallerini vaat eden ve bu ideallerin karşısında kapitalizmin çıkarlarını korumaya and içenler olarak ayrışan dünyada benim gibilerin yeri tabi ki ilk cepheydi.Solculuk bu demekti.
Amerika’nın çıkarları doğrultusunda Türkiye’de tüm muhalefeti bu çatışmanın kendilerince kötü tarafına konumlayan egemen ideoloji zaman zaman askeri darbelerle Türkiye’de farklı ses çıkmasının önüne geçmek için hiçbir alanı boş bırakmadı.
Benim solculuğumu daha da pekiştiren ODTÜ bu baskılara karşı yıllar boyunca oluşan geleneğin temsilcisiydi.
Türkiye’nin en cesur, çalışkan ve başarılı bireyleri Soğuk Savaş dönemi çatışmalarında yara aldılar. Türkiye tarihinin 1945-91 arasındaki hikayesi ülkeyi komünizmden ne pahasına olursa olsun korumaya çalışan askeri-bürokratik oligarşinin postal ve sopası altında geçti.
Bugün AKP’nin ve ortağı MHP’nin öncülleri o dönemde Milliyetçi Cephe olarak bu resmi ideolojinin yılmaz bekçileriydi.
1991’de Sovyetlerin 1993’de duvarın yıkılmasıyla beraber dünya Kapitalizm ve Amerika’nın zaferiyle tarihin sonunu getirmenin keyfini çıkarıyordu.
Tabii ki tarihin sonu falan gelmedi. İdeolojik eksen kayması ile kutuplarını yitiren dünya bugün Amerika’dan Özgürlük Heykelinin geri alınmasını tartışıyor.
Şu anda 56 yaşındayım. 40’ı geçeli çok oldu. Winston Churchill’in dediği gibi aklım beni solculuktan alıkoymadı ama 40’ımdan 1 yıl sonra yani 41 yaşımda gittiğim Prag beni komünizm adına kendi diktatörlüklerini hayata geçirenlerle birebir tanıştırdı.
Prag Baharı’nın 1968’den kalan anıları, Kadife Devrim sonrasında ülkenin başına Havel Na Hrad (Havel Kaleye) nidaları ile geçen Vaclav Havel’in ve onun ifade özgürlüğü için yaptığı mücadelenin değerini orada bizzat anladım.
Karl Marx’ın Kapitalist eşitsizliği aşmak için sunduğu reçeteyi parti diktasına çevirerek kendine alet eden ve rakip gördüğü kapitalizme yenilen Reel Sosyalizme 41 yaşımda veda ettim.
Charter 77’nin çalışmalarını ve mücadelesini sergileyen küçük müzede sosyalist ideallerin istismar edilerek insanların hayatlarının nasıl karardığı ve baskı altına alındığı kısa bir bakış bile anlatılmaktaydı.
Ben sosyalizmi değil ama sosyalizm adı altında reel sosyalizmi savunmaktan bu tarihte geri dönülmez olarak vazgeçtim.
İnsanlara özgürce konuşma hakkını çok gören anlayışların idealinde sadece kendi varoluşlarını garanti altına alma kaygısı olduğu açıktır. Baskının, tek tipçiliğin, tek sesin olduğu hiçbir yer sosyalizm değildir. Sosyalizm görünümlü diktatörlüktür.
Türkiye’nin bugünlerine reel sosyalizm denemesinin prizmasından bakmakta büyük fayda vardır. Reel sosyalizmin uygulamaları ile varacağınız yer farklı olmaz. Arkasındaki kitabın rengi değil o kitabı halka anlatmadaki usuldür sizi farklı kılan. Ne yapıldığı değil nasıl yapıldığı belirler aradaki farkı.
Usül içerikten önce gelir... İster ateizmi ister inancı savunsunlar, usulleri birbirine benzeyenlerin kaderleri de benzer.

Yorum Yazın