Bu tip saldırılar, Almanya gibi çok sayıda etnik kimliğin bir arada yaşadığı ülkelerde toplumsal barışı dinamitliyor. Daha da tehlikelisi, ideolojisini "yabancı ve öteki olan her şeye karşı nefret duyma" üzerine bina eden aşırı sağcı/neonazi hareketleri güçlendiriyor.
Almanya'da gündem, Magdeburg kentinde Suudi Arabistan'dan gelen bir siyasi sığınmacının, Noel pazarına arabasıyla düzenlediği ve 5 kişinin yaşamını yitirdiği, onlarca vatandaşın da yaralandığı terör saldırısı. Yaklaşan erken seçimi de unutmamak gerekiyor ama seçim, bu saldırının gölgesinde kalmış gibi görünüyor şu ana kadar.
Saldırıyı vahşi olmasının yanı sıra ilginç kılan bazı noktalar var. Birincisi saldırganın çevresinde "İslam karşıtı" olarak bilinmesi. İkincisi, mesleği doktorluk olan ve oldukça sosyal biri olarak tanınması. Emniyet yetkilileri de saldırganın radikâl islamcı çevrelerle bağlantısı bulunduğuna dair bir bilgi olmadığını açıkladı. Bu görüntü, doğal olarak "O zaman neden Noel pazarına saldırarak insanları katletti" sorusunu akla getiriyor ancak saldırganın "İslam karşıtı" görüntüyü, kendisini maskelemek için kullandığına ve özünde fundamentalist bir İslamcı olduğuna dair haberler de çıkmaya başladı. Olay bu haliyle biraz karmaşık görünüyor ama saldırının toplumu nasıl etkilediğini ve reaksiyonları konuşmak ya da değerlendirmek de çok önemli. Örneğin, saldırının hemen ardından Berlin'de ırkçı bir adam, mülteci komşusunun evini benzin dökerek yakmaya çalışırken yakalandı. Brandenburg eyaletindeki bir caminin kapısına domuz kafası bırakıldı. Bremerhaven kentinde video çeken 67 yaşındaki bir adam, "Yalnızım, kaybedecek bir şeyim yok. Bıçaklarımla evden çıkıp, Noel pazarına gidip önüme gelen Arap'ı ve güneyli görünümlü herkesi öldüreceğim" diye video paylaştı sosyal medya hesaplarından vs... Açık olan şu ki, faşizmin farklı türevleri birbirinden besleniyor ve var olmak için yine birbirlerine muhtaçlar. Bu tip saldırılar, Almanya gibi çok sayıda etnik kimliğin bir arada yaşadığı ülkelerde toplumsal barışı dinamitliyor. Daha da tehlikelisi, ideolojisini "yabancı ve öteki olan her şeye karşı nefret duyma" üzerine bina eden aşırı sağcı/neonazi hareketleri güçlendiriyor.
Öte yandan, saldırının hemen ardından sosyal medyaya yüklenen aşırı sağcılar, öylesine bir dezenformasyon yarattılar ki polis açıklama yapana kadar insanlar saldırganın Suriyeli olduğuna, pazara bomba koyduğuna ve 34 kişiyi öldürdüğüne inandılar. Yalan yanlış bilgilerle sosyal medyayı yıkıp geçen neonazilere uluslararası destek de geldi. Örneğin, aşırı sağcı iş insanı Elon Musk, X üzerinden hemen bir paylaşım yaparak, "Almanya'yı ancak AfD kurtarır" dedi. Neonaziler eliyle Almanya'nın ülke onurunun faşist iş adamlarının ağızlarına sakız edildiği de görülmüş oldu bu şekilde. ABD'de faşist Trump'ın başkan seçilmesi için servet harcayan Musk'ın, Avrupa seçimlerine de neonaziler lehine el atacağının sinyalleri geliyor. Uluslararası destek meselesinde diğer bir önemli atak da şöhretli neonazi ve "modern zamanların Joseph Goebbels'i" diyebileceğimiz Avusturyalı Martin Sellner'den geldi. Sellner de hemen failin "Suriyeli" olduğunu iddia etti. Almanya dışından neonazi/faşist gündeme sahip, geniş erişimli kanallar da müslüman göçmenlere ve eski Şansölye Angela Merkel'in politikalarına karşı kışkırtma yapmak için bu yanlış anlatıyı hızlı bir şekilde yaydılar ancak polis, "şüphelinin Suudi Arabistan'dan 2006 yılında Almanya'ya gelen 50 yaşında bir erkek olduğunu" duyurunca dezenformasyon anlamında ortalık biraz yatıştı.
Aşırı sağcı dezenformasyonun ilk ve en belirgin etkisi, toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirmesi ve birlikte yaşama duygusunu zedelemesi. Yanlış ve manipülatif bilgiler; göçmenler, azınlık grupları ve siyasi muhalifler gibi hedef alınan topluluklara karşı önyargıları körüklüyor. Örneğin, göçmenlerin suç oranlarını artırdığına dair asılsız iddialar, halk arasında korku ve nefret duygularını besliyor.
KARANLIĞI ÖRGÜTLÜYORLAR
Bunların yanı sıra, neofaşistlerin sosyal medya ağlarında bu derece örgütlü olması elbette korkutucu. Bu örgütlülük, geniş kitleleri yönlendirmeye ve manipüle etmeye yardımcı oluyor. Sonrasında eline benzin bidonu alan biri, mülteci komşusunu yakmak için harekete geçebiliyor. Bu dezenformasyon meselesi İslam ile de sınırlı kalmıyor. Diğer yandan, Yahudi karşıtı çevreler de hemen devreye giriyor. Örneğin, Magdeburg'taki saldırının hemen ardından İsrail karşıtı bazı çevrelerde, İsrail gizli servisinin, "suçu bir İslamcı'ya yıkarak, Batı'nın İsrail'e desteğini güya güçlendirmeye yönelik sözde yanıltma operasyonu düzenlediğini" iddia etmeye başladı. Bununla birlikte "Almanya'nın, Suriye'de Türkiye'ye verdiği iddia edilen desteğe yanıt olarak saldırının arkasında Kürtlerin olduğu" iddiaları da yayılıyor sosyal medya ağlarından.
Bununla birlikte, dezenformasyonu belirlemenin kesin bir yolu yok. Kimse resmi bir açıklama yapılmasını beklemiyor ne de olsa. Yukarıda belirttiğimiz gibi son yıllarda sosyal medya platformları, aşırı sağcı grupların dezenformasyon yaymak için kullandığı etkili bir araca dönüştü. Bu dezenformasyonun, toplumsal kutuplaşmayı artırmaktan demokratik süreçlere zarar vermeye kadar birçok olumsuz sonucu bulunuyor. Aşırı sağcı dezenformasyonun ilk ve en belirgin etkisi, toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirmesi ve birlikte yaşama duygusunu zedelemesi. Yanlış ve manipülatif bilgiler; göçmenler, azınlık grupları ve siyasi muhalifler gibi hedef alınan topluluklara karşı önyargıları körüklüyor. Örneğin, göçmenlerin suç oranlarını artırdığına dair asılsız iddialar, halk arasında korku ve nefret duygularını besliyor. Bu durum, işte yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi şiddet eylemlerine zemin hazırlıyor.
İkinci önemli sonuç, demokratik süreçlere olan güvenin sarsılması. Aşırı sağcı gruplar, "seçimlerin adil olmadığı" veya "hükümetlerin halkı kandırdığı gibi komplo teorileri yayarak" demokratik kurumlara olan güveni azaltıyor. Faşist Trump'ın Biden'a karşı kaybettiği seçimin ardından olan tam olarak buydu ya da Brezilya'da faşist Bolsonaro'nun Lula'ya karşı kaybetiği seçimin ardından yaşananlar... Mesele, insanların birbirini öldürmesine kadar uzadı. Zaten faşizm de bunun için var değil mi? Daha fazla kan, daha fazla gözyaşı... Aşırı sağcı dezenformasyon, vatandaşların oy kullanma motivasyonunu düşürürken, diğer yandan radikal politikaların benimsenmesine neden oluyor.
Dezenformasyonun üçüncü etkisi, medya okuryazarlığı düşük bireylerin gerçek ile yalan arasındaki ayrımı yapamayacak duruma kadar gerilemesine neden olması. Bu durum, özellikle kriz dönemlerinde yanlış kararların alınmasına yol açıyor. Örneğin, korona pandemisi sırasında aşırı sağcı grupların aşı karşıtı dezenformasyonu, halk sağlığını olumsuz etkileyerek aşılanma oranlarının oldukça düşük kalmasına neden olmuştu. Son olarak, sosyal medya platformlarının algoritmaları, bu tür içeriklerin yayılmasını hızlandırıyor. Tepki ya da dikkat çeken yanlış bilgiler, daha geniş kitlelere hızla ulaşıyor. Önemli sorunlardan biri bu maalesef. Sosyal medya platformlarının faşizme teşne olmaya gönüllü olmaları...
Sonuç olarak, aşırı sağcı dezenformasyon, bireysel özgürlüklerden toplumsal barışa kadar geniş bir yelpazede zarar veriyor. Bu tehdidin üstesinden gelebilmek için medya okuryazarlığının artırılması, platformların sorumluluk alması ve yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi gerekiyor ama bu türden bir yaklaşımı ara ki bulasın. Ülkeleri yöneten güya "demokrasi yanlısı" siyasi yapıların çoğu şu aralar, "kendimizi yeni faşist söyleme nasıl uyarlarız" sorusunun yanıtını aramakla meşgul. Bu arada, demokrasiler ülke ülke neofaşistlerin insafına terk ediliyor. "Demokrat" olduğunu iddia edenlerin neyden vazgeçip, neyden vazgeçmeyeceklerine bir an önce karar vermeleri gerekiyor. Örneğin, toplumsal barış ve huzur, aşırı sağcı dezenformasyona kurban verilecek mi? Buna karar verilmesi gerekiyor. Yoksa yine "Yapacak bir şey yok. Demokrasilerde düşünceyi ifade etme özgürlüğü var" masalını mı dinleyeceğiz pek demokratlardan? Demokrasi kendini korumalı elbette ve kesinlikle ya da artık bunu dahi planlamaya zaman kalmadı mı? Bunu da yine "zaman" gösterecek.
Yorum Yazın