Huysuz Virjin, faili meçhullerle, darbelerle, ekonomik krizlerle, istikrarsızlıkla ve daha binbir sorunla geçen yıllarda bir küçük mutluluk kaynağıydı.Hele bir de eteğini savurarak, “Katina’nın elinde makası…” diye başladı mı, kimi alkışlayarak kimi söyleyerek İstanbul’un çok kültürlü zamanını bugüne taşıdığını fark etmeksizin ona eşlik ederdi.
Bu haftanın en manasız ama artık kanıksadığımız haberlerinden biri, Kadıköy Kaymakamlığı’nın Mubi Fest’in listesinde yer alan Queer adlı filmin gösterilmesini yasaklamasıydı.
Sağolsun, birileri bizi hep bizden fazla düşünüyor, sayelerinde bizim düşünmemize hiç gerek kalmıyor.
Baksanıza şu filmin gücüne, bizim Kaymakamlığa göre “toplum barışını tehlikeye atacak provokatif içerik” taşıyormuş.
Tabii aslında sorulması gereken soru başka: İki saatlik bir film toplum barışını tehlikeye atabiliyorsa, orada toplum barış vardır denebilir mi?
Bu ne menem bir barıştır ki bir film karşısında bile hemen tehlikeye düşsün?
Ayrıca, bu halk gerizekalı mıdır da gittiği bir etkinliğin toplumsal barışını tehlikeye düşüreceğini anlamaz.
Bir filme gidersin, beğenirsin ya da beğenmezsin, bazen hayran olursun bazen yarısında çıkar gidersin ama bütün bu tepkiler kişiseldir, toplum barışıyla bunun hiçbir alakası yoktur.
Herhalde şöyle düşünüyorlar, biz yasaklamazsak bu gerizekalılar o filme gidecek ve böylece bizim bir hale yola sokmaya çalıştığımız akılları karışacak, iyisi mi biz bunu yasaklayalım.
Yasaklarsak kimse izleyemez, toplum barışı da aslanlar gibi kalır.
Emekliliğini bekleyen bu bürokratların ne dünyadan ne internetten haberleri var, sanıyorlar ki bunların yasakları bir anlam ifade edecek, bu filmi izlemek isteyen biri kaymakamlık yasakladı diye asla izleyemeyecek.
Her gün alınan saçma sapan kararlar yüzünden ülkenin geldiği hal hepimizi yordu, bezdirdi, çıkın sokağa bakın, insanların yaşam sevgilerinin azaldığını göreceksiniz.
Ne mutlu bize ki, bizim ahlakımızı bizden çok düşünen kamu görevlileri var, bizi bizden çok düşündükleri için ne izleyip izlemeyeceğimize, ne okuyup okumayacağımıza, neyi konuşup olup neyi konuşamayacağımıza bizim adımıza karar verme yetkisini kendilerinde buluyorlar.
Bu sakilliğin ortasında, geçen akşam, CKM’de, Armağan Çağlayan’ın “Seyfi Bey” adlı oyununa gittim.
Meğer, Türk televizyonculuğunun en önemli isimlerinden biri olan Armağan Çağlayan, kariyerine Huysuz Virjin’le başlamış, 300 küsur program boyunca Seyfi Dursunoğlu ile birlikte çalışmış, o ölümsüz karaktere hayat vermiş.
Şimdi hiç kusura bakmayın, Huysuz Virjin öyle alelade bir karakter değildir, bir “drag queen” değildir, asla böyle bir şeye indirgenemez, eşi benzeri zor bulunacak dünya çarpında bir karakterdir.
Ve, senelerce hepimizin, en muhafazakâr ailelerin bile evine konuk olmuş, ilgiyle beklenmiş, ülkenin geçtiği darboğazlarda birkaç saatliğine de olsa mutluluk ve neşe vermeye çalışmış bir büyük isimdir.
Seyfi Dursunoğlu’nu şahsen hiç tanımadım, ama ne zaman izlesem, yüksek bir kent kültürüyle donanmış muhteşem bir mizah anlayışı gördüm kendisinde.
Hep bir seviyeyi temsil ederdi.
Huysuz Virjin, faili meçhullerle, darbelerle, ekonomik krizlerle, istikrarsızlıkla ve daha binbir sorunla geçen yıllarda bir küçük mutluluk kaynağıydı.
Sadece ona yakışan, onunla özdeşleşen, başkası yapsa bayağı kaçabilecek ama o yapınca doruklara çıkan bir mizah anlayışı vardı.
Hele bir de eteğini savurarak, “Katina’nın elinde makası…” diye başladı mı, kimi alkışlayarak kimi söyleyerek İstanbul’un çok kültürlü zamanını bugüne taşıdığını fark etmeksizin ona eşlik ederdi.
Sonra, muhtemelen zamanında onu hayranlıkla seyreden bir bürokrat, artık kimlere yaranma çabasındaysa, Huysuz Virjin’in ahlaksızlığı teşvik ettiğini iddia ederek ekranları ona kapattı.
Mafyanın, uyuşturucu baronlarının, sabah programlarındaki acayip fantezi ve ilişkilerle soslanmış cinayetlerin, aleni hırsızlığın ve binlercesinin bozamadığı ahlakımızı Huysuz Virjin bozacakmış.
Buna inanmamızı beklediler.
İnanmadık, ama gücümüz yoktu.
Huysuz Virjin’i koruyamadık.
Hadi biz neyse de milyarlarca doları olan medya patronları bile o parayı iktidardan korkmak için biriktirmişlercesine ağızlarını açamadılar.
Huysuz Virjin’in sessizliğe hapsedilmesiyle kültür hayatımızda geri dönüşü olmayacak bir şeyi kaybettik.
Huysuz’dan sonra bir gün Seyfi Dursunoğlu’nun vefat ettiği haberi geldi.
Böylece, ben, çocukluk arkadaşlarımdan birinin öldüğünü hissettim.
Kültür Bakanlığı ise Seyfi Dursunoğlu’nun ardından bir mesajı bile çok gördü.
Sanki bu eşsiz yetenek senelerce bizi bir küçük mutluluk aşılamak için evlerimize konuk olmamıştı, sanki adı ağza alınmaması gereken kötü biriydi o, sanki…
Armağan Çağlayan, gel de kıskanma, sadece Seyfi Dursunoğlu ile değil, Huysuz Virjin’le birlikte de uzun seneler geçirmiş.
Armağan Çağlayan’ın bir aktör olmamasına rağmen oyunu çok sevdiği Seyfi Dursunoğlu’nun hatırasını yaşatmak, sonraki nesillere hatırlatmak ve unutulmadığını göstermek için oynadığı ortada.
Seyfi Bey, sıradan bir oyun değil.
Bir meydan okuma.
Zamanında hepimizin arkadaşı Huysuz’u savunamayan bizlere ve onu yok saymaya çalışan sahte ahlak bekçilerine.
Yorum Yazın