06 Mayıs, 2024, Pazartesi 21:35
Bakın Türkiye’nin “çağdaş” toplumuna! 20 küsur tane, geniş kitleleri kapsayan ve bu nedenle de para ve güç sahibi dini tarikatlara! Ya da kendini solda tanımlayan sayılarını bilmediğim sol örgütlere! Ya da en büyüğü sağ siyasetlerin yönlendirdiği sarı sendikalara”! Bunlarla bu toplum nasıl “çağdaş” bir toplum olacaktır? Doğrusu bence bu tartışmayı “sol” yapmalı. Çünkü solun buna ihtiyacı var.Anlaşılan bu topraklar, üzerinde yaşayan insanların “kendi içlerine kapanarak” yaşamalarını besleyen topraklar. Bu toprakların insanları, öyle ya da böyle, şu ya da bu nedenle paylaştıkları şeylerden ötürü bir araya gelip bir “kimlik” içine kapanmayı seviyorlar. Ancak öyle, mutlu, güçlü ve korunaklı hissediyorlar kendilerini. Kimlikleri kendi evleri gibi. Kapıyı açıp içeriye girdiklerinde içeridekilerin kendi insanları olduklarını biliyorlar. Belki anne babaları, belki yoldaşları belki de tariktaşları içerdekiler.Ama doğrusu kimliğin içi rahatlatıcı olmasına rahatlatıcıdır ama aynı zamanda rahatsızlık da üretir. Örneğin, anne-babanın isteklerinden tutun, yoldaşların ya da tarikat şeflerinin yönlendirişlerine kadar birçok konu seni kimliğin içinde boğabilir de. Onun için de her zaman dışarıya kaçışı mümkün kılan bir mekanizma olmalı. Aksi durumda insan, kimliğin içinde sıkışıp kalır ve mutsuz olur.Dolayısıyla kimliklerimizi tanımlayan değerler üzerinden oluşturduğumuz ilişkiler önemlidir ama aynı ölçüde önemli olan kimliklerin dışına çıkmayı da mümkün kılan bir anlayışın toplumda geçerli olması. Aksi durumda, yani “kimliklerden” oluşmuş bir dünyada “kimlikçilik” taslamak, yani kendi kimliğini toplumun tümüne şamil kılmaya kalkmak ve bu amaçla diğer kimlikleri “ötekileştirmeye” çalışmak toplumu faşizme ve despotizme götüren bir yol olur.
Bir başka ifadeyle “kimlikçi” bir dünyadan daha demokratik bir dünyaya evrilebilmek için öncelikli olarak kendi özel kimliklerimizin yanı sıra diğer bütün başka kimliklerin de özgürlüğünü savunarak bir yol almamız lazım ve bu da ancak farklılıkları meşru görmekle mümkün.
‘KİMLİKÇİ’ BİR DÜNYADAN DAHA DEMOKRATİK BİR DÜNYAYA EVRİLEBİLMEK İÇİN…
Ben “biz olmak” lafını sıklıkla kullananlardan biri olarak aslında bu bölük pörçüklüğe ve tehlikeye işaret etmeye çalışıyorum. Bir başka ifadeyle “kimlikçi” bir dünyadan daha demokratik bir dünyaya evrilebilmek için öncelikli olarak kendi özel kimliklerimizin yanı sıra diğer bütün başka kimliklerin de özgürlüğünü savunarak bir yol almamız lazım ve bu da ancak farklılıkları meşru görmekle mümkün. Bunu başaramadan, yani bir toplum olamadan, bir toplummuş gibi davranmak sorunlarımızın çözümüne hiçbir katkısı olmayan bir tutumdur.Buradan kimisi “İyi de böyle olunca toplumdaki çelişkiler bitecek mi, örneğin işçi-işveren çelişkisi gibi?” diye bir soru sorabilir. Ama bu sorudaki problem mevcut Türkiye’nin daha henüz bir toplum olmadığı noktasını atlamış olmasındadır. Tarihin beslediği, çağımız kapitalizmiyle amorflaştırılmış kimlikler dünyası, işçi-işveren çelişkisinin yaşanabildiği sahici bir kapitalist toplum değildir ki!Bakın Türkiye’nin “çağdaş” toplumuna! 20 küsur tane, geniş kitleleri kapsayan ve bu nedenle de para ve güç sahibi dini tarikatlara! Ya da kendini solda tanımlayan sayılarını bilmediğim sol örgütlere! Ya da en büyüğü sağ siyasetlerin yönlendirdiği sarı sendikalara”! Bunlarla bu toplum nasıl “çağdaş” bir toplum olacaktır?Doğrusu bence bu tartışmayı “sol” yapmalı. Çünkü solun buna ihtiyacı var. Çünkü sol potansiyel olarak “değişimden” yana olan bir siyasettir. Kapitalizmin yarattığı sömürü çarklarının insan hayatlarını nasıl öğüttüğünü en iyi anlayacak ve alternatif fikirler üreterek kapitalizme meydan okuyacak olan siyaset sol siyasettir.Ama ne var ki bizde bu “kimlikler dünyasının” içinde oluşmuş “sol siyasetler” daha aralarında bir araya gelebilecek bir anlayışa dahi evrilebilmiş değiller. Onun için var olanlar da zaman geçmiyor ki ikiye üçe bölünmüş olmasınlar! İşin ilginç yanı bundan da çok rahatsız değiller.Aralarından bazıları ise DEM Parti'nin bileşeni olarak varlıklarını sürdürüp mecliste de temsil edilme imkanı buluyorlar ama doğrusu benim hala anlamakta zorlandığım hangi nedenlerle DEM partinin içinde ayrı örgüt yapılarıyla var olmaya devam ediyorlar. Neden DEM Parti'nin diğer üyeleri gibi olamıyorlar? Eğer sorun farklı fikirlerse neden bu fikirleri bu zeminde tartışmayı amaçlamıyorlar?Yeni bir siyasi dönemin başlangıcında siyasi partilerimizin birbirlerini “rakip” değil de “düşman”mış gibi görmelerinin önlenebilmesi ancak toplumdaki farklılıkların farklılıklarını savunarak “biz” olabilecekleri yeni bir anlayışa ulaşmalarını gerektiriyor. Özellikle muhalefet partilerinin kuşatıcı bir siyaset oluşturabilmeleri için böyle bir anlayışa ihtiyaçları var.Görünen köy böyle bir köy! Kılavuza da ihtiyaç yok!
Yorum Yazın