Son yıllarda gündemi işgal eden siyasal alana ilgisizlik ve “söylem/eylem” tutarsızlığı tartışmaları yeni dönemin başladığının bir işareti olabilir. Türkiye’de yerleşik siyasetin ne “söylem” ne de “eylem” düzleminde yeni talepleri karşılayamamasının iletişimin yeni teknolojilerle anında kurulabildiği bir dönemde gerçekleşmiş olması da bu süreci hızlandırmıştır.
Bir sosyal bilimcinin son günlerde siyaset alanında gerçekleşen sürpriz gelişmeleri açıklamak için hangi sosyal bilim dalının hangi teorisine başvuracağına karar verebilmesi oldukça zor. Son dönemlerde olan bitenlere baktığımızda kimin liberal, kimin ulusalcı, kimin enternasyonalist, kimin etnikçi, kimin solcu, kimin sosyal demokrat, kimin sol popülist, kimin otoriter popülist, kimin halkçı, kimin modern, kimin muhafazakâr olduğunu kestirmek mümkün değil ya da tartışma konusu. Bütün bu kavramların uçuşarak kullanılmasına öteden beri alışık olsak da son dönemlerde siyasal alanda artan söylem değişikliklerine karşın toplumdaki ilgisizlik dikkatimizi özellikle çekiyor. Radikal milliyetçi siyasal parti liderinin son günlerdeki söylem değişikliğinin tarihi bir damga vurduğu bu söylem kargaşasını belki de bu yeni dönemin alameti farikası olarak kabul edebiliriz.
Bilindiği üzere toplumlarda siyasal alan, toplumdaki gücün kullanımıyla ilgili olması nedeniyle çok önemlidir. Bu alanın işleyişinin dinamikleri ve toplumla etkileşimi toplumun tümünün yaşam kalitesini ve gündelik yaşamını etkilediğinden kamuoyunu her zaman çok ilgilendirir. Söylem değişiklikleri de siyasal alanda olanı biteni anlatan işaretlerdir.
Bireysel hakların kabul edildiği hukuk devletlerinde bireyler kendilerini temsil eden siyasal aktörlerde “söylem/eylem” tutarlılığı olmasını mutlaka beklerler. Bireyin hak sahibi olarak tanımlandığı bu toplumlarda siyasal alandaki “söylem/eylem” tutarlılığı temel ahlak konusudur. Bu nedenle, bu toplumlarda “söylem/eylem” tutarlılığının izlenmesi için siyasal alanın şeffaf olması istenir. Söylemde ve eylemde değişim ancak toplumca onaylandığı takdirde kabul görebilir. Demokratik toplumlarda siyasal aktörlerin söylemleri kadar eylemleri arasındaki tutarlılık hem bireysel hem de toplumsal düzlemde sürekli olarak izlenerek denetlenir.
Söylem/eylem ilişkisi sosyal bilimcilerin üzerinde uzun zamandır tartıştığı konulardan biridir. Sosyal bilimciler söylemleri, söylemlerdeki değişimi, değişikliğin anlamını, siyasal aktörlerin sadece geçmiş söylemleriyle değil, gerçekleştirdikleri uygulamalarla ya da eylemlerle de analiz ederler. Bu bağlamda, sosyal bilimciler için söylem değişikliğinin toplumdaki karşılığını izlemek ve bu değişikliğin çok tepki çekmesi kadar, az tepki çekmesi de anlamlı görülür ve tartışılır.
Türkiye’de de, son yıllarda sıkça izlenen “söylem” değişimi hem sosyal bilimcilerin hem de siyasal alanın muhalif aktörlerinin ilgi odağındadır. Siyasal alandaki aktörlerin söylem değişiklikleri muhalifler tarafından “söylem tutarsızlığı” açısından değerlendiriliyor ve onlar ayrıca eylemin değişmediğine de işaret ediyorlar. Bu değişme hakkında yerleşik medyada yapılan yorumlarda ise her zaman olduğu gibi uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler dile getiriliyor. Son dönemdeki değişiklikler de ya Suriye’deki gelişmelere ya da Trump’ın yönetime gelmesine bağlanıyor. Türkiye gibi siyasetin kapalı devre sürdüğü bir toplumda gerçekleşen bu keskin dönüşümlerde dış ilişkilerin etkisini anlamak belki mümkün ama aynı dönüşümün iç siyasetle ilişkisini açıklamak her zaman çok da kolay olmayabiliyor. Sosyal bilimciler için siyasal alandaki söylem değişiminde, dış dinamiklerin etkili olmasıyla iç dinamiklerin etkili olması birbirinden çok farklı anlam taşır. Bu nedenle, belki de son dönemlerde artan, söylem değişimleriyle “söylem/eylem” uyuşmazlığının anlamını toplumun yapısal özellikleri açısından tartışmamızda yarar olabilir.
Bugün yaşadığımız dönemde özellikle iktidardaki siyasal partilerdeki radikal söylem değişikliklerinin toplumda beklendiği kadar ilgi görmemesinin nedeni belki de ya toplumun artık siyasal alana toptan ilgi göstermeme alışkanlığının sürmesinde ya da siyasal alanın eskisi gibi rıza üretememesinden kaynaklanıyor olabilir.
SİYASETÇİ NEDEN SÖYLEM DEĞİŞTİRİR
Türkiye’de, devletin yaptırım gücünü düzenleyen siyasal alanla toplumun ilişkisinin niteliklerini analiz edebilmek için burada konuyu, tarihsel olarak değilse de, ilgilendiğim alan olan köylülükten çıkış süreci bağlamında, “mezzo” düzlemde ele almaya çalışacağım. Toplumsal değişme süreçlerine baktığımızda hemen bütün toplumlarda siyasal alandaki değişimin en zor ve çok çatışmalı gerçekleştiğini görüyoruz. Siyasal tarihin her sayfasında bu çatışmalı süreçler anlatılır. Bu bağlamda, devlet/toplum ilişkilerinin demokratik olarak yürümesi ideali, yoğun çabalarla ve çatışmalarla ancak yakın dönemlerde sahneye çıkabilmiştir. Siyasal alandan ve devletin elindeki yaptırım gücünden uzak kalmış olan ya da zarar gören grupların gücü paylaşabilmek için çok uzun süre çaba harcadıklarını her toplumun farklı hikayesinde ya da tarihinde görebiliriz. Bugün bireysel hakları kabul eden toplumlarda bile siyasal alanda farklı eğilimlerin temsil edilebilme mücadelesi henüz sona ermemiştir.
Türkiye gibi otoriter bir geçmişe sahip olan bir toplumda siyasetin dar alanda ve kapalı bir çevrede üretilmesi de köklü bir geçmişe sahiptir. Türkiye’deki devlet/toplum ilişkilerini düzenleyen siyasal alanın alışkanlıklarının hem siyasette hem de toplumdaki izlerini bugün de gözlemlememiz mümkün. Bugün yaşadığımız dönemde özellikle iktidardaki siyasal partilerdeki radikal söylem değişikliklerinin toplumda beklendiği kadar ilgi görmemesinin nedeni belki de ya toplumun artık siyasal alana toptan ilgi göstermeme alışkanlığının sürmesinde ya da siyasal alanın eskisi gibi rıza üretememesinden kaynaklanıyor olabilir. En sonda söyleyeceğimi başta söyleyecek olursam bu durumun yaşadığımız hızlı toplumsal değişme süreciyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki siyasal alana hakim olan “cemaatçi/muhafazakâr” toplum yapılarına özgü “otoriter/popülist” devlet/toplum ilişkilerinin artık eski yönetme gücüne sahip olmama ihtimalini gündeme getirmek istiyorum.
Bu yazının başlığına koyduğum “Kasabanın Sırrı” kavramını, 1960’larda popüler olmuş bir filmden aldım. Bu film İtalya’da bir kasabanın II. Dünya Savaşı sırasında Alman ordularının işgali sırasında köyün en kıymetli üretimi olan şaraplarını koruma mücadelesini anlatıyordu. İtalya Avrupa’daki diğer toplumlara göre köylülükten daha geç çıkması nedeniyle, toplumsal değişimin cemaatçi ilişkilere etkisinin açıkça gözlenmesine imkan veren örneklerle doludur. Bu bağlamda cemaatin kapalı yaşamını simgeleyen “Kasabanın Sırrı” kimi zaman cemaatin direnişi kimi zaman da geleneksel mafyanın “Omerta” kuralı nedeniyle suçun gizlenmesi anlamına da gelebiliyordu.
Geleneksel toplumların temel özelliğinin hiyerarşik otoriter ve “içe kapalı cemaat” yaşamı olduğu biliniyor. Köylülükten çıkış da aslında toplumun cemaat yaşamının dağılması anlamına gelir. Ancak, yakın dönem siyasal tarih çalışmalarının da gösterdiği gibi köylülükten çıkan toplumlarda da toplum değişirken siyasal alandaki kapalılığın çözülmesi aynı hızda ve aynı zamanda olmadığından daha geç ve çatışmalı bir süreci gerektiriyor.
Post kentleşme döneminin ürettiği yeni zenginler, piyasa için üretim yapan sanayiciler değil, siyasal alanın himayesinde büyüyen inşaat sektörü aktörleri, gayrimenkul ticareti yapanlar, toprağı tarımsal üretimden kopararak enerji ya da maden üretimine açan istihraç sektöründen türediler.
UTANGAÇ KAYIRMACILIK VE POST KENTLEŞME DÖNEMİ
Türkiye’de köylülükten çıkışın ilk evrelerinden 2000’li yıllara kadar “otoriter popülist” siyasal sistemdeki aktörler popülist söylemlerle siyasal alanda “söylem” yarışması yaparken hemen hepsi toplumsal rızayı gecekondu popülizmi ve hemşerilik ilişkileri gibi kayırmacı ilişkileri sürdürerek alıyordu. 2000’li yıllara kadar geçen bu dönemi ben bugün, “Utangaç Kayırmacılık” diye adlandırıyorum. “Utangaç Kayırmacılık “döneminde, siyasal gücü elinde bulunduranlar kentlere yerleşen eski köylülerin sorunlarını yerel güç sahiplerinin, ceza almamak için hukukçuların, vergi vermemek için de muhasebecilerin ve mali müşavirlerin desteğiyle çözdüler. Bir bakıma “Kasabanın Sırrı” bu dönemde farklı söylemler altında uzlaşılan “eylemlerin” ortakça sürdürülmesi anlamına geliyordu. Geniş toplumsal kesimler için siyasal alandaki söylemlerin birbiriyle çatışması bu “eylem” uzlaşması sürdükçe önemli değildi. Çünkü söylemlerle toplumun yapısal değişmesinden kaynaklanan “eylem” ihtiyacı birbirinden tam anlamıyla kopmuş ve geniş toplumsal kesimler için siyasal alan sadece duruma göre yer değiştiren “dost ve düşmanları” işaretleyen, “söylem” savaşının sürdüğü bir alan haline gelmişti. “Söylem” artık bir ideolojiden çok, cemaat üyelerine hangi kayırmacı ilişkilerin hangi grupları ya da cemaatleri kapsayacağını gösteren işaret seti anlamına geliyordu. Bunu metaforik olarak turist rehberlerinin turistlerin etraflarında toplanacakları flamalarına benzetebiliriz. Herkes, farklı flamalar altında buluşsa da aynı yerde aynı biçimde dolaşıyorlardı.
“Post Kentleşme” diye adlandırdığım 2000’li yıllardan sonra ise, kentsel alanlarda yaşanan kayırmacılığın gücünü fark eden yeni kentliler “Utangaç Kayırmacılığın” işleyişinin alenileşmesine ve kurumsallaşmasına vesile oldu. “Yeni Nesil Popülizm” döneminde kayırmacılık, cemaatçi muhafazakârlığın, siyasal alanın himayesinde esnek hukuk kurallarıyla donatıldığı bir dönem oldu. Son yirmi beş yıldır “Kasabanın Sırrı” ya da “söylemde fark/eylemde uzlaşma” neredeyse bütün kesimler için geçerliydi ve yakın zamanlara kadar devam etti. Kentleşmenin dinamikleriyle, tarımdan kopan gruplar için yeni faaliyet alanı olan inşaat ve istihraç ekonomisi başka bir ifadeyle toprak rantı, siyasal alandaki aktörlerin ve yakınlarının büyük bir kesiminin zenginleşmesine neden oldu.
Bu anlamda, post kentleşme döneminin ürettiği yeni zenginler, piyasa için üretim yapan sanayiciler değil, siyasal alanın himayesinde büyüyen inşaat sektörü aktörleri, gayrimenkul ticareti yapanlar, toprağı tarımsal üretimden kopararak enerji ya da maden üretimine açan istihraç sektöründen türediler. “Kasabanın Sırrı” artık inşaata dayalı ekonominin ve toprak rantının rastgele, esnek hukuk kurallarıyla ve kayırmacılıkla üretilmesi haline geldi. Kapalı olmaya devam eden siyasal alandaki aktif siyasetçilere ve takipçilerine kayırmacı yöntemlerle ranta el koyma ya da dağıtma olanağı veren bu “sır” zamanla geniş kitlelerden koptu,toplumdan rıza üretme gücünü yitirmeye başladı ve nihayet günümüze geldik.
Ancak nedense, bu kolay zenginleştiren, hüner istemeyen alanın toptan denetlenmesi ya da kamu yararına kullanılması konusu kritik önemde bir konu olduğu halde hala gündeme hala gelmemiş olmasını anlamıyorum. Enformel ekonomiyi aşırı derecede besleyen olan bu işleyişin neredeyse siyasal alanda süren gizli bir anlaşmayla bugüne kadar himaye edilmiş olması dikkat çekicidir. Ancak sonuçta bu eşitsizlik üreten risksiz “kalkınma” modeli sadece insanları değil, doğayı ve çevreyi de talan ettikten sonra siyasal alanın toplumsal rıza üretmesinde sorunlar ortaya çıkmaya başladı ve söylem değişimi hızlandı.
İstanbul’dan başlayarak yayılan yeni yerel siyaset anlayışı toplumda gerçekleşen değişime ve çeşitliliğe uygun yeni eylem ihtiyacını karşılamaya başladı. Burada ilgi çekici olan “utangaç kayırmacılık” döneminin önemli aktörleri olan yerel yönetimlerdeki kadroların ve uygulamaların değişmesidir.
YENİ DÖNEMİN EŞİĞİNDE...
Son yıllarda tüm siyasal sistemin, “söylem” ne olursa olsun “eylemde” ya da uygulamada eşitsizlik üreten inşaat ve istihraç sektörlerine kilitlenmiş olmasının sonuçlarını açıkça yaşamaya başladık. Toplumsal değişmenin hızlanması toplumda çeşitliliğin ve yeni taleplerin ortaya çıkmasına neden olmasına karşın siyasal sistem toplumla ilişkisini artık ne söylem ne de eylem düzeyinde kuramamaktadır. Bu gerekçeyle siyasal sistemin de bu değişime ayak uydurmasının zorunlu olduğu bir yeni döneme girmekte olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda gündemi işgal eden siyasal alana ilgisizlik ve “söylem/eylem” tutarsızlığı tartışmaları yeni dönemin başladığının bir işareti olabilir.
Türkiye’de yerleşik siyasetin ne “söylem” ne de “eylem” düzleminde yeni talepleri karşılayamamasının iletişimin yeni teknolojilerle anında kurulabildiği bir dönemde gerçekleşmiş olması da bu süreci hızlandırmıştır. Sosyal alternatif medya, bu sayede yerleşik iliştirilmiş medyanın tekelini kırmış ve bu değişimi hızlandırmıştır. “Kasabanın Sırrı”döneminin siyasal alan için de bittiğinin ve “söylem/eylem” ilişkisinde tutarlılığın toplum nezdinde de önem kazandığının ve talep edildiğinin sonuçlarını çok yakın dönemlerde gözlemlemeye başladığımızı söyleyebiliriz.
Diğer taraftan, son yıllarda yeni bir gelişmenin ufukta belirmeye başlamasına dikkat çekmek istiyorum. İstanbul’dan başlayarak yayılan yeni yerel siyaset anlayışı toplumda gerçekleşen değişime ve çeşitliliğe uygun yeni eylem ihtiyacını karşılamaya başladı. Burada ilgi çekici olan “utangaç kayırmacılık” döneminin önemli aktörleri olan yerel yönetimlerdeki kadroların ve uygulamaların değişmesidir. Bu yeni dönemde yerel yönetimler artık rant dağıtan makine olmaktan çıkmaya ve yeni talepleri dikkate almaya başladılar. Yerel siyasetteki bu değişimsiyasal alandaki kapalılığı çözmeye başlamış ve siyaset alanının da topluma açılması gereğini gündeme getirmiştir. Bu anlamda yerel siyasete ilginin yeniden artması ve mevcut siyasal sisteme güvenin azalması belki de “söylem” ve “eylem” tutarlılığı olan ve gerek toplumsal gerekse bireysel ahlakın arandığı yeni ve şeffaf bir siyasal ortamın oluşmasının başlangıcı olabilir.
Belki de, kayırmacılığın değil bireye hak tanıyan yeni hukuk düzeninin, bilgiye dayalı demokrasinin, şeffaflığın ve çeşitlenmiş taleplerin gündeme getirilebileceği devlet/toplum ilişkilerinin kurulmasının ve toplumdaki bütün kesimlere açık siyasal sistemin kurulmasının günü artık gelmiştir.

Yorum Yazın