Türkiye’de Çözüm Süreci’ne dönmeyeceğiz, bu doğru. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ana muhalefet partisi CHP, muhalefet partileri kilit önemde olduğu ama belediyelerin ve sivil toplumun önemli rol oynayabileceği bir çatışma çözümü ve uzlaşma alanı-olasılığı var önümüzde.
Cumhuriyet’in yüzyılın muhasebesini yaptığımız zaman, yaşadığımız değişim ve dönüşüm süreçlerinin hem önemli başarılara hem de ciddi eksikliklere/çözülemeyen sorunlara sahne olduğunu görüyoruz. Bölgesel ve küresel ölçekte dünya siyasetinin “jeopolitik-kilit ülke” konumda gördüğü, kentleşmiş, ekonomik potansiyelleri yüksek, insan ve kültürel sermayesi güçlü ve büyük sorunlara ve afetlere karşı dirençli ve dayanışma gösteren bir toplumsal duyarlılığa sahip bir ülkemiz var. Yeterince olmasa bile, Cumhuriyet’in yüzyılı üzerine yapılan toplantılarda bu başarıyı ve potansiyeli konuştuk. İktidarın önemsizleştirme ve muhalefetin suskunluk hallerine karşın hepimiz, halk-millet olarak, ülkenin her yerinde, farklılıklarımızı unutarak 29 Ekim’i büyük çoşkuyla kutladık. Toplumun duyarlılığı, iktidarın ve muhalefetin sessizliğine karşı gelecek için umutlarımızı arttırsa da, “İkinci yüzyılında nasıl bir Türkiye?” sorusunu yanıtlamadaki zorluklar, toplumsal çoşkunun içerdiği ikilemi de ortaya koyuyordu. İkinci yüzyıla girerken gelecekle ilgili ve aslında küreselleşen dünyanın geleceğiyle benzer şekilde üçlü bir duygu kesişimindeyiz: “belirsizlik”, “güvensizlik”, “korku-endişe”. “İkinci yüzyılda nasıl bir Türkiye?” sorusu gibi, “Nasıl bir dünya?” sorusu da en genelde büyük bir belirsizlik-güvensizlik içeriyor: bu da hem bireysel hem de toplumsal psikolojide kaygı-endişeyi arttırıyor. Yüzüncü yılında Türkiye bağlamında yaptığımız muhasebenin ortaya koyduğu gibi, geleceğe bakışımızı şekillendiren belirsizlik-güvensizlik-korku-endişe duygu sarmalının nedenleri sadece bugünün rekabetçi otoriter, kurumları çok zayıflamış-aşırı siyasallaşmış, dost-düşman ayrımına dayalı siyaseti tercih eden, kutuplaşmadan beslenen, güvenlikçi, dışlayıcı milliyetçi ve yıkıcı neoliberal yönetim anlayışıyla değil; aynı zamanda, yüzyıl boyunca çözemediğimiz dört eksiklik-sorunla da ilgili:
- “Demokrasi sorunu”: 1945’de demokrasiye geçen Türkiye, son seksen yılda demokrasisini güçlendireme de başarısız olmuş, son yıllarda da demokrasiden otoriterliğe sapmış bir yapıda,
- “Devlet sorunu”: Devletin her zaman toplumdan güçlü yapısı, devleti ele geçirmenin güç ile iştahlı ilişkisini yaratıyor. “Dönüşüm ve demokrasi-hegemonya ikilemi” olarak adlandırdığım bu ilişki, toplum yönetiminde güç ve hegemonyayı demokrasi ve dönüşümün önüne koyuyor ve iktidarlar kısa reform dönemlerinden sonra, devleti ele geçirerek güçlerini pekiştirmeyi tercih ediyorlar,
- [Farklılıklar içinde] “Birlikte yaşama sorunu”: Toplum, bu yüzyıl içinde, kimlikler, yaşam tarzları, tercihler, konumlar, kent-kır ayrımı, merkez-çevre ayrımı, gelir ve eğitim seviyeleri ve ideolojiler temelinde bölünmüş, kutuplaşmış ve farklı olana karşı güvensiz, sonuçla birlikte yaşama kültürü zayıf bir nitelik içeriyor ve son olarak,
- “Eşit vatandaşlık sorunu”: Tüm bu eksikliklerin sonucunda da, gerek devlet ile ilişki de, gerekse de toplum içi ilişkilerde, birey ya da kimlik düzeylerinde, vatandaşlık algısı, eşit değil, birinci sınıf, ikinci sınıf vatandaşların olduğu bir ülke tablosunu çiziyor. Farklı kimliğe sahip olmanın eşit değil, adil olmayan bir vatandaşlık uygulamasına tabi olmak anlamına geldiği algısını güçlendiriyor.
Kürt sorunun çözümünün Türkiye’yi demokratikleştirmeyeceğini ya da Türkiye’yi demokrasi yapmayacağını Çözüm Süreci’nde gördük. Çözüm Süreci’nin en önemli sonuçlarından biri de, Kürt sorunu-demokrasi ilişkisi üzerine var olan tabunun yıkılmasıydı.
KÜRT SORUNU VE BİTEN TABU Son yıllarda yaşadığımız sorunlar ile yüzyılın dört eksiğinin kesişme noktalarının başında “Kürt sorunu” geliyor. Tarihsel, tanım ve sorun alanı olarak Kürt sorunu, kökenleri Osmanlı İmparatorluğu’na gitse de, son yüzyıla çözülemeyen sorun olarak damgasını vuruyor. Kürt sorununun tarihi, nedenleri, dinamik yapısı, çözümü üzerine çalışıldı, konuşuldu. Bu bağlamda envanterimizin kapsamlı ve detaylı olduğunu düşünüyorum. Kürt sorunu; hem Cumhuriyet’in yüzyılının dört eksiklik-sorun alanıyla bağlantılı hem de bu alanların çözümünün yeterli olmasa da gerekli koşulu. Kürt sorunu üzerine bir uzlaşmaya varmadan ne demokrasi ne devlet ne birlikte yaşama ne de eşit vatandaşlık sorunlarında ilerleme sağlayabiliriz. Bununla birlikte, bu yazıda Kürt sorununda bugüne odaklanacağım ve “çözüm odaklı bir uzlaşma çalışması”nı başlatmak için neler yapabileceğimiz üzerinde duracağım. Kürt sorunun üzerine düşünen/akademik olarak çalışan, Çözüm Süreci’nde “Akil İnsanlar Grubu” içinde yer alan, küresel düzeyde demokrasinin zayıflaması/durgunluğu ve Türkiye’de, özellikle Anadolu coğrafyasında, kentleşme süreci üzerine araştırmalar yapan bir akademisyen olarak şu saptamayı yapmak istiyorum: Kürt sorunun çözümünün Türkiye’yi demokratikleştirmeyeceğini ya da Türkiye’yi demokrasi yapmayacağını Çözüm Süreci’nde gördük. Çözüm Süreci’nin en önemli sonuçlarından biri de, Kürt sorunu-demokrasi ilişkisi üzerine var olan tabunun yıkılmasıydı. Demokrasiye inanmayanlar arasında ve Suriye meselesinin belirleyici olduğu bir girişim olan Çözüm Süreci, üzücü ve ironik olarak, HDP’nin seçim başarısından hemen sonra bitti, bitirildi. 2014’den bugüne yaşanan on yıl içinde de kısa süren umutlar hızla acılara, karamsarlığa, güvensizliğe dönüştü. Çözüm Süreci’nin bitimiyle, hem Kürt sorununun çözümünün demokrasinin pekişmesi için gerekli ama yeterli olmadığı anlaşıldı; hem de Kürt sorunun çözümü ile demokrasinin güçlendirilmesi için yapılacak çabanın ve verilecek mücadelenin eş zamanlı ama her ikisi için de yapılması gerektiği görüldü. Bu nedenle, Kürt sorunun çözümünde, bir taraftan, “çatışma çözümü ve uzlaşma” alanına odaklanmamız gerektiğini önerirken, diğer taraftan da, “demokrasiye dönüş ve demokrasinin güçlenmesi” tercihi ve çabası içinde olmalıyız ikazında da bulunacağım. Bunu yaparken, son on yıl içinde Kürt sorunun değişen yapısını da hesaba katmalıyız. Kürt sorununun gerek içerik gerek aktörler gerekse de mekânsal yapısı içinde, dinamik, değişen, gelişmelere göre yeniden şekillenen bir sorun olduğunu unutmamalıyız.
Aktörler arası diyalog ve müzakerenin Kürt sorununda değişen parametrelerin hesaba katılarak yapılması ve çatışma çözümü-uzlaşma sürecini başlatılması ülkemizin geleceği için alınmış doğru karar olacaktır.
DEĞİŞEN PARAMETRELER Kürt sorunun yaşandığı kentlerde yaptığım akademik çalışmalar ve projeler temelinde en az yedi boyutta değişen parametrelerden bahsedebiliriz: Birincisi; Kürt sorunu hem mekansal hem siyasal olarak bölgeselleşti. Suriye, sadece bölge olarak değil, Türkiye için de belirleyici oluyor. Çatışma sonrası dönemin ve çatışmadan müzakereye geçiş sürecinde Suriye’nin geleceğinin şekillenmesi, Suriye Anayasası ve bu noktada Kürt aktörlerin yeri ve rolü önemli bir tartışma konusu. Her nekadar, 2020’ler içinde gerek Ukrayna ve Gazze krizleri gerek salgından-iklim krizine yaşanılan ontolojik (yaşamsal) güvensizlik, gerekse de küresel ölçekte, 1945-sonrası Batı merkezli uluslararası sistemin bitimi ve yaygınlaşan Batı-sonrası dünya çağrısı, bölgesellik kadar, Türkiye’nin iç dinamiklerini de önemli hale getirse de, Suriye ve geleceği Kürt sorununda belirleyici rolünü sürdürecek; İkincisi; Kürt sorunu son yıllarda giderek artan bir şekilde “kentleşiyor”, “kentli” nitelik kazanıyor. Bölge kentleşiyor. Hendek çatışmalarından Gazze’ye, çatışma mekânı “kent” oluyor. Daha da önemlisi; sosyolojk olarak, Kürtler, özellikle Kürt gençliği, bir taraftan çok ciddi işsizlik, yoksulluk, dışlanma sorunları yaşıyorlar ama aynı zamanda da “orta sınıflaşan” bir kesim de var. Bu, çatışma çözümünün ve uzlaşmanın mekanını kent yaparken, kent yönetimi ile çatışma çözümünü ilişkileniyor; Üçüncüsü; Kürt seçmeni, kimlik-tanınma ve eşit vatandaşlık talepleri kadar, “normalleşme” istiyor. Kentinde, ülkesinde, günlük yaşamını şiddet sarmalı ve dışlanma içinde değil, iş-aş-güvence temelinde sorunlarını çözmek, yaşamını herkes gibi yaşamak istiyor. Normale dönüş ve kentinin iyi yönetimi kimlik kadar önemli; Dördüncüsü; Kürt seçmeni, DEM’den vazgeçmiyor. Bunu hem oy verme eğilimlerinde hem seçim yoluyla verilmek istenen mesajlarda hem de DEM’in oylarının düşmemesinde görüyoruz. Kürt seçmeninin ana siyasi aktörü DEM. Kürt seçmeninin, kimlik hakları kadar, ekonomik durumunda gelişme, günlük yaşamında normalleşme istediğini de söylemeliyiz; Kürt seçmen, yaklaşan 31 Mart-2024 yerel seçimlerinde de, özellikle İstanbul seçiminde, siyasi alanda artık tüm siyasi partilerin dikkate alması gereken ya da göz ardı edemeyecekleri “kilit aktör” konumunda; Beşincisi; “kayyım sorunu”: Son dönemde Kürt sorununu değişimi temelinde ele alacağımız bir parameter ya da gelişme de, HDP’nin kazandığı yerlerdeki belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanması, ve kayyumlarla birlikte bölge kentlerinde gerek ekonomi, gerek yönetim boyutlarında yaşanan olumsuz, kayırımcı ve kentin ekonomik dinamizmini engelleyen süreç; Bölge kentleri üzerine yaptığım çalışmalarda şu noktaları gözlemledim: Kayyımlar, genelde bölge halkı tarafından sevilmiyorlar; çünkü kent yönetiminde ve ekonomik hayatında, müşteri ağırlıklı, kayrımcılığa dayanan ve içerseme-dışlama yönetemleri kullanan ve güven ilişkilerini bozan bir hareket tarzına sahip oldular. Anti-demokratik olarak atandıkları kentlerde, günlük yaşamı ve ekonomik alanı kentte yaşamı bozarak dönüştürme amacını güttüler. Kayyım atama tercihinin bitmesini isteyen Kürt seçmeni, DEM’den (HDP’nin yeni adı) vazgeçmedi, 2024 yerel yönetim seçimlerinde de DEM adaylarına oy verecektir. Bununla birlikte, DEM’den hizmet ve kentin iyi yönetimini, dolayısıyla normale dönüş isteyecektir. Altıncısı; çatışma-uzlaşma çabası sadece Kürt aktörleri değil, diğer kimlikleri, kadınları, gençleri, tüm ötekileştirilenleri, güvencesizleştirilenleri kapsamalı. Kapsayıcı çatışma çözümü, kapsayıcı uzlaşmayı da getirecektir. Bölgedeki kentler üzerine yaptığımız tüm araştırmalar, sadece Kürtler için değil, “herkes için anlayışta ve uygulamada eşit vatandaşlık” isteminin yükseldiğini gösteriyor; Yedincisi,PKK, artık kendisi, yeri ve geleceğiyle ilgili bir karar vermek durumunda. Son dönem stratejisini Suriye odaklı yaptığına göre, Suriye’de mi kalacak? Suriye odaklı bir kimlikte mi devam edecek? Silah ve çatışmayı tümden bırakacak mı? HDP için gerekli siyasi alanı yaratacak mı? PKK, terör eylemlerini ve silahı bırakmadıkça, Kürt sorunun da ne uzlaşma ne de normale dönüş bekleyebiliriz. Türkiye’de Çözüm Süreci’ne dönmeyeceğiz, bu doğru. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ana muhalefet partisi CHP, muhalefet partileri kilit önemde olduğu ama belediyelerin ve sivil toplumun önemli rol oynayabileceği bir çatışma çözümü ve uzlaşma alanı-olasılığı var önümüzde. Aktörler arası diyalog ve müzakerenin Kürt sorununda değişen parametrelerin hesaba katılarak yapılması ve çatışma çözümü-uzlaşma sürecini başlatılması ülkemizin geleceği için alınmış doğru karar olacaktır. Unutmayalım, yönetimde demokrasi ve denge ve denetleme iradesi bu sürecin sürdürebilir ve dirençli olmasını sağlayacaktır.
Yorum Yazın