“Öldürmeyelim de çocuklarımızı mı öldürsünler?” İnsanların yaşaması için hayvanların ölmesinin gerektiği bir ülke, White Dog’un atmosferinden farklı değil. Hagen’i istemeyen komşu, orkestra şefi ve Daniel. Bunları da çok uzakta aramaya gerek yok. Sokak köpeklerinin öldürülmesini içeren yasa teklifi için oy kullanmayan muhalefet vekilleri, sokakta hayvanlara yapılan zorbalığa susanlar, çocuğunun bir köpeğe eziyet etmesine seyirci kalan ebeveynler…
“Hayvanlar konusunda kimse bize merhamet dersi vermeye kalkmasın.”
Recep Tayyip Erdoğan
“Sokak hayvanlarıyla ilgili yasa teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’na 29 Temmuz Pazar günü geldi. Sabaha kadar süren görüşmelerde kabul edilen tartışmalı beşinci madde, sokak köpeklerinin öldürülmesinin yolunu açıyor.”
2014 Macaristan yapımı film White Dog’un (özgün adı: Fehér Isten) ilk gösterimi 17 Mayıs 2014’te Cannes Film Festivali’nde gerçekleşti. Cannes’a 1978 senesinde eklenen Belirli Bir Bakış seçkisinde olan film bu ödülün de sahibi. Filmin başrol oyuncularından Hagen isimli köpek Palm Dog ödülü sahibi. Bir köpeğin ödül aldığı film ilk duyumda insanda sıcak bir duygu uyandırıyor. Oysa White Dog izlemesi, düşünmesi, hayal etmesi, duygudaşlık kurması zor bir anlatı sunuyor. Koca koca insanların sokak köpeklerinin yaşam hakkına dair söz ürettiği bir ülkede nefes alınca da bu zorluk katlanarak büyüyor.
Yönetmen Kornél Mundruczó, Macaristan’da yaşanan ve artan ırkçılık olaylarından etkilenerek filme dokunmuş. Rilke’nin “Kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır” cümlesiyle yaptığı açılışla da dünyayı pisliğinden arındıracak tek duygunun sevgi olduğunu söylüyor. Filmde de katliam karşısında durabilen biricik duygu ve durum, Lilive Hagen’in sevgisi.
‘KÖTÜ OLAN HER ŞEY SEVGİMİZE MUHTAÇTIR’
Bu zor anlatı on üç yaşındaki Lili ve onun biricik dostu, köpeği Hagen’i odağa alarak söz üretiyor. Anne babası ayrı yaşayan, velayeti annesinde olan Lili’nin Hagen dışında pek arkadaşı yok. Annesi partneriyle birlikte yurtdışına gitmek zorunda olduğu için Lili ve Hagen’i de babanın (Daniel) evine gönderiyor. Aynı günlerde Macaristan’da çıkan yeni yasaya göre, safkan köpek ırklarını korumak için melez köpek sahipleri köpeklerini barınağa teslim etmek ya da ekstra vergi ödemek zorunda. Bu zorunluluk yüzünden pek çok insan köpeğini sokağa, ölüme terk etmiş durumda. Irkçılık ve mülteci sorununun ilk cümlesi de farklı etnik grupların yaşam hakkının elinden alınmasıdır. Yönetmen Kornél Mundruczó, Macaristan’da yaşanan ve artan ırkçılık olaylarından etkilenerek filme dokunmuş. Rilke’nin“Kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır” cümlesiyle yaptığı açılışla da dünyayı pisliğinden arındıracak tek duygunun sevgi olduğunu söylüyor. Filmde de katliam karşısında durabilen biricik duygu ve durum, Lili ve Hagen’in sevgisi. O sevgi çığ gibi büyüyerek örgütlü bir mücadeleye dönüşüyor. Yaşamak ve yaşamı savunmak da sevgiyle örülen örgütlü mücadeleden geçiyor.
Fazla uzaklaşmadan filmin hikayesine dönelim. Daniel, Lili ile birlikte gelen Hagen’i istemiyor. Lili yatağına almasına bile izin çıkmayan Hagen’i orkestra çalışmasına götürüyor. Orada da orkestra şefi ve okul istemiyor. Eve geldiklerinde komşu kadın istemiyor. Daniel bu şikayetlere bir son vererek Hagen’i sokağa terk ediyor. Kaybolan Hagen’in başına türlü zulüm ve işkence gelirken can yoldaşı Lili de Lassie gibi tek başına kalıyor. Hagen, zengin fakir fark etmeksizin çeşitli gruptaki insanların elinde eziyete uğruyor ve en sonunda savaş makinesine dönüştürülüyor. Son durağı ise barınak oluyor. Barınaktaki köpeklerin haline isyan ediyor ve savaş açıyor. Sokak köpeklerinin örgütlü mücadelesi karşısında sokağa çıkma yasağı, silahlı saldırılar düzenleniyor. Hagen ve sağ kalan yoldaşları soluğu Lili’nin kapısında alıyor. Lili, Hagen’ini bir yabancı gibi görünce korkuyor. Daniel, kızını korumak için köpek sürüsüne savaş açmayı göze alsa da Lili izin vermiyor. Tıpkı Fareli köyün kavalcısı gibi, Hagen’etrompetiyle/ sevgisiyle hatırlatıyor kendini. Nefret ve zorbalık karşısında sevgi ve dostluk kazanıyor.
Bir sanat eseri, herkes için başka okunur. En çok da yaranın olduğu yerden. Çok mu başka yaramız bilmiyorum. Türkiye şu günlerde, ikinci Hayırsızada katliamını tartışıyor. İnsani bir duygu olan korkuyu kullanarak sürdürüyor tartışmayı. “Öldürmeyelim de çocuklarımızı mı öldürsünler?” İnsanların yaşaması için hayvanların ölmesinin gerektiği bir ülke, White Dog’un atmosferinden farklı değil.
WHITE DOĞ’UN ATMOSFERİNDEN FARKLI DEĞİL
Mundruczó, hayvan – insan dostluğu üzerinden kurduğu anlatıyla ülkesinin mülteci sorununa değiniyor. Bir sanat eseri, herkes için başka okunur. En çok da yaranın olduğu yerden. Çok mu başka yaramız bilmiyorum. Türkiye şu günlerde, ikinci Hayırsızada katliamını tartışıyor. İnsani bir duygu olan korkuyu kullanarak sürdürüyor tartışmayı. “Öldürmeyelim de çocuklarımızı mı öldürsünler?” İnsanların yaşaması için hayvanların ölmesinin gerektiği bir ülke, White Dog’un atmosferinden farklı değil. Hagen’i istemeyen komşu, orkestra şefi ve Daniel. Bunları da çok uzakta aramaya gerek yok. Sokak köpeklerinin öldürülmesini içeren yasa teklifiiçin oy kullanmayan muhalefet vekilleri, sokakta hayvanlara yapılan zorbalığa susanlar, çocuğunun bir köpeğe eziyet etmesine seyirci kalan ebeveynler… Sebepler farklı olsa da melez köpeklerin öldürülmesini emreden yasanın yansımasını da birebir yaşıyoruz. Barınak ya da ölüm ilaçları ihalesi elbette çoktan tasarlanmıştır fakat çok iyi biliyoruz ki ölümle yeniden güç gösterisi yapan ve “öldürebiliyorum” mesajı veren kadını, köpeği, ormanı, çocuğu, ondan olmayanı istemeyen örgütlü erkek iktidarla karşı karşıyayız. Bu örgütlü kötülük karşısında güçsüz olunması ise iyiliğin sefaletin değil dağınıklıktan, diyor Hagen.
274 barınak köpeğinin rol aldığı film, canavar haline getirilmiş köpeklerin değil onları canavarlaştıran insan nefretini sert bir dille gözler önüne seriyor. Onları ötekileştiren düzene isyan edip ezilenlerin sesi olurken, deprem sonrası Hatay halkının da yönelttiği kısa bir soruyla baş başa bırakıyorlar bizi. “Biz ölürken neredeydiniz?
Yorum Yazın