Yunanistan’la Türkiye’nin arasında ilave bir çizgi çizeceksek bu çizgiyi ben krize yönelik yaklaşımları arasındaki 180 derece fark bulunan Maliye Bakanları üzerinden koyarım. Bir tarafa enflasyonla gelirleri yok edilmiş ücretlilere gelecekteki enflasyon üzerinden ücret talep eden Şimşek’i koyun. Diğer tarafaysa karşısına Avrupa sermayesi, Bankaları ve IMF’i alarak yapılacak anlaşmayı halkın veto etmesi için kampanya yapan Varoufakis’i.
Yunanistan krizinin derinleştiği 2015 yazı; benim de kariyerime şimdi bir Resim Müzesine dönüşmüş olan Beyoğlu İş Bankasının “tarihi Şube Binasının” son müdürü olma damgasını vurmuştu.
Genel Müdürlüğün köpek balığı ile dolu ılıman sularından şubenin köpek balığı ile dolu serin sularına açılmıştım.
Beyaz yakalı kariyerimin bu zaman zaman renkli ve dertli döneminde çok kötü ve çok iyi insanlarla tanıştım.
Bunlardan biri de uzun zamandır Perşembe Pazarında ticaret yapan bir Rum kökenli hanımefendiydi. Aynı zamanda Yunan vatandaşı da olan hanımefendi eşinin ölümünden sonra işleri devralmış ve o zaman bile ilerlemiş yaşına rağmen elinden geldiğince kırıp dökmeden faaliyetini sürdürme amacındaydı.
Yunanistan’la olan bağları ve işlerinin bir kısmının orada olması nedeniyle Yunanistan krizinden canlı haberleri alma şansım oluyordu. En muzdarip olduğu konu bankadan nakit çekememekti. Yanlış hatırlamadığımı düşündüğüm ayrıntıya göre haftada en fazla 100 Avro gibi cüzi bir parayı çekmeye izin vardı.
Bu durum onu çok muzdarip ediyordu ve Yunanistan’a nazaran Türkiye’de iş yaptığı için kendini şanslı sayıyordu.
Yunanistan gibi kayıtdışılığa dair neredeyse hiçbir fikri olmayan bir ülkede; krizde bankaları ve sistemi korumak adına alınan bu önlemi bir taraftan dehşetli bir sermaye kontrolü olarak düşünüyor diğer taraftan nasıl uygulandığına dair kafa yoruyordum. Türkiye gibi kayıtdışılığın sıradan olduğu bir ülkede bu önlemi alsanız ancak ülkeyi daha da batırırsınız.
Beyoğlu Şubesinde tarihi binada geçen 3 yılın sonunda Kadıköy’e doğru yollansam da Yunan asıllı müşterimle dostluğum hiç bitmedi ve her fırsatta selamı eksik etmedik.
Yunanistan krizini hikaye eden Tony Gatlif’in Djam (Aman Doktor) filmini şiddetle tavsiye ederim. Yunanistan’ı ekonomik krize rağmen eğlencesini kaybetmeyen bir ülke olarak tasvir eden bu filmi anlatırken sözü şu cümleyle bitirmiştim: “Ben bu filmde en çok eğlencenin bir şekilde devam etmesini sevdim. Birlikte şarkı söyleyebilen dans edebilen bir ülke kriz ne kadar ağır da olsa çıkış yolu bulur.”
BİRLİKTE DANS EDEBİLEN BİR ÜLKE ÇIKIŞ YOLUNU BULUR
Yunanistan krizi tabii ki 2015’de başlamadı, 2010’lar gelmeden başlayan krizin ülkeyi 10 yıla yakın bir süre kavurduğunu söylemek abartı olmaz.
Yunanistan krizini tam orta yerinden hikaye eden Tony Gatlif’in Djam (Aman Doktor) filmini şiddetle tavsiye ederim. Yunanistan’ı ekonomik krize rağmen eğlencesini kaybetmeyen bir ülke olarak tasvir eden bu filmi anlatırken sözü şu cümleyle bitirmiştim:
“Ben bu filmde en çok eğlencenin bir şekilde devam etmesini sevdim. Birlikte şarkı söyleyebilen dans edebilen bir ülke kriz ne kadar ağır da olsa çıkış yolu bulur. Eğlencesini bayağı yitiren bir ülke olarak zararın neresinden dönsek kardır. Belki ilk olarak bu filmi şehirlerimizin meydanlarında izleyerek başlayabiliriz. Çok mu hayalciyim. Olsun yitirdiğimiz eğlenceyi geri kazanmanın hayali bile güzel”
(https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2021/09/eglencesini-kaybetmeyen-ulke-olmak_18.html)
Türkiye krizinin Yunanistan krizini pek çok yönden taklit ettiğini söylemek abartı olmaz. Bizim eğlencemiz kaybolalı çok oldu sadece. Tabii ki Türkiye bir ödemeler dengesi krizi yaşamadı, eşiğinden döndü. Ama insani açıdan bakıldığında, alt ve orta gelir grubunun yaşadıklarını, emeklilerin uğradığı sıkıntıları göz önüne aldığınızda bir karbon kağıdı algısı oluşmaktadır.
Bizde belki emekli maaşları düşürülmedi ama reel olarak oluşan gelir kaybı enflasyonla beraber ücretleri yarıya düşmekten beter etti. Berat Albayrak’ın dediği gibi maaşımızı Avroyla almıyorduk. Ve Türk lirası cinsinden maaşı yarıya düşürmek için enflasyon yeterliydi.
Yunanistan’da devletin pek çok verisi manipüle edilmişti ve alacaklı ülkeler bunun farkına vardığında ellerine metaforik kalın demir çubukları almakta gecikmediler.
Türkiye’de iktidar ise manipülasyon için daha zayıf bir rakip seçti. Örgütsüz, sivil toplum yoksunu kitlelere bozulmuş enflasyon verileri servis ederek fatura geniş kitlelere kesildi. Enflasyon manipülasyonu moda olmaktan çıkınca bu defa enflasyon beklentisi manipülasyona konu oldu.
Türkiye’de bütçe açıkları ile iktidarı kaim tutan devasa ekonomik yapılar ve yatırımlar fonlanıyordu Kimsenin bütçe açığını gizleme derdi de yoktu. Yunanlıların böyle bir dertleri vardı ve onlar uzun süre bu yalanı sakladılar. Türkiye’de ise bütçe yapmak farz, bütçeyi delmek vacipti.
İki ülke arasındaki süreçlerin zamanda yolculuk misali birbirini takip etmesi geriye dönüp bakınca benzerliklerin çokluğu şaşırtıcı geliyor.
Arada farklılıklar da yok değil. Türkiye Tanrıya şükür ki Nazi İşgali ve İç Savaş görmedi. Buna rağmen anti faşizme baskı konusunda Yunanistan’ın cuntaları ile Türkiye’nin darbecileri arasında pek fark göremezsiniz. Yunanistan’da Kilise 4. Kuvvet gibidir. Çok güçlüdür. Bazı Yunanlılar memnundur pek çoğuysa buna diş biler.
Yunanistan Cuntaları yendikten ve AB’ye girdikten sonra otoriterliğe pabuç bırakmamıştır. Türkiye ise 12 Eylül Darbecilerinin öngörüsüz tavrıyla NATO’nun Askeri Kanadına gerekli tavizleri almadan kadim rakibi Yunanistan’ı sokmuş ve AB üyeliğini ise elinden kaçırmıştır. Bugün otoriter rejim AB ile göçmen pazarlığından ibaret bir partner ilişkisinden memnun görünmektedir. Askeri darbenin bu ülkeye bıraktığı en ağır miraslardan biri de bugün randevusunu bile alamadığımız Vizelerdir.
Yunanistan’la Türkiye’nin arasında ilave bir çizgi çizeceksek bu çizgiyi ben fiziksel görünümleri benzese de krize yönelik yaklaşımları arasındaki 180 derece fark bulunan Maliye Bakanları üzerinden koyarım.
Bir tarafa zaten yıllardır manipüle edilen enflasyonla gelirleri yok edilmiş ücretlilere gelecekteki enflasyon üzerinden ücret talep eden Mehmet Şimşek’i koyun. Diğer tarafaysa karşısına Avrupa sermayesi, Bankaları ve IMF’i alarak yapılacak anlaşmayı halkın veto etmesi için kampanya yapan Yannis Varoufakis’i.
Türkiye’nin Varoufakis’i henüz doğmadı. Bağımlı Türk sağı sürekli geri dönüşüme tabi tuttuğu görev adamları ile kendi varlığını ve soğuk savaş zamanlarından kalma “muhayyel dindar nesillerden” mürekkep Türkiye’yi kurma rüyasında yaşamaya devam ediyor.
Türk sağının MC’lerinden miras mevcut koalisyonu işine gelince İttihatçıdan daha kalın sopayla kayyum atar, işine gelmeyince İttihatçılar Osmanlı’yı batırdı der.
Benim başta Mehmet Şimşek olmak üzere Türk sağının yardımcı aktörlerine tavsiyem biraz alternatif okuma yapmaları. Aynı binayı okumanın sonu döne döne aynısını inşa etmektir.
Bu ülke en az Varoufakis kadar önce lider değil halk diyecek anlayışa ve yöneticilere layık değil mi?
Yorum Yazın