Son olarak şunu söyleyelim. Ulus-devlet sistemi gerçekliğini korurken din ya da başka bir değer üzerinde liderlik iddiası fazlasıyla anakroniktir. Malezya Başbakanı da bu gerçeğin farkında olmalı. Erdoğan’ın Müslüman dünyasının lideri değil ama önemli bir aktör olmasını sağlayacak olan şey, ülkedeki toplumsal meşruiyeti ve ülkenin ekonomik gücüdür.
Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan’ın Malezya, Endonezya ve Pakistan'ı kapsayan ziyaretleri iktidara yakın medyada Erdoğan bağlamında büyük bir güven tazelemesi olarak okundu ve öyle yansıtıldı.
Heyetin kalabalık oluşu, üç uçaklık filo, liderlere hediye edilen TOGG otomobiller ile içerde tartışırken; bu ülkelerde enerji, madencilik, savunma sanayisi gibi alanlarda işbirliğini kapsayan 48 anlaşma imzalandı.
Bu anlaşmalar kuşkusuz önemli. Ancak bunların ülkeye kazançları olup olmayacağını önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Bu ziyaretlerin iktidar medyasında bu kadar coşku ile karşılanmasında önemli bir neden şüphesiz, Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında söyledikleri olsa gerek.
Enver İbrahim Kuala Lumpur’da düzenlediği ortak basın toplantısında, Erdoğan için “Dünya Müslüman aleminin lideri, adalet savunucusu, insan hakları savunucusu bir lideri ağırlıyoruz, şanslıyız” ifadelerini kullandı.
Bu sözler kuşkusuz sadece Erdoğan için değil lideri olduğu için Erdoğan’ı hem dini hem de siyasi olarak destekleyeneler için de ruh okşayan sözler.
Ancak burada bakmamız gereken nokta bu sözleri; i) kimin söylediği, ii) hangi koşullarda söylendiği ve iii) bu sözlerin gerçekliğidir.
En önemlisi de sonuncusu yani bunların gerçekliğidir.
Malezya Başbakanı’nın sözleri, bunun iktidara yakın medyada verilişi nedense aklıma 2007-2010 döneminde Erdoğan’ın Arap sokağı olarak tanımlanan Ortadoğu ülkelerine yaptığı ziyaretleri hatırlattı.
Arap Baharı’nın bir anlamda “modeli” olan Türkiye, bu sürecin kendine sunduğu yeni fırsatları, Batı’ya dönük yüzü, demokratik sistemi, İslam-demokrasi birlikteliği gibi siyasal değerler üzerinden değil de görünür bir “İslam”i yorum ve vurgu üzerinden bölge “liderliği” hedefi nedeniyle kullanamamış oldu.
NEREDEN NEREYE…
O ziyaretlerde de, sadece liderler değil o ülkenin vatandaşları tarafından da ilgi ile karşılar ve insanlar meydanlarda ellerinde Erdoğan ve Türkiye’nin olduğu bayrakları ile ona desteğini sunarlardı.
Hatta Erdoğan 2011’de Mısır televizyonuna verdiği mülakatta; “Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır'ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın.” açıklamasında bulunmuştu.
Arap Baharı’nın bir anlamda “modeli” olan Türkiye, bu sürecin kendine sunduğu yeni fırsatları, Batı’ya dönük yüzü, demokratik sistemi, İslam-demokrasi birlikteliği gibi siyasal değerler üzerinden değil de görünür bir “İslam”i yorum ve vurgu üzerinden bölge “liderliği” hedefi nedeniyle kullanamamış oldu.
Rüzgârın tersine dönmesi ile Türkiye'nin en güçlü ve başarılı yönü olan dış politika tıkanmaya başladı. Bu tıkanmaya yol açana rüzgârın tersine dönmesi, Batılı ülkelerden çok Suudi Arabistan ve İran'ın bölgesel denklem içindeki konumlarından kaynaklandı.
Din olarak İslam, mezhep olarak Sünni, kültürel olarak Osmanlı geçmişinin Ortadoğu ve Afrika'da; etnik kimlik olarak Türk olmanın Orta Asya'da Türkiye'ye yeni fırsatlara sunduğu nasıl bir gerçekse, bütün bu fırsatların gerçeğe dönüşmesi idealist değil; reel politikayla mümkündü. Ama o politika izlenmedi.
Dış polatikada da, bölge ülkeleriyle demokrasi ve çoğulculuk yerine 'dinsel kimlik' ekseni üzerinden kurulan ilişki hayali bir liderlikliğin izini taşıdı. İktidar, içerde siyasi kimliğine rağmen attığı demokratik adımlarla ile model olduğu bölgeye, Arap Baharı’nı izleyen süreçte kültürel kimliği olan muhafazakârlık üzerinden bölge liderliğine soyundu.
Bu dönem aynı zamanda AKP uluslararası alanda güçlü kılan içerdeki toplumsal meşruiyetin de çözülmeye başladığı dönem oldu. Toplumsal gerilim ve kutuplaşmaya hızla derinleşti ve bu Türkiye’yi dış politikada daha da zayıflattı.
İktidarın bölge liderliği hayali Mısır ve Suriye’de çöktü. Ama AKP bu hayalinden bugün dahi vazgeçmiş değil.
İşte Malezya Başbakanı’nın Erdoğan için ifade ettiği, “Dünya Müslüman aleminin lideri, adalet savunucusu, insan hakları savunucusu bir lideri ağırlıyoruz, şanslıyız” sözleri bu açıdan iktidara yakın medyada belli coşkuyla karşılanmış olabilir.
Ama bu yukarıda peş peşe sorduğum ve özellikle sonuncusu olan “bu sözlerin gerçekliği”ni düşünmemizi zorunlu kılıyor.
Peki bu sözler ne kadar gerçekçi?
Erdoğan, dış politika alanında oyun kurucu olmasada da oyun bozcu olarak güçlü bir aktör. Uluslararası tanınırlık bakımından güçlü ve en önemlisi de zamanın ruhuna uygun bir lider. Ama bunların hiç biri Erdoğan’ı tek başına Müslüman dünyanın lideri yapmaya yetmez.
GERÇEKÇİ OLMAYA NE DERSİNİZ?
İslam konusunda ya da dinin ortak bir değer olarak içselleştirilmesi ve Müslüman ülkelerin ortak hareket etmesi konusunda şu gerçeği görmek gerekiyor: Müslüman olmak, ortak dini değerleri paylaşmak ulus-devlet sınırlarını ortadan kaldırmıyor.
İslam konusunda ya da dinin ortak bir değer olarak içselleştirilmesi ve Müslüman ülkelerin ortak hareket etmesini sağlamıyor.
Bazı ülkeler siyasal ve ekonomik güçleri doğrultusunda çevresindeki İslam ülkelerine de hamilik etmeye çalışıyor. Hatta kimi ülkeler bunu Müslüman olmayan Batılı ülkelerin hamiliğinde gerçekleştirmeye çalışıyor.
Özetle ulus-devlet sistematiği devreye girdiği andan itibaren ilişkiler ‘din’ üzerinden değil ‘siyaset’ üzerinden şekillenir.
Evet Erdoğan, dış politika alanında oyun kurucu olmasada da oyun bozcu olarak güçlü bir aktör. Uluslararası tanınırlık bakımından güçlü ve en önemlisi de zamanın ruhuna uygun bir lider.
Ama bunların hiç biri Erdoğan’ı tek başına Müslüman dünyanın lideri yapmaya yetmez. Hele Arabistan ve zayıflamış olsa bile İran gibi İslamın iki farklı yorumunun dini/siyasi temsilleri varken.
Son olarak şunu bir kez daha ifade edelim; ulus-devlet sistemi gerçekliğini korurken din ya da başka bir değer üzerinde liderlik iddiası fazlasıyla anakroniktir. Malezya Başbakanı da bu gerçeğin farkında olmalı.
Erdoğan’ın Müslüman dünyasının lideri değil ama önemli bir aktör olmasını sağlayacak olan şey, ülkedeki toplumsal meşruiyeti ve ülkenin ekonomik gücüdür. Bu iki alanda Erdoğan ve iktidar büyük sorun yaşamaktadırlar. Kendi gib idüşünmeyenlerin öteki ilan edilerek krimizalize edilmesi, siyasi alanla birlikte demokrasinin zayıflaması ve hukukun iktidarın yönetim aracına dönüşmesi ekonominin iyileşmesine de dezenflasyonist politikalara da katkısı olmayacaktır.
Her ne kadar itibardan tasarruf konusunda taviz vermeseler de, itibar, tek başına Erdoğan’ı Müslüman dünyasının lideri yapmaya yetmeyecektir.

Yorum Yazın