Dronlarla 24 saat havadan gözlem yapılması, yangına karşı bölgesel erken uyarı sistemi kurulması, yerde alınan önlemlerin sonuç vermesine olumlu katkı yapardı. Hava kuvvetlerinin envanterindeki, yüksek kapasiteli tanker uçaklardan bazılarının yangın söndürme operasyonlarında kullanılacak şekilde tasarlanmaları kesinlikle gündeme alınmalıydı. Yangına karşı silahlı kuvvetlerden yararlanmanın, Türkiye’nin sınırlarını korumak kadar önemli olduğunu unutmayalım.
Dün çeyrek yüzyıl önce yaşadığımız karabasanın; Marmara Depreminin yıl dönümüydü. İstanbul’un batısında -Avcılar- yol açtığı yıkım, ülkenin en büyük kentinin geleceğine yönelik, ciddiye alınması gereken bir uyarıydı.
Deprem İzmit -Adapazarı ekseninde Türkiye’nin sanayi üretiminin yoğun olduğu merkezleri vurdu. En önemlisi; deniz kuvvetlerinin ana üssünün bulunduğu, Gölcük’te ağır kayıplara yol açtı. Yalova’yı eskilerin deyimiyle yer ile yeksan etti. Rant odaklı; yeterli incelemeler yapılmadan, çıkar karşılığı verilen, inşaat izinleriyle yükselen çoğu konutlar, sahiplerinin mezarlarına dönüştüler.
Asıl önemlisi; böyle bir felakete karşı hazırlığımızın olmadığının ortaya çıkışıydı. Gelen yardım malzemeleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırılamadı. Yıkıntılar arasında canlarını arayanların, kaybettiklerine ağıt yakanların, sesleri hala belleklerimizde yankılanıyor.
25.Yılında Marmara Depremi ile başlayan ve son K.Maraş-Hatay Depremi ile yüreklerimizi sızlatan, kayıplarımızı bir kez daha anarken, yaklaşan bir başka tehlikeyi unutmayalım. Son yıllarda küresel ısınma nedeniyle, her yaz sezonunda orman varlığımızın önemli bölümlerini kaybediyoruz.
HER YAZ ORMAN VARLIĞIMIZIN ÖNEMLİ BÖLÜMLERİNİ KAYBEDİYORUZ
Marmara Depreminin -17 Ağustos 1999- ardından Düzce ve son olarak Kahramanmaraş-Antakya hattında, çok şiddetli bir deprem daha yaşadık. Antakya’nın merkezi yüzlerce yıl öncesinde olduğu gibi toprağa gömüldü. Bir kez daha anlaşıldı ki, yönetim sistemimiz doğal felaket karşısında yetersiz ve donanımsızdı.
25.Yılında Marmara Depremi ile başlayan ve son K.Maraş-Hatay Depremi ile yüreklerimizi sızlatan, kayıplarımızı bir kez daha anarken, yaklaşan bir başka tehlikeyi unutmayalım.
Son yıllarda küresel ısınma nedeniyle, her yaz sezonunda orman varlığımızın önemli bölümlerini kaybediyoruz. Doğa ile yapsatçı imar lobisi başta orman varlığımızı yok etme yarışındalar. Ayrıcalıklı kamu müteahhitleri ile onlara katılan, bir Bakanımız da kıyı bandındaki arazilerde, turizm amacının ardına saklanarak, yapsatçılardan geri kalmadığı izlenimi veriyor.
Yaz sezon boyunca en ürkütücü gelişme olan, orman yangınları karşısında depremdeki gibi önceden tasarlanmış ve sonuç alıcı önlemlerden hala söz edilemiyor. Yönetimin temel kurgusu; yangın çıktıktan sonra kısa sürede müdahale üzerine bir takım önlemlerle sınırlı.
Örneğin veri analizleri yardımıyla, yangına en duyarlı dönemleri içeren bölgesel eylem planlarının hazırlanması öncelenmiyor. Felaketi kısa sürede önlemenin ötesinde, müdahale edecek ekiplerin, uyum içinde çalışmalarını da kolaylaştıracağı pek düşünülmüyor.
Duyarlı alanlara giriş-çıkışların belirli süreyle yasaklanması, bu anlamda güvenlik güçlerinin denetimlerinin arttırılması, çevredeki köylerde yaşayanlardan yeterli insan kaynağı sağlanarak, yangın ile mücadele eğitimleri verilmesi gündemde yok.
Dronlarla 24 saat havadan gözlem yapılması, yangına karşı bölgesel erken uyarı sistemi kurulması, yerde alınan önlemlerin sonuç vermesine olumlu katkı yapardı.
Son dönemde sık gündeme getirilen, yangın söndürme uçaklarının hangi kuruluşlardan kimlerin aracılığıyla kiralandıkları ya da satın alındıklarını bir yana bırakalım.
Hava kuvvetlerinin envanterindeki, yüksek kapasiteli tanker uçaklardan bazılarının yangın söndürme operasyonlarında kullanılacak şekilde tasarlanmaları kesinlikle gündeme alınmalıydı.
Yangına karşı silahlı kuvvetlerden yararlanmanın, Türkiye’nin sınırlarını korumak kadar önemli olduğunu unutmayalım.
Yorum Yazın