Türkiye gibi son derce gergin ve öfkeli bir halka sahip bir ülkede silahlardan, güvenlik güçleri ile halkı korkutmaktan, milislerden bahsetmenin ve bunu “Ne yapabilirsiniz ki?” lafları ile sürdürenlerin şiddet kavramından da haberi yok demektir.
Gençlerin ve hatta artık orta yaşa gelmeye başlamış ruhu genç olanların sokaklara inmesinden ve Anayasal Protesto haklarını şiddetsiz, kimseye zarar vermeden kullanmalarından sonra tuhaf şeyler olmaya başladı. Artık alıştığımız biber gazı, polisin orantısız davranışları ve tutuklamalardan söz etmiyorum. Her ne kadar bunlara alışmamamız gerekiyorsa da…
Daha vahim bazı şeylerden söz etmek istiyorum.
Durmadan konuşan, ama sözlerinin nereden çıktığına emin olamadığım “bağzı” kişilerin söylediklerinden. Bu söyledikleri hakkında hiçbir işlem yapmayanlardan. Çünkü söyledikleri, yazdıkları yenir yutulur şeyler değil. Gerçekten demokratik bir ülkede söylendiğinde “ağır cezada” yargılanmayı gerektiren suçlar içeriyor söyledikleri. Artık olgun yaşlara geldikleri için “olgun” olmaları beklenen bu kişiler ya bu sıfatları taşımıyor ve yakın geçmişten hiç ders almamış gibiler yahut da bilemediğimiz “zorluklarla” karşı karşılar ki böylesine “tehlikeli” ve suç olan cümleleri rahatlıkla kullanabiliyorlar. İşin ilginç tarafı haklarında en küçük bir soruşturma açılmıyor ve kimse onlara “Ne demek istiyorsun?” sorusunu sormuyor.
Oysa biliyoruz ki “yetkililer” sosyal medyayı büyük bir dikkatle izliyor ve hemen “caydırıcı” önlemlere başvuruyorlar.
Neler mi yazıyorlar? Bazen köşe yazısı şeklinde bazen tweet şeklinde “değerli” görüşlerini yahut tehditlerini de diyebiliriz bizler yani vatandaşlarla paylaşıyorlar. Bazı örnekler verelim önce.
Mesela biri çok nazik bir dille bu ülkenin iki milyona yakın vatandaşı için “itler” derken temennisini “gebertilmeliler” ve bu vatandaşların Suriye’deki akrabaları için “gebertildiler” diyebiliyor ve sonra “Aaaa ben onların Türkiye’de de bu kadar olduğunu bilmiyordum” diyerek özrü kabahatinden büyük bir tavırla sözde “özür” diliyor. Yetkililer ve çalıştığı kurum susuyor.
Başka biri çıkıyor değerli görüşlerini bir televizyon ekranında paylaşıyor.
“Burası eski Türkiye değil, ayağınızı denk alın, bürokrasi ve güvenlik kuvvetleri bizim elimizde, sakın haddinizi aşmayın fena yaparız” mealinde sözler söylüyor. Anayasal haklardan bahsedilince “Biz işte onun için yeni anayasa istiyoruz” diyebiliyor. Bu arada mevcut anayasanın yürürlükte olduğunu herhalde unutuyor ki hayalindeki anayasanın uygulandığını ima edebiliyor. “Devrim oldu” derken anayasanın “geçersiz” olduğunu ima ediyor. Eskiden bizim ceza yasalarımızda 146/1 diye bir madde vardı, o madde “anayasayı tağyir, tebdil ve ilga” dan bahsederdi. Bu maddenin “ihlalinden” bu ülkenin gencecik çocukları asılmıştır. Herhalde yaşları bunu bilmeye elvermiyor ben hatırlatayım. Pek ağır bir suçtur. Ama bürokrasi “onların” olduğu için herhalde böyle ufak tefek suçlardan korkmuyorlar.
Fakat bir sonuncu örnek bu hafta geldi. Eskiden “Taraf” gazetesinde vesayet eleştiren yazılarıyla tanıdığımız sözde “darbe karşıtı” genç denebilecek yaşta zengin olduğunu anladığımız bir kişi Sn. Cumhurbaşkanı’nın padişah yetkilerine sahip olduğunu yumurtlayıverdi. Evet Sn. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri hiçbir demokratik ülkede olamayacağı kadar geniştir. Fakat kıyaslama yapabilmek için “padişah yetkilerini” hatırlamamızda fayda var.
Birincisi padişahlar meşruiyetlerini geldikleri soydan ve bu soya Allah tarafından tanındığına inanılan güçlerden alırlardı. Oysa Sn. Cumhurbaşkanı hemen her konuşmasında “Millet İradesinden” söz eder. Tam da burada bu şahısların “Size ülke yönetimi verilmez, hayal görüyorsunuz, seçim meçimle filan alamazsınız” mealindeki sözleri acaba neyi ima etmektedir?
Devlet, işleyişi bakımından en zor öngörülebilen kurumlardandır. Tarihte devleti ele geçirdiğini düşünenler hiç beklemedikleri anlarda aslında devletin onları ele geçirdiğini dehşetle anlamışlardır.
İkincisi padişahların vatandaşları olmaz, “kulları” ve Tanzimat’tan sonra da “tebaa”ları olurdu. Ve padişahlar ulema sınıfı dışında geniş idam yetkilerine sahipti. Oysa biliyorsunuz bugün iktidarın ortağı durumunda olan MHP’nin hükümet ortağı olduğu dönemde, idam cezası yasalarımızdan çıkarılmıştı. Hani o zamanlar Avrupa Birliği hedefimiz vardı ya ondandır. Onların sözleri yasaydı. Yine bugün Sn. Adalet Bakanı sabah akşam vatandaşlara “Yargımızın bağımsız olduğu” güvencesini vermekte iken padişah yetkileri acaba nereden çıkmıştır? O sözleri söyleyen kişi elbette buna bir açıklık getirmektedir. “Sizin haberiniz yok galiba bu devlet artık yeni bir devlettir” diyerek sultanlığa geçtiğimizi mi ima etmektedir. Yani biz vatandaşların “haberi yokken” tebaa yahut kul mu oluverdik? Ardından aynı kişi bu iddiasını da temellendirmektedir. Yani nasıl bu hale geldiğimizi bütün açıklığı ile yüzümüze çarpmaktadır.
Nasıl mı? Şu veciz sözlerle; “Neyiniz var? Milisiniz mi var? Silahlı güçleriniz mi var? Neyle değiştireceksiniz bu rejimi?”
İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Baklanın ağızdan çıktığı nokta da diyebiliriz.
Ne demek isteniyor bu sözlerle?
Rejimi değiştirmek için silahlanmanız lazım mı diyor bu kişi?
Milis kurmanız mı gerekir diyor?
Padişahtan bahsettiğine göre seçimlerle rejimin değişebileceğini reddediyor.
Yoksa bütün bu güçler bizim elimizde, üzerinize ateş açar sizi tankla topla yok ederiz mi demek istiyor.
Ölmeye hazır milyonlarca taraftarımız var diyerek bir iç savaş arzuladığını mı anlatmak istiyor ve seçmenlerini para militer gruplar olarak mı gördüğünü söylüyor?
Kimdir bu “ölmeye hazır milyonlar”?
İşte bu noktada bu artık olgun olması gereken kişilere bazı nasihatlerim var. Kendilerinden yaşça büyük olmanın, elli yıldır siyasetin içinde olmanın verdiği tecrübeyle bazı şeyler söylemek isterim.
Bütün bu yazıp söylediklerinizden öncelikle devlet denilen kurumu hiç mi hiç tanımadığınız anlaşılıyor. Devlet görevlileri ile özel ilişkilerin devleti tanımak olduğunu zannedenler hep büyük yanılmışlardır. Devlet, işleyişi bakımından en zor öngörülebilen kurumlardandır. Tarihte devleti ele geçirdiğini düşünenler hiç beklemedikleri anlarda aslında devletin onları ele geçirdiğini dehşetle anlamışlardır.
Bürokrasi çok girift bir tabakadır. Günün politikasını izlerler. Fakat her zaman kısa, orta ve uzun vadeli planları, düşünceleri vardır. Değişen koşullarda çok hızlı taraf değiştiren bir tabakadır bürokrasi. Ancak toy beyinler “bürokrasi bizim” diyebilir. Fakat sadakati ile tanınan köpeklerdir, insanlar değil. Sonra oturup ağlarlar. Bahsettiğim kişiler eskiden bavul bavul bürokratlardan bilgi alan arkadaşlarının düştüğü durumlardan da mı ders almamışlardır? Arkadaşlarını unuttukları gibi olup bitenleri de mi unutmuşlardır?
Türkiye gibi son derece gergin ve öfkeli bir halka sahip bir ülkede silahlardan, güvenlik güçleri ile halkı korkutmaktan, milislerden bahsetmenin ve bunu “Ne yapabilirsiniz ki?” lafları ile sürdürenlerin şiddet kavramından da haberi yok demektir.
Şiddet bulaşıcı bir illettir. Silahlar bir kez patladığında ummadığınız düşmanlarınız ortaya çıkar. Türkiye gibi fazla dostu olmayan bir ülkenin tüm düşmanları çullanmak üzere sıraya girerler. Zaten en başta bu bölünmüşlük ve ekonomik durum nedeniyle zayıf durumda olan bir ülkede şiddete davetiye çıkarmak akılsızlık değil ise kötü niyettir. Düşmanlarımız çullandığında savaşmak isteyen herkes silah da bulacaktır, milis de kuracaktır. Aklınızı başınıza alın ve Suriye’de olan bitenleri tekrar düşünün. Aldığınız evleri, villaları hiçbir yere götüremezsiniz.

Yorum Yazın