Bu yazı, obezite sebeplerini, tanı, tedavi ve korunmada dikkat edilmesi gereken hususları konunun uzmanlarıyla en ayrıntılı biçimde ele alan Türkiye'nin Obezite Gerçeği Dosyası: Her Yönüyle Obezite Yazı Dizisi kapsamında yayımlanmaktadır.
Şekerin, çikolatanın ödül olduğu yıllar…“Uslu durursan çikolata veririm’’, “Bu soruyu bilene şeker vereceğim’’, “Arkadaşlarla doğum günümde hamburgerciye gideceğiz’’… Ramazan Bayramı'nda şeker yemek, Kurban Bayramı'nda kavurma yemek, kandillerde simit yemek, düğünlerde ilk iş olarak düğün yemeği planlamak, cenazelerde bile gelenlere ne yedireceğini düşünmek…
Obezite, yani tıbbi olarak yağ dokusunun fazlalığı son yılların en popüler konularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun nedeni sıklığının ve yol açtığı problemlerin giderek tüm dünya ile birlikte ülkemizde de daha fazla görülmesi…Vücut kitle indeksi hesabı (kadında ve erkekte kg/m2 değerinden 30 ve üzeri şişman olarak kabul ediliyor) ile ölçmeye çalıştığımız obezitenin bir de bel çevresi ile ölçülme yöntemi var ki eminim eline mezura alıp ölçmeye kalkan herkesi şaşırtacaktır; kadınlarda 80 cm üzeri bel çevresi kilolu, 90 cm üzeri şişman, erkeklerde 90 cm üzeri kilolu ve 100 cm üzeri şişman olarak kabul ediliyor. Çünkü son 20 yılda anlaşıldı ki, özellikle bel çevresi abdominal yağ dokusu, eskiden sandığımız gibi sadece enerji depolamaya yarayan tembel bir doku değil, başta insülin direnci oluşturan ve başka birçok etkisi olan “adipokinler” dediğimiz birtakım hormonlar salgılayıp açlık hissimizi, kan şeker düzeyimizi, hatta dilimizdeki tat tomurcuklarının hassasiyetini bile etkileyebiliyor. Böylece kilo almaya başladıkça yağ dokusunun artışı genetik yatkınlığımıza göre er veya geç şeker kontrolümüzü bozup bizi “şeker hastası” olmaya doğru itekliyor.
Peki, yağ dokumuz neden son yıllarda arttı? Aslında her ülkede ve yıllar içinde zamanla olan bir durum. Sanat tarihi araştırmalarında ortaya çıkıyor ki ünlü Rönesans ressamı ve bilim adamı Leonardo da Vinci zamanında ve öncesinde “İsa’nın Son Akşam Yemeği’’ tablosunda Hz. İsa ve arkadaşları ekmek ve birkaç parça yiyecekle doyarken yıllar geçtikçe sofradaki yiyecekler artmış, etler, üzümler, ekmekler eklenmiş, yani giderek “Hz. İsa ve arkadaşları bu kadarla doymaz’’ diyerek yiyecekler çoğalmış, çünkü bizim yediğimiz porsiyonlar büyümüş. Modern dünya insanı ilk çağ insanından çok daha az av peşinde koşarken, daha fazla kalori alıyor. Tabii ki yediklerimizin içeriği, eklenen kimyasallar da bu işte önemli rol oynuyor. Ama hareketimizin azaldığı kesin, artık ayakkabılar eskimiyor.
Diğer önemli nokta artık doyduğunu fark edip durabilme yeteneğini kaybettiren “Aaaa, o tabak bitecek’’, “Tabakta yemek bırakılmaz’’, “Bak o yemekler arkandan ağlar’’ cümleleri…
‘O YEMEKLER ARKANDAN AĞLAR’
Ülkemizdeki obezitenin Türk kültürü ile ilişkisine gelirsek, çocukluk yaşlarımıza dönmemiz gerekecek… Şekerin, çikolatanın ödül olduğu yıllar…“Uslu durursan çikolata veririm’’, “Bu soruyu bilene şeker vereceğim’’, “Arkadaşlarla doğum günümde hamburgerciye gideceğiz’’… Ramazan Bayramı'nda şeker yemek, Kurban Bayramı'nda kavurma yemek, kandillerde simit yemek, düğünlerde ilk iş olarak düğün yemeği planlamak, cenazelerde bile gelenlere ne yedireceğini düşünmek… Tatlının ve yemeğin beynimizde "ödül" olarak kodlanmasının güzel örnekleri…Yemeğe "ödül" olarak bakmak o kadar sık ki, diyetle sporla zayıflayan hastalar bile "eee artık bu kadar kilo verdiğime göre ödül olarak kebapçıya gidip…’’ diye cümleler kuruyor… Ödül olan şey bizi mutlu eder, biz de her mutluluk arayışımızda o ödülü arar ve buluruz. "Duygusal yeme" terimini mutlaka duymuşsunuzdur, "bugün canım mı sıkkın, haydi, bir dilim pasta moralimi düzeltir’’, “Harika bir projeyi bitirdim, ödül olarak kendime pizza ısmarladım"... Ve sonrasında suçluluk duygusu, diyete başlamanın ertelenmesi vb vb…
Diğer önemli nokta artık doyduğunu fark edip durabilme yeteneğini kaybettiren “Aaaa, o tabak bitecek’’, “Tabakta yemek bırakılmaz’’, “Bak o yemekler arkandan ağlar’’ cümleleri… Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir deney benzer bir "doyduğunu fark edememe" sorununu ortaya koyuyor, özel bir düzenekle çorba içen müşterilerinin tabağı masanın altından sürekli dolduruluyor. Amerikalılar tabaktaki çorbayı bitirmeye odaklandıkları için 20 dakikadır içtikleri çorbanın neden bitmediğini fark etmeden içmeye devam ediyorlar. Fransızlar doyunca duruyor ve çorbanın hiç azalmamasına şaşırıyor. Bu iki ülkenin obezite farklılığı da sonucu doğruluyor.
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD)’nin TURDEP (Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrin Hastalıklar Prevalans Çalışması) çalışmalarına bakarsak 1998’de yapılan TURDEP 1’de çalışmaya katılan kişilerin %42’si normal kiloda, %35’i kilolu ve %22’si obez bulunmuşken, 2010 yılında yapılan TURDEP 2’de %26’mız normal kiloda, %35 kilolu ve %36 obez çıkıyor. Aynı çalışmada 12 yıl arayla bakıldığında diyabet sıklığı %13.7’ye çıkmış ve %90, obezite ise %44 artmış bulunmaktadır. Dolayısıyla ülkece şişmanlıyoruz. Hareketimizi artırmadan, beslenmemizi düzeltmeden devam edersek diyabet artışında dünya rekoruna koşan bir ülke olabiliriz. Obezitenin önlenmesinde hareketin ve sağlıklı beslenmenin teşvik edilmesi dışında bizim de yiyecek algımızda, geleneksel alışkanlıklarımızda bazı değişiklikler yapma zamanımızın geldiğini düşünüyorum. Özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde, henüz bu alışkanlıklar yanlış şekilde oturmadan düzeltebileceğimiz noktalar var. Erişkin olarak da gecikmeden vücudumuzu korumak, uzun yaşamak kadar kaliteli ve sağlıklı yaşamak için kendimize iyi bakmak, daha sağlıklı yaş almak bazı çabalarla mümkün olabilir.
Sağlıkla kalın.
Yorum Yazın