Zygmunt Bauman akışkan toplumumuzun ıskarta hayatlar ürettiğini, aslında aşırı belirsizlik içinde yaşarken bunu kabullenmeyerek tüm tahminlerimizi ve hayatımızı matematiksel ve kurumsal planlara yaslamaya çalıştığımızı, bunu yaparken de hayatın gerçekleriyle ilişkimizi kaybettiğimizi belirtiyordu. Kısacası, makulü kaybettik.
Makulü kaybettiğimizi ilan edebiliriz: Baudrillard gerçekliği kaybettiğimizi, her şeyi yiyip yutan bir kitle toplumunda yaşadığımızı ilan ediyordu; Althusser kapitalizmin ideolojik aparatlarıyla kendimize yabancılaşmamızın içinden çıkılamamış bir hal aldığını ve bu mekanizmanın eğitim kurumları, medya, siyasi tartışmalarla da kurumsallaştığını anlatıyordu; Byung Chul-Han artık narsistik bir toplumda olduğumuzu, kutsal kabul ettiğimiz şeffaflık gibi kavramların, neoliberal düzenin bizleri tamamen etkisiz hale getirecek bir şekilde işlediğini anlatıp bu yüzden artık aşırılara giden bir toplum yapısında olduğumuzdan bahsediyordu; Zygmunt Bauman akışkan toplumumuzun ıskarta hayatlar ürettiğini, aslında aşırı belirsizlik içinde yaşarken bunu kabullenmeyerek tüm tahminlerimizi ve hayatımızı matematiksel ve kurumsal planlara yaslamaya çalıştığımızı, bunu yaparken de hayatın gerçekleriyle ilişkimizi kaybettiğimizi belirtiyordu.
Kısacası, makulü kaybettik: TikTok videolarında aşırı hareketler yaparak görünürlük kazanan pilavcılar, esnaflar, satıcılar, siyasetçiler; kişisel mahremiyeti ve sanal mesafeyi bir arzu nesnesine çevirip buradan görünürlük kazanan fenomenler; her gününü görünme sıklığına ayıran influencerlar; en uç siyasi argümanı en yüksek sesle dile getiren siyasetçiler ve taraftarları gösteriyor ki, makulü kaybettik. Makulü kaybetmenin makbul olmasını sağlayan şey ise, makulü kaybedenlerin güç kazanmaları. Peki ne yapabiliriz? Bir tartışmanın makul olup olmadığını nasıl anlayabilir, kendimizi absürtlüğe karşı nasıl koruyabiliriz?
Bu yazıda makulü kaybetmenin siyasi tartışmalar etrafında nasıl şekillendiğine odaklanıp doğrudan çözüm yöntemi olarak geliştirdiğim çerçeveyi sunacağım.
Hesap sorulamayan ve sorumluluk alamayan bir düzenin inşası için demokratik kurumları tamamen ortadan kaldırmaya gerek yok; makul ihtimalleri ne kadar ortadan kaldırırsanız bunu her rejimde başarabilirsiniz. Makul olan, yani pratik ihtimalleri arttıran, ihtimallerin çoğunu ortadan kaldırmaya uğraşmayan tam tersine yeni olasılıklar yaratmaya çalışan ve hep bir mesafeyle verdiği kararların yaratacağı zincirleme kazalara karşı en baştan duyarlı ve sorumlu olan karar alıcı tipi olmadığı sürece, makulün ölümünü seyretmeye devam edeceğiz.
Siyasi ve toplumu ilgilendiren tartışmalarda toplumun ve medyanın görünür yüzlerinin kanallarında, sokak röportajlarında ve sosyal medya platformlarında iki uç görüş savunuluyor ve diğer görüşler görünürlüklerini kaybediyor. Örnekleri listelemek gerekirse:
-Sokak hayvanları meselesi: devlet sokak hayvanlarını uyutsun vs. devlet sokak hayvanlarına hiç karışmasın, durum olduğu gibi kalsın.
-Futbolda hakem tartışmaları: Futbolda her şeyi organize eden X takımına karşı bir yapı var vs. ortada hiçbir adaletsizlik yok, eğer yapı varsa Y takımına karşı var
-Mülteciler: Mülteciler topyekûn zorla gönderilsin vs. istedikleri kadar kalabilirler (ensar-muhacir söylemi)
-Market fiyatları: Devlet marketlere müdahale etsin vs. devlet bununla ilgilenmesin
-Kent Lokantası: Örnekleri başarılı olduğu için belediyeler kent lokantası açsın vs. belediyeler yardımlarla asla uğraşmasın
-Güvenlik: Devlet tamamen güvenlikle uğraşsın, gerekirse aç yatarım vs. devlet tamamen kendi vatandaşına odaklansın.
-Suriye Politikası: Türkiye Esad’la görüşsün ve orduyu tamamen Suriye’den çeksin vs. Türkiye Suriye’den toprak alsın.
Örnekler yaklaşık her tartışmanın ekseninde sayılabilir. Savunduğumuz uçların uç olmasının getirdiği problem, yaşayabileceğimiz ihtimalleri yok etmeleri. Bunların sonuçları doğrudan pratik oluyor, ya sorunlarımızı çözme gayretimiz daha büyük sorunlara gebe oluyor ya da pratiği değiştiren hiçbir aksiyon alamıyoruz. Bu tip örnekler yalnızca Türkiye’deki kamusal alanla sınırlı değil, ABD siyaseti de bu şekilde gayrimakul tarafgirliklerle inşa ediliyor. Örneğin, Trump için kürtajın tamamen yasaklanması veya ABD’nin tamamen iç işleriyle ilgilenmesi ya da NATO’nun kapatılması gibi argümanlar kesin yargılar koyan, icra edildiğinde doğrudan kendini belli edebilecek, önceden belli bir imaja uyması için icra edilecek politikalar. Belli bir hakikat iddiasının etrafında şekillenmiş, alternatif bir görüşe veya gerçek hayatın karmaşık-dolanıklığına yer bırakmayan açıklamalar.
Hayatın karmaşık olduğunu, sorunların tek çözümleri olmadığı, iddia ettiğimiz neden sonuç ilişkilerinin problemli olabileceği gibi pratiklerden doğan ihtimallerin üzerini örtüyoruz. Yani hayat karmaşıktır, insanlar dolanıktır ancak yargılarımız kesinlik belirtiyor, tekil hakikatler iddia ediyor, bizi duygusal olarak bağlıyor ve aynı zamanda eğlendiriyor. Kamusal tartışmalarda savunduğumuzdan başka ihtimaller olduğunu hesaba katmadığımız sürece, örneğin sokak hayvanları uyutulsun derken tüm sorumluluğu tamamen üzerimizden atmış oluyoruz. Sahte bir şekilde sorumlu hissedip konuşma hevesiyle eylemin sonuçlarından neşet eden şiddet ihtimalini görmüyor, onun sorumluluğunu üstlenmiyoruz. Dolayısıyla suç başkasının oluyor: Hayvanları savunanlar, onlara yem verenler, rantçı siyasi partiler, beceriksiz belediyeler vb.
Makulü aramak, ortada mutlak ya da ortanca değerde bir fikir olduğunu ifade etmez. Makul her zaman iki ucun orta noktası olmak zorunda değildir; makul mutlak bir şekilde belirli değildir. Makulü aramak düşünülmesini/yapılmasını ortadan kaldırdığımız ihtimalleri gözetmekle alakalı, sorumluluk alabildiğimiz, sorunun kimlere görünür olduğunu düşündüğümüz, hakikat iddialarından uzaklaştığımız, tartışmanın dozunu harekete geçirici duygulardan arındırdığımız bir şekilde olabilir.
MAKUL, MUTLAK BİR ŞEKİLDE BELİRLİ DEĞİLDİR
Argümanlar neler? İdeoloji, duygular ve hakikat aynı anda mı belirtiliyor?
Öncelikle, ortada duyduğumuz argümanlar birer hakikat olarak savunulur. Hakikat tonu tartışmaya girdiğinde tartışma ahlaki bir boyuta taşınır. Bu ahlaki-hakikat söylemi tartışmanın öznelerini alevlendirir ve gerçeklikle aralarına mesafe koyar. Böylece sorunların tartışılması iki uç boyuta gider ve toplumsal talep gerçeği yansıtan bir paradigma olmaktan çıkar. O yüzden öncelikle savunduklarımızın birer argüman olduğunu, hakikat olmadığını bilmemiz gerekiyor. Argümanlar tartışılır, tartışıldığı sürece argümandır, hakikat ise tartışmaya açık değildir; destekleyenler ahlaklı, desteklemeyenler de ahlaksız yahut liyakatsiz olarak adlandırılır. Bu da kamusal tartışmaları zehirler ve makulün önüne kalın perdeler çeker.
Bu sorun herkese sorun olarak görünüyor mu?
Kamusal sorun dediğimizde, bir sorunun toplumun bütün parçaları için eşit derecede yüksek önem arz ettiğini iddia ediyoruz. Bir sorun herkese eşit derecede görünmez, örneğin sokak köpeklerinin yoğun yaşamadığı mahallelerde, il veya ilçelerde oturan insanlar için bu sorun görünür değildir. Dolayısıyla topyekûn sorunlar nadir olduğu gibi, topyekûn çözümler de sorunu radikalleştir ve daha büyük sorunlara yol açar. Dolayısıyla, kamusal sorunlar “hakikat” değildir ve toplum tek hakikatten oluşmaz.
Bu sorunu kim çözmeli, tek aktör devlet ya da bireyler midir?
Kamusal tartışmanın, sorun olarak tanımlanan hadise herkes için eşit derecede bir sorun olabilir mi?
Kapattığımız ihtimaller neler?
Aklımızdaki modeli mi gerçeğe uyduruyoruz, yoksa gerçeği mi aklımızdaki modele uyduruyoruz?
Sorumluluk kimde, aldığımız aksiyonlardan sonra nasıl şiddet etkileri ortaya çıkabilir?
Makulü aramak, ortada mutlak ya da ortanca değerde bir fikir olduğunu ifade etmez. Makul her zaman iki ucun orta noktası olmak zorunda değildir; makul mutlak bir şekilde belirli değildir. Makulü aramak düşünülmesini/yapılmasını ortadan kaldırdığımız ihtimalleri gözetmekle alakalı, sorumluluk alabildiğimiz, sorunun kimlere görünür olduğunu düşündüğümüz, hakikat iddialarından uzaklaştığımız, tartışmanın dozunu harekete geçirici duygulardan arındırdığımız bir şekilde olabilir. Ancak bu şekilde hem makulü aramak adına hakikat iddialarını yeniden üretmemiş olur hem de makulü özgür kılabilir, bir toplumsal modele sıkışmadan yaratıcı olabiliriz. Aksi takdirde toplumsal modeller hayal gücümüzü kısıtlar, modeli gerçekliğe değil gerçekliği modele uydurmaya çalışırken toprağı ve üzerindeki insanı kesip biçtiğimiz, bir nevi toplumsal terzilik yaptığımız bir evrende sıkışıp kalıyoruz
Yorum Yazın