Türkiye fırsatları olmasa da fırsat eşitsizliğini normal dağıtmış bir ülkedir. Ülkenin herhangi bir yerinde doğmuş olmanız size aynı oranda fırsat eşitsizliği ile baş etme görevi verir daha az ya da fazla değil.
Edirne deyince artık aklıma ne Selimiye ne Karaağaç ne de Meriç geliyor. Bir türlü alınamayan vize randevuları, reddedilen vizeler, vize ile gidilen seyahatlerde sınır kapılarında bitmeyen sorgular geliyor.
Neden diye sorarsanız cevabı Edirne Cezaevi’nde. Türkiye kendisine göre tanımladığı terör kavramı ile bu ülkenin seçilmiş bir vekilini yıllardır bu kentin cezaevinde tutuyor. AİHM kararlarını tanımıyor. Vize serbestisi anlaşmalarının önündeki bu keyfi tanımı ben değil BBC Türkçe’nin videoları ifade ediyor.
Türkiye 2015’te çok yaklaştığı serbest dolaşımı elde edemeyip buna rağmen anlaşmanın diğer bacağı yüzünden milyonlarca mülteci kazandıysa bunun sebebi politik tercihlerden ötesi değil.
Adeta bir siyasi rehineye dönüşen ve acı bir unutuşun da öznesi konumuna gelen Selahattin Demirtaş’ın Edirne’deki zorunlu ikameti sadece onun özgürlüğünü değil koca bir ülkenin seyahat özgürlüğünü de kısıtlıyor.
Selahattin Demirtaş’a 40 yılı aşan bir kanlı hikayenin ve bunun arkasındaki belki 100 yıllık bir sorunun tüm faturası kesilmiş durumda. Sürreel bir filmi andıran bu tutsaklık bir tarafında seçilmişliğin değerini sorgulatırken diğer tarafta vize vb sorunlar olarak hayatımızı şekillendiriyor
SAN SEBASTİAN, BELFAST , BARSELONA, MONTREAL VE İSTANBUL’un ortak paydası
Peki Demirtaş’ı hapiste tutan, varlığını tehdit olarak gösteren süreç tam olarak nasıl tanımlanabilir? Kürt meselesi denilerek geniş paranteze alınan bu meselenin dünya ölçeğinde İspanya’dan İrlanda’ya hatta Kanada’ya değin yaşanan deneyimleri çözümün silahta ve çatışmada olmadığını kanıtlıyor.
Bu gerçekliği çok tartışmaya gerek yok. Hiçbir egemen devlet tapulu arazisine gecekondu kondurmaz. İspanya’da özerkliğin sınırı bayrağın merkezi otoriteyi tehdit ettiği noktada kondu. Katalonya’nın baygın bakışlı özerk yöneticileri devlet içinde devlet kurmaya çalıştıklarında İspanyol merkezi hükümeti onları çekinmeden Brüksel’e kadar kovaladı.
Türkiye’nin ulusal sınırları konusundaki hassasiyeti tartışmaya açmak da ahmaklık olur. 1648 Westphalia yada 1814 Viyana’dan beri devlet sınırları hassas ve tartışmaya kapalıdır. Değiştirmek için güven, özveri ve tecrübeden de fazlası gerekir.
Madalyonun bir de öbür yüzü var. Bir dönem şiddetle var olmaya yeltenen Basklıları(*) , barışçıl görünümlü haris Katalanları yada Kraliçe’ye ecel terleri döktüren İrlandalıları ve bunların merkezi otoriteyle yaşadıkları meseleleri ülkemizdeki gerçeklikten ayıran başka bir boyut bulunuyor.
Yakın zamanda bir tanıdığım Edirne’de ev almak istediğinde şehrin hemen yanı başındaki villalar bölgesinde beğendiği evin müteahhidi Güneydoğu’nun tam göbeğinden çıkmıştı. Edirne’de yatırım maksatlı satın aldığı arsaya evleri inşa edip satan müteahhit için Edirne’nin doğduğu coğrafyaya mesafesi sorun değildi. Demirtaş’ın hapiste gün saydığı aynı Edirne’den söz ediyoruz
İspanya’da en çok Basklı San Sebastian’da Katalan Barselona’da yaşar. En çok Kuzey İrlandalı Belfast’ta ikamet eder. Quebecli’ler Montreal’dedir. Buna karşın; yapılan araştırmalar Türkiye’de (hatta dünyada) en çok Kürt kökenli insanın İstanbul’da ikamet ettiğini gösteriyor.
Sizce bunda bir tuhaflık var mı? Bence yok. Ama bu veriye bakarsak ortada bir Kürt sorunu da yok.
Yakın zamanda Boğaz Köprüsünün üzerinde rast geldiğim lüks araçlardan müteşekkil bir düğün konvoyunun köprü çıkışında halaya bağlandığı noktada Kürtçe ezgiler yayılmaktaydı.
Türkiye’de demokrasi, insan hakları, özgürlükler, ekonomik eşitsizlik, eğitimde fırsat eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kamusal alan yetersizliği sorunları vardır. Ama tırnak içinde “Kürt” olma sorunu yoktur.
Türkiye’nin Sorunları Vardır. Türkiye’nin Sorunu Yoktur
Türkiye’de Kürtlerin, Türklerin, Ermenilerin, Musevilerin, Müslümanların, Alevilerin, Sünnilerin, Ateistlerin, Kadınların, Çocukların, İşçilerin, İşsizlerin, Emekçilerin, Kiracıların, Ev sahiplerinin, Çiftçilerin, Köylülerin, Emeklilerin, Yaşlıların, Üniversitelilerin, Öğrencilerin, LGBT Bireylerin, Başörtülülerin, Başörtüsü giymeyenlerin, Sarıklıların, Sarıksızların sorunları olabilir ve eminim ki vardır. Türkiye’de demokrasi, insan hakları, özgürlükler, ekonomik eşitsizlik, eğitimde fırsat eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kamusal alan yetersizliği sorunları vardır. Ama tırnak içinde “Kürt” olma sorunu yoktur. Yukarıda sayılanların sorunları çözülmeden de kimsenin tek başına çözülecek bir sorunu da yoktur.
Neo liberalizm “Türklük Sözleşmesi”ni rant sözleşmesine evirmiş ve
Kürtleri de buna çoktan imzacı yapmıştır.
Türkiye fırsatları olmasa da fırsat eşitsizliğini normal dağıtmış bir ülkedir. Ülkenin herhangi bir yerinde doğmuş olmanız size aynı oranda fırsat eşitsizliği ile baş etme görevi verir daha az ya da fazla değil.
Fırsat eşitsizliği ile baş edecekseniz yeriniz ülkenin fırsatlarla dolu yerleri olacaktır. Türkiye’de en çok Kürt nasıl İstanbul’da yaşıyorsa en çok memleketlim Kastamonulu da İstanbul’da yaşıyor.
Türkiye’nin sorunlarını çözün sonra kaldıysa Kürt sorununu da çözersiniz.
(*) Bask’da yasaklanan ve bu yasaklılığı AİHM’ce tescilli Batasuna partisini Türkiye’de Kürt siyasetinde yer alan HDP ve öncülleri ile mukayese edenler var. Yanlış kıyastır. Batasuna partisi açıkça ETA’nın siyasi ayağı olduğunu ikrar eder. Diğer yandan onun boşluğunu dolduran diğer Bask partileri de ETA’nın siyasi ayağı olma dışında Bask milliyetçiliğini programlarına yazarlar. Basit analojiler yapılarak Aristo mantığıyla karar veren Türk sağ popülizmine hatırlatmak gereken bir gerçektir bu.
Yorum Yazın