Kafamızda senaryolar yazar, en kötü ihtimalleri sürekli olarak tekrar ederiz. Fakat korktuğumuz şey başımıza geldiğinde, bir anda anlamsız bir rahatlama hissederiz. Bu, kontrolü bırakmanın ve zihnimizde büyüttüğümüz o senaryoların gerçeklikle yüzleştiğinde ne kadar küçük kaldığını fark etmenin getirdiği bir huzurdur.
Korku, insan zihninin en güçlü ve en yanıltıcı duygularından biri. Genellikle bizi korumak için var olduğunu düşünürüz, ama çoğu zaman bizi olduğumuz yere hapseden, büyüdükçe içsel enerjimizi tüketen bir ağırlık haline gelir. “Korkunun kendisi, korktuğumuz şeyden daha büyük” derken, aslında bunun psikolojik temellerine iniyoruz. Kafamızda senaryolar yazar, en kötü ihtimalleri sürekli olarak tekrar ederiz. Fakat korktuğumuz şey başımıza geldiğinde, bir anda anlamsız bir rahatlama hissederiz. Bu, kontrolü bırakmanın ve zihnimizde büyüttüğümüz o senaryoların gerçeklikle yüzleştiğinde ne kadar küçük kaldığını fark etmenin getirdiği bir huzurdur.
Sigmund Freud, korkunun bilinçdışındaki kaygılardan kaynaklandığını ve bu kaygıların genellikle gerçek olaylarla bağlantısının zayıf olduğunu savunur. Freud’a göre, korku bir savunma mekanizmasıdır; belirsizlik ve bilinmeyen karşısında zihin, kendini korumak için bir alarm verir. Ancak bu alarm, olaylar gerçekleşmeden önce tetiklendiğinde, aslında bizi gereksiz yere yıpratır. Yani, korkunun kökleri zihnimizdeki bilinmeyene olan güvensizliğimizden gelir. Bu yüzden de gerçek o korku geldiğinde bir rahatlama yaşarız. Çünkü artık belirsizlik ortadan kalkmıştır ve zihnimiz kendini yeniden düzenlemeye başlar.
“Korkuyu hisset, ama yine de yap.” Jeffers’a göre, korku hissetmek insan doğasının bir parçasıdır, ama asıl önemli olan, bu korkuya rağmen adım atmaktır.
“KORKUYU HİSSET, AMA YİNE DE YAP”
Bu düşünceyi Susan Jeffers da kendi perspektifiyle destekler: “Korkuyu hisset, ama yine de yap.” Jeffers’a göre, korku hissetmek insan doğasının bir parçasıdır, ama asıl önemli olan, bu korkuya rağmen adım atmaktır. Çünkü korku, hareketsizlikle büyür. Onunla yüzleştiğimizde, bir anda küçülür ve etkisini yitirir. Yani, korktuğumuz anı beklerken yaşadığımız o içsel gerilim, olayın kendisinden çok daha yıkıcıdır.
Psikolojik olarak bakıldığında, korkunun bu şekilde işleyişi, beynimizin belirsizlik karşısında verdiği doğal bir tepkidir. Brené Brown, cesaret ve kırılganlık üzerine yaptığı çalışmalarında, insanların en çok belirsizlikle başa çıkmakta zorlandığını söyler. Belirsizlik, kontrol edemediğimiz her şeyde tetiklenir ve korku devreye girer. Ama gerçek geldiğinde, yani korktuğumuz şey yaşandığında, o belirsizlik sona erer. Ve o noktada, her ne olursa olsun, zihnimiz bir tür huzura kavuşur.
Sonuç olarak, korku, çoğu zaman zihnimizin ürettiği bir yanılsamadır. Kafamızda kurduğumuz senaryolar, gerçeklikten çok daha ağır gelir. O korktuğumuz an geldiğinde, artık beklemenin verdiği gerilim sona erer ve yerini tuhaf bir rahatlama alır. Çünkü gerçeği kontrol edemesek bile, artık onu biliyor olmak zihnimizin en temel ihtiyaçlarından birini karşılar: Bilinmezliğin bitmesi.
Yorum Yazın