Sosyal medyada hala ıstakozu, Rolex saati ve lüks tatilleri savunan iktidar sevdalıları mevcut. Umarım onlar da bir gün yöneticilerin bizden üstün ve ulvi kişiler olmadığını, bizim vergilerimizle israfın dibine vurmamaları gerektiğini anlarlar. Sadece halkın ekmeğinden yaptığı tasarrufla ekonominin düzelmeyeceğini, biraz da itibardan tasarruf yapılması gerektiğini kabul ederler. Istakoz hadisesi meydana gelmeden önce iktidar ve çevresinin halktan kopuşu üzerine bir yazı yazmayı planlamıştım. Yazıyı yazma düşüncesi ise sosyal medyada bir arkadaşımın yaptığı paylaşımdı. Bayramda lüks bir otele gitmiş sahilden attığı fotoğrafın altına da “yaşamayı bilene her gün bayram” yazmıştı. Bu kısacık cümle beni gerçekten şaşırttı ve üzdü. Belki kendisi o kadar da düşünmeden yazmıştır bu ifadeyi. Ben gördüğümde aklıma direkt şu soru geldi: “her gününü bayram edemeyenler yaşamayı bilmiyorlar mı?”. Bu arkadaşın ailesinin iktidara yakın olduğunu ve çok yakın olmasam da kendisinin naif bir insan olduğunu biliyorum. Zaten bu yüzden yazdığını görünce üzüldüm. Seçimden sonra lüks arabalarını paylaşıp toplu taşımaya binen halkı aşağılayanlardan olsa şaşırmaz ve üzülmezdim. Ancak ince ruhlu bir insan olduğunu düşündüğüm bir insanın bile lüks otele gidip keyif yapmasını ‘yaşamayı bilmesine’ bağlaması bu toplum adına üzücü. Ay sonunu getiremeyen, çoluk çocuğuyla lüks bir tatil yapmayı geçin Eminönü’nde balık-ekmek yiyemeyenler yaşamayı bilmedikleri için değil mevcut sistem insanca yaşamalarına izin vermediği için böyle bir durumdalar.Benzer bir durum benim de başıma gelmişti. Yurtdışında öğrenciyken evime gelen bir misafire (yine aynı cenahtan) misafirperverlik olsun diye en organik olanından domates almıştım kahvaltı için. Kendisi birkaç gün kaldıktan sonra bana ‘bu domatesler çok güzelmiş, diğerlerinden alma, hep bunlardan al’ şeklinde akıl vermişti. Bana garip gelmişti bu tavrı ve önerisi. Kötü niyetli olmasa da benim pahalı ve ucuz domates arasındaki farkı anlayamadığım için ucuzunu aldığımı düşünmüştü muhtemelen. Kendisine sorsan muhtemelen ‘CeHaPe zihniyeti’ diyerek uzun bir söylev verir, onları halktan kopuk elitler olarak tanımlardı. Ancak burslu bir öğrencinin kıt kanaat geçinmek zorunda olduğunu anlamaktan hayli uzaktı. Bunlar sadece benim denk geldiğim iki örnek ama büyük resme baktığımızda iktidara yakın ve genellikle bu sayede zenginleşmiş insanların toplumun içinde bulunduğu durumdan ne kadar bihaber olduklarını görebiliyoruz.
Mevcut iktidar yıllarca ‘CeHaPe zihniyeti’ söylemiyle halkta muhalif seçmene ilişkin negatif bir algı oluşturdu. CHPliler halktan kopuk, boğazdaki yalısında viski içen ayrıcalıklı bir azınlık olarak resmedildi. Ancak geldiğimiz noktada asıl halktan kopuk olanın iktidar ve destekçileri olduğu ortaya çıktı.
HALKTAN KOPUK OLANIN İKTİDAR OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Mevcut iktidar yıllarca ‘CeHaPe zihniyeti’ söylemiyle halkta muhalif seçmene ilişkin negatif bir algı oluşturdu. CHPliler halktan kopuk, boğazdaki yalısında viski içen ayrıcalıklı bir azınlık olarak resmedildi. Ancak geldiğimiz noktada asıl halktan kopuk olanın iktidar ve destekçileri olduğu ortaya çıktı. En basitinden CHPli belediyelerin halkın yoksulluğuna ufak da olsa bir derman olmak amacıyla yaptığı süt dağıtımı ve kent lokantalarını dillerine dolayarak küçümsemeleri buna güzel bir örnekti. İnsanların nasıl bir yokluk ve yoksulluk çektiğinden bihaber olan tam da ‘CeHaPe zihniyeti’ ifadesini kullananlardı. Nitekim ben daha oturup kafamdaki yazıyı yazamadan ıstakoz, Rolex ve Maldivler hadiseleri gündeme yerleşti. Baştan şunu söyleyelim, helalinden para kazanan ve vergisini veren insanın parasını neye nasıl harcayacağına bir şey diyemeyiz. Ancak iktidar cenahından gerçekleşen aşırı zenginleşmenin doğal ve adil olmadığını söylemek mümkün. Türlü yolsuzluklar, usulsüz ihaleler, birilerine gelir yaratmak için dağıtılan koltuklar vs. düşünüldüğünde işin rengi değişiyor. Halkın parasıyla halka caka satanlar oldukça çirkin bir tablo oluşturuyor. Bu yüzden kendilerini savunmak adına ‘çalıştım, kazandım, harcıyorum’ minvalindeki açıklamalar pek de inandırıcı olmuyor. Çünkü maalesef bu ülkede artık her çalışan kazanamıyor. Her iş insanı Maldivler’de tatil yapamıyor. Her oyuncu Rolex takamıyor. En hafif tabirle iktidarın ittirmesi olmadan böyle bir zenginliğe ulaşmak pek de mümkün değil. Bunu biz biliyorduk ama sanırım halkın önemli bir kısmı da bunun farkına varmaya başladı.Ekonomik kriz derinleştikçe iktidar bloğunu destekleyenlerden bazıları, özellikle de emekliler, bu gidişattan memnun olmadıklarını göstererek oy tercihlerini değiştirdiler. Seçime ilişkin pek çok analiz yapıldı ve yapılıyor, bu yüzden tekrara düşmemek adına seçim analizi yapmayı çok da gerekli görmüyorum. Ama bu halktan kopma meselesi üzerinde daha çok konuşmak ve düşünmek lazım. Enflasyonla mücadele edebilmek için kemer sıkma politikalarına başvuruldukça zaten yoksullaştırılan halk nefes alamaz hale geldi. Her ne kadar kamuda tasarruf tedbirleri alınacağına ilişkin açıklamalar duysak da bunların pratikte bir karşılığı olduğunu görmüyoruz. İktidara sırtını dayayanların yedi ceddi zenginleşirken halk git gide açlık sınırının altına itiliyor. Sürekli halkın içinden geldiğini söyleyen ve karşı tarafı elitist olmakla itham eden bu kişiler halkı aşağılar noktaya geldi. Son olarak iktidar trolü olarak bilinen bir ismin İBB yurtlarında çıkan menüyle dalga geçmesi yine dikkat çekici bir örnek. Kıt kanaat geçinen insanlar çocuklarını okutmakta zorlanıyor. Barınma ve beslenme sorunları ayyuka çıkmışken İBB’nin açtığı yurtlar ve burada verilen hizmetler bazıları tarafından küçümsenerek dalga konusu ediliyor. Çünkü onların böyle kaygıları yok. Nasıl bir donanıma sahip olduğu ve ne iş yaptığı belli olmayan tipler inanılmaz bir zenginlik içindeler.Emekçilerin, emeklilerin ve genel olarak ücretli kesimin canını dişine takıp çalışsa da ay sonunu getiremediğini, ciddi bir barınma ve beslenme krizi yaşadığını bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Böyle bir ortamda kim halktan kopmuş buyurun siz karar verin.
BARINMA VE BESLENME KRİZİ
Emekçilerin, emeklilerin ve genel olarak ücretli kesimin canını dişine takıp çalışsa da ay sonunu getiremediğini, ciddi bir barınma ve beslenme krizi yaşadığını bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Böyle bir ortamda kim halktan kopmuş buyurun siz karar verin.Halktan kopma mevzusunda en dikkat çekici göstergelerden biri de ‘Türkiye’de aç yok’ söylemleri. Dolu olan kafe/restoranlardan ve alışveriş merkezlerinden yola çıkarak Türkiye’de açlık ve yoksulluk olmadığı sonucuna varanlar var. Türkiye büyük bir ülke halkın küçük bir kesimi zengin olduğunda zaten bu mekânlar doluyor. Bu mekânların dolu olması halkın çok büyük bir kısmının yoksul olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye’de asgari ücret git gide olağan ücret haline geliyor ve asgari ücretin altında çalışanların oranı da git gide artıyor. Örneğin, DİSK-AR’ın araştırmasına göre 2002 yılında ücretli çalışanların %24.4’ü asgari ücretin altında çalışırken 2022 yılında bu oran %33.8’e çıkmış. 2024 itibariyle bu oranın daha da arttığını tahmin etmek güç değil. Yine 2002 yılında asgari ücretin 2 katından fazla maaş alanların oranı %40.1 iken bu oran 2022’de 18.1’e düşmüş. Ekonominin her geçen gün kötüleştiği düşünüldüğünde bu oranın da son 2 yılda daha da azaldığı tahmin edilebilir.[1] Ayrıca asgari ücretin enflasyon karşısında erimesi de ciddi bir problem. Raporda 2003 yılında yıllık asgari ücretle 25.4 cumhuriyet altını alınabilirken (2005’te bu rakam 31’e çıkmış), 2023 Kasım ayı itibariyle bu rakam 9.5’a gerilemiş bulunmaktadır. Bu tablo bize asgari ücretlilerin sayısı ve oranı artarken asgari ücretin alım gücünün ciddi oranda azaldığını göstermekte. Halkın maruz kaldığı yoksullaş(tır)manın boyutu kaygı verici düzeye ulaşmışken halkın cebinden çalınan bu paraların nereye gittiğini sanırım hepimiz biliyoruz.Halk inanılmaz bir hızla yoksullaşırken belli bir kesim aynı ivmeyle zenginleşiyor. En küçük ilçelerde dönen yolsuzlukları ve buna bağlı olarak gerçekleşen haksız zenginleşmeyi görünce daha büyük ölçekte dönen dolapları hayal bile edemiyoruz.
Yorum Yazın