Belki de en büyük eksiklik burada: Kitaplara kutsallık atfedip, hayatı okumayı unuttuk. Kitap okumak bir eylem değil, bir yolculuktur. O yolculuk seni daha çok insana götürüyorsa, iyi yoldasındır. Ama seni diğerlerinden uzaklaştırıyor, yukarıdan baktırıyorsa, orada kitap sadece bir dekor olmuştur.
Son günlerde sosyal medyada dönen bir tartışma dikkat çekici.
Bir kitapevine yönelik boykot çağrılarıyla başlayan süreç, hızla siyasallaştı.
Seküler kesimden bazı kullanıcılar, “Zaten AKP’liler kitap okumaz ki!” gibi ifadelerle boykotun o çevreyi etkilemeyeceğini iddia ederken, muhafazakâr kesim de bu itham karşısında “Biz de kitap okuyoruz!” savunusuna girişti.
Kimi kendi okuduklarını sıraladı, kimi karşı tarafı okumamakla suçladı. Bakanlar, hatta eski bakanlar bile kitapçıda poz verme yarışına girişti.
Kısacası kitap okuma, bir üstünlük göstergesine ve karşılıklı hakaretin zeminine dönüştü.
Ancak burada atladığımız çok temel bir gerçek var:
Kitap okumanın kendisi, bir ahlaki ya da entelektüel üstünlük kanıtı değildir.
Kitap okuyan herkes iyi, kitap okumayan herkes kötü ya da cahil değildir. Okumak, hangi zihinle ve hangi niyetle yapıldığına göre anlam kazanır. Kitap, bir araçtır.
Ne zaman ki onu amaç haline getiririz, o zaman içini boşaltmış oluruz.
Kitap okumak elbette değerlidir. Ama bu eylemi bir “etiket” gibi taşımaya başladığımızda, kitapla kurduğumuz ilişki yüzeyselleşir.
Dahası, kitap okumayan insanları “cehaletle” itham etmek, sadece karşı tarafı dışlamakla kalmaz bilgiye erişimin farklı yollarını da küçümsemek olur. Çünkü bilgi sadece kitaplardan gelmez. Yaşamın içinde de öğrenilir.
Bugün Z kuşağının çok daha az okuduğu ve çoğu bilgiyi artık başka kaynaklardan edindiği bir dönemde belki de hatırlatmakta fayda var;
Thomas Edison, yalnızca üç ay okula gitmişti. Annesi tarafından evde eğitildi ama ampulü, fonografı, elektrik sistemlerini icat ederek modern yaşamı kökten değiştirdi.
Tarana Burke #MeToo hareketinin kurucusu, zor bir çocukluk geçirmiş, cinsel şiddete maruz kalmış ve bu travmayı dönüştürerek küresel bir kadın hareketi yaratmış bir aktivist. Kitap değil hayat, ona en büyük öğretmen olmuştu.
Nasreddin Hoca, Yunus Emre gibi halk bilgeleri kitap kültürüyle değil, sözlü gelenekle büyümüşlerdi. Ama söyledikleri yüzyıllar sonra bile insanların kalbine dokunmaya devam ediyor.
Kitap Okumanın Tek Başına Fazileti Yoktur. İnsan sadece kitap okuyarak değil, yaşayarak, deneyimleyerek, gözlemleyerek de büyür, gelişir.
Unutmayalım, tarihte çok kitap okuyan ama büyük kötülükler yapmış insanlar da var. Hitler’in devasa bir kitap koleksiyonu vardı.
Kitap okumanın faydası, onunla nasıl düşündüğümüzde, neyi dönüştürdüğümüzde yatar. Aksi takdirde, okuduklarımız yalnızca birer bilgi yığınına dönüşür, hatta bağımlılığa.
En Büyük Kitap Hayatın Kendisi
Belki de en büyük eksiklik burada: Kitaplara kutsallık atfedip, hayatı okumayı unuttuk.
Halbuki yaşam, en açık ve en karmaşık kitaptır. İçinde insan var, doğa var, adalet, acı, neşe, yalnızlık, aşk, vicdan var. Günlük hayatta karşımıza çıkan olaylar, ilişkiler, çelişkiler…
Hepsi bize bir şey öğretir. Eğer gözümüz açık, zihnimiz uyanıksa tabii.
Kitap okumak bir eylem değil, bir yolculuktur. O yolculuk seni daha çok insana götürüyorsa, iyi yoldasındır. Ama seni diğerlerinden uzaklaştırıyor, yukarıdan baktırıyorsa, orada kitap sadece bir dekor olmuştur.

Yorum Yazın