Yeni dönemde, Suriye’deki farklı grupların ve etnik yapıların birbirine karşı olan düşmanlıkları, Türkiye’nin müttefikleriyle uyum içinde hareket etmesini zorlaştırabilir. Türkiye’nin bölgedeki çözüm dinamiğini tek başına sırtlanması, çözümden öte yeni bölgesel sorunlara kapı aralayabilir. Neo-Osmanlıcılığın getirdiği dış politikada aktif bir tutum, Türkiye'nin iç politikasında da zorluklara yol açabilir.
Suriye’deki iç savaş, 2011 yılından bu yana bölgesel ve küresel dinamikleri derinden etkileyen bir kriz haline gelmiştir. Türkiye, bu savaşın başından itibaren hem güvenlik hem de dış politika açısından önemli stratejik tercihler yapmak zorunda kalmıştır. 2011’de Beşar Esad yönetiminin sarsılmaya başlamasının ardından, Türkiye’nin Suriye politikası büyük bir değişim geçirmiş ve AKP hükümetinin Neo-Osmanlıcılık perspektifi öne çıkmıştır.
Neo-Osmanlıcılık, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerine kurulu bir dış politika anlayışı olarak, 2000’li yıllarda, Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” doktrini aracılığıyla teorik bir çerçeveye oturtulurken özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Türk etkisini yeniden tesis etmeyi amaçlamaktadır. Ancak, AKP’nin bu politikası, zamanla birçok risk ve belirsizlik ortaya koymuş, Türkiye’yi dış politikada karmaşık bir konumda bırakmıştır.
Neo-Osmanlıcılık Nedir?
Neo-Osmanlıcılık, Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel ve tarihi mirasını, günümüz dünyasında Türkiye’nin stratejik çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme amacı güden bir dış politika anlayışıdır. Bu anlayış, Osmanlı’nın eski topraklarında, özellikle Arap ve Balkan dünyasında, Türkiye’nin daha etkin bir rol oynamasını hedeflemektedir. Bu yaklaşım, geçmişe dayalı güçlü tarihsel bağları kullanarak Türkiye’nin çevresindeki ülkelerle ilişkilerini derinleştirmeyi savunmaktadır. Zira Osmanlı döneminde Halep ve Şam gibi şehirler, Anadolu ile hem ticari hem de kültürel açıdan güçlü ilişkiler kurmuştur. Bugün bu bağların yeniden canlandırılmasının, Türkiye’nin bölgesel stratejilerinde önemli bir rol oynayacağını savunan Neo-Osmanlıcı bakış açısı, tarihsel sorumluluklar kadar ekonomik ve siyasi fırsatların da öne çıkarılmasını önermektedir.
Başlangıçta bir soft power (yumuşak güç) stratejisi olarak kurgulanan bu yaklaşım, zamanla askeri ve diplomatik müdahalelerle daha aktif bir hale gelmiştir. Türkiye, Suriye’deki iç savaşa müdahil olarak, Esad karşıtı grupları desteklemiş ve özellikle muhaliflere yönelik askeri operasyonlarla etki alanını genişletmeye çalışmıştır.
Suriye’deki Değişen Dönem ve Türkiye’nin Yeni Stratejisi
Beşar Esad’ın 2011 sonrası Suriye’deki yönetimini sürdürme çabaları, Türkiye için büyük bir dış politika sorunu haline gelmiştir. AKP hükümeti, başlangıçta Esad’ın bir reform yapacağına dair beklentilerle Suriye’ye yönelik daha ılımlı bir yaklaşım sergilemişken, iç savaşın şiddetlenmesi ve Esad yönetiminin sertleşen tutumu Türkiye’yi rejime karşı muhalefet saflarında yer almaya itmiştir. Bu dönemde, Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumlarının yükselmesine karşı da tepkilerini arttırmış ve Suriye’nin kuzeyinde askerî müdahalelere başlamıştır.
AKP, 2011 sonrası süreçte, bölgedeki tarihi ve kültürel bağları ön plana çıkaran bir dış politika anlayışını benimsemiştir. Bu bağlamda, Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyinde etkinlik kurması, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski sınırlarında yeniden bir Türk etkisi yaratma amacı taşımıştır. Ancak, zamanla bu yaklaşımın çeşitli riskler ve belirsizlikler doğurduğu gözlemlenmiştir.
Suriye iç savaşı, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden önemli sorunlar doğurmuştur. Özellikle PYD/YPG gibi yapılanmaların etkinliği, Türkiye’nin ulusal güvenliği ve bölgesel istikrarı açısından ciddi riskler taşımaktadır. Bu doğrultuda Türkiye, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi sınır ötesi askeri operasyonlarla terör unsurlarını etkisiz hale getirmeye yönelik adımlar atmıştır. Bu operasyonlar, yalnızca sınır güvenliğini sağlama amacı taşımamakta, aynı zamanda yerinden edilmiş Suriyelilerin güvenli bir şekilde geri dönmesini kolaylaştırmayı ve sınır bölgelerinde güvenli alanlar oluşturmayı hedeflemiştir.
Suriye’deki rejimin yıkılması ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ülkeden ayrılmasıyla 8 Aralık 2024 tarihinden itibaren Suriye’de yeni bir siyasal dönem başlamıştır. Bu gelişme, bölge coğrafyasında yerel ve uluslararası aktörler açısından önemli stratejik hesapları gündeme getirmiştir.
Esad rejiminin çöküşü sonrasında yeniden gündeme gelen Neo-Osmanlıcı perspektif, Türkiye’nin Suriye’de yeni bir siyasi yapının inşasında önderlik etmesi gerekliliğini savunarak Türkiye’nin bölgede daha aktif bir politika izlemesi gerektiğini belirtmektedir. Neo-Osmanlıcı perspektif, Esad rejiminin yıkılmasını Türkiye’nin bölgesel çıkarları ve çözüm önerileri açısından önemli bir fırsat olarak görürken Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik politikalarını, ulusal çıkarların güvenliği açısından bir gereklilik olarak yorumlamaktadır.
Bu bakış açısına göre Suriye’nin yeniden inşasında, Türkiye’ye ticari ve ekonomik açıdan büyük bir fırsat doğmaktadır. Neo-Osmanlıcı perspektif, Türkiye’nin bu sürecte liderlik üstlenerek hem bölge ekonomisine hem de kendi ekonomisine katkı sağlayabileceğini düşünmektedir. Neo-Osmanlıcı perspektife göre; Türkiye’nin enerji hatları, inşaat sektörü, altyapı projeleri gibi alanlardaki tecrübesi, Suriye’nin yeniden inşasında çok önemli bir rol oynacağı gibi sınır ticaretinin geliştirilmesi, Suriye üzerinden Körfez ve Orta Doğu pazarlarına ulaşımı kolaylaştıracak yeni projeler, bölgesel ekonomik entegrasyonu da teşvik edecektir. Ancak Neo-Osmanlıcı perspektif, sıralanan bu fırsat ihtimalleriyle birlikte çok ciddi riskleri de barındırmaktadır.
Neo-Osmanlıcılık Politikasının Riskleri
Neo-Osmanlıcı dış politika, Türkiye’nin etki alanını genişletmeye çalışırken, bölgedeki istikrarsızlıktan kötü anlamda etkilenme riskini taşımaktadır. Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerdeki iç savaşlar ve güç boşlukları, Türkiye'nin bölgesel hegemonyasını güçlendirmeye yönelik hamlelerini engellemiş ve hatta bu ülkelerdeki askeri varlık Türkiye için güvenlik tehditleri yaratmıştır. Özellikle Suriye’deki Kürt gruplarına yönelik askeri operasyonlar, Türkiye’nin PKK gibi terör örgütüyle daha karmaşık bir mücadeleye girişmesine sebep olurken devletin dış politikadaki toplam enerjisini, tek bir alanda harcamasına neden olmaktadır.
Türkiye’nin Neo-Osmanlıcı dış politika anlayışı, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı güçlerle olan ilişkilerinde ciddi gerilimlere yol açmıştır. Suriye’deki askeri müdahaleler ve özellikle IŞİD karşıtı koalisyonla uyumsuzluk, Türkiye’nin Batı ile olan işbirliğini zedelemiş, ekonomik ve diplomatik izolasyon riski yaratmıştır. Ayrıca, Suriye’deki askeri operasyonlar ve Rusya ile yapılan müzakereler, Türkiye’nin dış politikasının daha çok bağımsız bir rota izleyerek, Batılı müttefikleriyle olan bağlarını gevşetmesine sebep olmuştur. Aynı riskler, Esad sonrası yeni dönemde özellikle Batı ile olan ilişkilerde daha karmaşık bir ilişkiler dairesini barındırmaktadır.
Beşar Esad’ın Suriye’yi terk etmesinin ardından Türkiye’nin, Neo-Osmanlıcılık perspektifiyle bölgesel güç olma çabalarını sürdürmesi pek çok riski ve belirsizliği de beraberinde getirecektir. Türkiye, bu süreçte daha realist ve pragmatik bir dış politika anlayışını benimseyerek, Suriye yönetimiyle yeniden diyalog kurmak ve bölgesel güvenlikte istikrarı sağlamak adına daha dengeli bir yaklaşım geliştirmelidir.
TÜRKİYE, DAHA DENGELİ BİR YAKLAŞIM GELİŞTİRMELİDİR
Neo-Osmanlıcılıkla benimsenen strateji, Esad yönetiminin güçlü kalması ve Rusya ile yapılan yakın işbirliği göz önüne alındığında sürdürülebilir olmamış, Türkiye'nin Suriye’deki siyasi etkisi sınırlı kalmıştır. Yeni dönemde, Suriye’deki farklı grupların ve etnik yapıların birbirine karşı olan düşmanlıkları, Türkiye’nin müttefikleriyle uyum içinde hareket etmesini zorlaştırabilir. Türkiye’nin bölgedeki çözüm dinamiğini tek başına sırtlanması, çözümden öte yeni bölgesel sorunlara kapı aralayabilir.
Neo-Osmanlıcılığın getirdiği dış politikada aktif bir tutum, Türkiye'nin iç politikasında da zorluklara yol açabilir. Türkiye'nin askeri harcamalarının artması, tartışmaları beraberinde getirirken iç politikadaki ekonomik krizler ve yüksek enflasyon gibi sorunlar büyümüştür. Ayrıca, Suriye’li mülteciler meselesi Türkiye için önemli bir iç politika sorunu haline gelmiştir. Suriye'den gelen milyonlarca mülteci, sosyal ve ekonomik sorunları daha da derinleştirmiştir.
Beşar Esad’ın Suriye’yi terk etmesinin ardından Türkiye’nin, Neo-Osmanlıcılık perspektifiyle bölgesel güç olma çabalarını sürdürmesi pek çok riski ve belirsizliği de beraberinde getirecektir. Türkiye, bu süreçte daha realist ve pragmatik bir dış politika anlayışını benimseyerek, Suriye yönetimiyle yeniden diyalog kurmak ve bölgesel güvenlikte istikrarı sağlamak adına daha dengeli bir yaklaşım geliştirmelidir. Aksi takdirde, Neo-Osmanlıcılığın içerdiği riskler, Türkiye’nin dış politikasını daha da izole edebilir ve bölgesel güvenlikte daha büyük tehditler oluşturabilir.
Yorum Yazın