Liberal demokrasi karşıtlığı, evet demokratik bir haktır, ifade ve örgütlenme özgürlükleri mutlaktır, buna bir söz söylenemez ama birilerinin de bu durumu analiz etmeye çalışması hakkına da emperyalizm uşaklığı gibi çok düzeysiz eleştiriler (!!!!!) getirmemesinde fayda var.
Dünyada anlaşılması bir açıdan kolay, başka bir açıdan da zor bir liberal demokrasi karşıtlığı rüzgarı esiyor, Allah akıl, fikir ve daha da önemlisi vicdan versin demekten başka bir çözüm de pek yok galiba bu liberal demokrasi karşıtları için; geçenlerde bir akşam CNNTürk’te bir gazeteci vardı, galiba Vatan Partili, resmen Kuzey Kore yönetimi ve liderliği propagandası yapıyordu, Kim Jong’un ABD emperyalizmi ile savaştığı için ne kadar ulu bir lider olduğunu ifade ediyordu, neden yukarıda Allah akıl, fikir versin dediğim sarih galiba değil mi?
Liberal demokrasi karşıtlığı, evet demokratik bir haktır, ifade ve örgütlenme özgürlükleri mutlaktır, buna bir söz söylenemez ama birilerinin de bu durumu analiz etmeye çalışması hakkına da emperyalizm uşaklığı gibi çok düzeysiz eleştiriler (!!!!!) getirmemesinde fayda var; başka bir yazıda bu liberal demokrasi karşıtlığının kökenlerine yönelik analizler yapılabilir ama bugün konum bu değil, sadece bu liberal demokrasi karşıtlığının kökeninde devletin kamu parası rantlarına ve dahi liyakata dayanmayan pozisyon rantlarına tasallut arzusu yattığını söylemek ile yetinelim bugün.
Saydam bir vergi sistemi ile finanse edilmeyen sosyal devlet olmaz, olursa ancak Erdoğan rejiminde olduğu kadar olur, fakirlikle mücadele edilemez, fakirlik bir biçimde yönetilmeye çalışılır, hatta fakirlik bir siyasal rant kapısına dönüştürülür ama sonuç da bugünkü gibi olur.
FAKİRLİK BİR SİYASAL RANT KAPISINA DÖNÜŞTÜRÜLÜR
Ekonomilerin ve yöneticilerinin temel amaçları, hedefleri muhtemelen kişi başına yüksek gelir ve bu kişi başına zenginlikle birlikte kabul edilebilir bir gelir bölüşümü ile desteklenen sosyal refah devleti; bu iki amaç yani yüksek kişi başına gelir ve gerçek bir sosyal devlet hedefleri birlikte hayata sürdürülebilir bir biçimde geçirilebiliyor ise bu yönetimler başarılı olarak tanımlanır; sosyal devlet, refah devleti kavramları ise ancak çok nitelikli bir vergi sisteminin devreye sokulması ile mümkündür, saydam bir vergi sistemi ile finanse edilmeyen sosyal devlet olmaz, olursa ancak Erdoğan rejiminde olduğu kadar olur, fakirlikle mücadele edilemez, fakirlik bir biçimde yönetilmeye çalışılır, hatta fakirlik bir siyasal rant kapısına dönüştürülür ama sonuç da bugünkü gibi olur.
Yüksek vergi yükü (toplam vergilerin milli gelire oranı) olmadan sosyal devlet pek mümkün değildir ama yüksek vergi yükünün de iyi yönetilmesi, yüksek vergi yükünün ekonomik etkinliğe çok zarar vermemesi gerekir, çok nitelikli bir vergi mühendisliği gerekmektedir.
Aşağıda OECD ve Dünya Bankası kaynaklarına (2023) dayanarak dünyada seçilmiş ülkelerin vergi yükleri sıralaması ve kişi başına gelir düzeyleri verilmektedir:
Vergi yükü sıralamasında ilk beş ülkeye bir bakın, ABD’yi, Avustralya’yı, isterseniz Japonya’yı da ekleyin, bu ülkeler dünyada liberal demokrasi ülkeleri diye bilinen ülkeler, kişi başına gelir düzeylerinde dünyanın zirvesindeler ama aynı zamanda da çok yüksek vergi yükleri ile de çok nitelikli kamu hizmeti sunuyorlar vatandaşlarına.
Vergi yükünün yüksekliği ile kişi başına gelir düzeyi arasında çok farklı tartışmalar da var iktisat ve siyaset dünyalarında; Trump ya da Reagan benzeri iktisat yaklaşımlarınız varsa vergi yükünün yüksekliğini büyüme, zenginlik karşıtı olarak görmeniz mümkün ama biraz daha çalışılmış bakışlar 180 derece farklı görüşler de sunuyorlar.
Vergi yükünün yüksekliğinde bizim listemizde Fransa başı çekiyor yüzde 46 ile ama aynı zamanda kişi başına gelirde de ABD’nin tabii ki gerisinde ama Almanya, İngiltere gibi çok zengin ülkelerle aynı ligde duruyor; Fransa’da vergi yükü çok yüksek ama bu vergiler çok büyük ölçüde beşeri sermaye yatırımlarına, eğitime, sağlığa, konuta harcanıyor ve nihai olarak da bu beşeri sermaye yatırımları işgücü verimliliğini çok yükseltiyor ve büyümeye, yüksek kişi başına gelir düzeyine çok büyük pozitif katkılar yapıyorlar.
Listeye İsveç, Danimarka, Belçika, özellikle Hollanda gibi vergi yükleri yine çok yüksek ve kişi başına gelirleri de çok yüksek ülkeleri dahil etmedim zira Fransa, Almanya, Birleşik Krallık gibi ülkeler liberal demokrasi dünyasını yeterince temsil ediyorlar, nüfusları da anlamlı olacak kadar yüksek.
Bu işin alternatifi de var, mesela yeni gördüğüm bir istatistiğe göre Rusya’nın elindeki denizaltı sayısı ABD’den fazla ama ABD denizaltı teknolojisinde Rusya’nın yirmi sene ilerisinde (eğitim) olduğu belirtiliyor; ilginçtir, aynı istatistikte Türkiye’nin sahip olduğu denizaltı sayısının Fransa’dan fazla olduğunu görüyoruz ama Fransa’nın nükleer denizaltıları var.
Son senelerde çok kullanılan “illiberal demokrasiler” kavramı ne kadar doğru bilemiyorum, şayet “illiberal” ifadesi evrensel hukuk devleti ilkeleri zafiyeti anlamına geliyorsa, evrensel hukuk devleti ilkelerinin geçerli olmadığı bir yere demokrasi denebilir mi, belirsiz; örnek mi istiyorsunuz, en yakınınıza bakın.
EVRENSEL HUKUKUN GEÇERLİ OLMADIĞI YERE DEMOKRASİ DENİR Mİ?
Bazı meslektaşlar gelişmiş ülkelerdeki vergi yükünün yüksekliği ve kişi başına gelir yüksekliği arasında tarihsel bağlar, ilksel sermaye birimi bağları da kuruyorlar, kısmen de doğru ama artık günümüzde vergi yükünün yüksekliği ile demokratik hukuk devleti ilkeleri aynı yönde gittiği zaman vergilerin doğru harcanması sonucu faktör verimlilik artışı ön plana çıkıyor, kanımca daha açıklayıcı ve yüksek kişi başına geliri belirleyici oluyor.
Türkiye’nin bugünkü vergi yükü %21 gibi gözüküyor ama bu Covid sonrasının ve dezenflasyon mücadelesinin bir sonucu, son otuz senenin ortalaması bunun çok altında, %18 gibi bir düzeyde, ve bu vergi yükü ile de ülkemiz yeterli nitelikli beşeri sermaye yatırımı yapamıyor, kişi başına gelirin düşüklüğünün önemli bir nedeni de bu.
Yukarıdaki listeyi yüz ülkeye çıkartırsak, veriler mevcut, 27 AB ülkesinin, Bulgaristan, Romanya hariç, hepsinin vergi yüklerinin ve kişi başına gelirlerin yüksekliğini göreceğiz, işte AB örneğinde olduğu gibi liberal demokrasinin zaferinden muradım tam da bu; bir de illiberal demokrasilere bakalım, neden başlıkta zavallılık kavramını kullandığım daha netleşir.
Yazıyı bitirirken bir de küçük yorum yapayım, son senelerde çok kullanılan “illiberal demokrasiler” kavramı ne kadar doğru bilemiyorum, şayet “illiberal” ifadesi evrensel hukuk devleti ilkeleri zafiyeti anlamına geliyorsa, evrensel hukuk devleti ilkelerinin geçerli olmadığı bir yere demokrasi denebilir mi, belirsiz; örnek mi istiyorsunuz, en yakınınıza bakın.
Yorum Yazın