Öyle görünüyor ki İngiltere, neticede hiçbir bildirim yapmadan ve sunmadan, bir bildirim vaadiyle tüm sürecin hızını etkiledi. Bununla birlikte, belki de hesapta olmayan şekilde diğer ülkelerde İsrail’e yönelik oluşan negatif algıyı da tetiklemiş oldu. Uluslararası politikanın bu kıvrak ve stratejik manevralarının uluslararası ceza hukukunu etkilediğini pek çok örnekte görebiliriz, ancak belki de ilk defa İsrailli yetkililer UCM yargılamasına her zamankinden daha fazla yakınlar.
“Mevcut küresel gerçeklikte bir savaşı yönetemeyiz. Rehinelerimiz geri dönene kadar, haklı ve ahlaki olsa bile, kimse bizim 2 milyon sivili açlıktan öldürmemize izin vermez.” İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in Israel Hayom adlı yayın kuruluşu tarfından düzenlenen konferansta söylediği cümle bu! Sözlerin ardından Filistin yönetimi, İsrail Maliye Bakanı Smotrich için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) tutuklama istedi.
Smotrich, İsrail kabinesinde aşırı sağcı kimliği ile bulunuyor ve Gazze’de 2 milyon sivilin açlıktan ölmesi pahasına bölgeye insani yardım ulaştırılmasını engellemenin "haklı ve ahlaki" olduğuna inandığını söylüyor. Filistin Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, “Bezalel Smotrich’in açıklaması, soykırım politikasını benimsemenin ve bununla övünmenin açık bir itirafıdır” denildi.
İsrailli bakana tepki gösteren AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell yaptığı yazılı açıklamada, “Bakan Smotrich’in, ‘esirler serbest bırakılana kadar İsrail’in 2 milyon sivili açlıktan öldürmesine izin vermenin haklı ve ahlaki olabileceğini’ söylemesi alçaklığın da ötesindedir. Uluslararası hukuku ve insanlığın temel ilkelerini küçümsediğini bir kez daha ortaya koymaktadır” dedi. Smotrich’e bir tepki de İsviçre Dışişleri Bakanlığından geldi ve resmi X hesaplarından “Sivilleri kasıtlı olarak aç bırakmak bir savaş suçudur. Bakan Smotrich'in son açıklamaları kabul edilemez” ifadeleri paylaşılarak, İsrail hükümetine uluslararası insancıl hukuka uyması çağrısı yapıldı.
Smotrich’e göre “ABD'nin el-Kaide'ye teslim olmayacağı gibi İsrail'in de kendi güvenliğini tehlikeye atacak bir dış baskıya boyun eğmeyeceği" kesin. ABD, Mısır ve Katar'ın "Gazze'de bir an önce ateşkes sağlanmalı" çağrısını "Hamas'a teslim olma anlaşması" diye niteleyen Smotrich, İsrail'in güvenliğini tehlikeye atacak bir anlaşmaya "tüm gücüyle karşı çıkacağını" kaydediyor.
SMOTRICH’E GÖRE, ATEŞKES, HAMAS’A TESLİM OLMA ANLAŞMASI
Aynı Smotrich, bundan dört gün önce de, ABD'den gelen ateşkes çağrısına rağmen "dış baskıya boyun eğmeyeceğini ve tüm gücüyle teslim olma anlaşmasına karşı çıkmaya devam edeceğini" belirtmişti. Smotrich, sosyal medya hesabı üzerinden, ABD, Mısır ve Katar'dan gelen "Gazze'de bir an önce ateşkes sağlanmalı" çağrısına itirazını yinelemiş, ABD'nin tavrına ve İsrail'i bölgesel tehditlere karşı korumasına saygı duyduğunu ifade ederek "ABD'den İsrail demokrasisine ve seçilmiş yetkililerinin güvenlik konusundaki kararlarında saygı beklediğini" söylemişti. Smotrich’e göre “ABD'nin el-Kaide'ye teslim olmayacağı gibi İsrail'in de kendi güvenliğini tehlikeye atacak bir dış baskıya boyun eğmeyeceği" kesin. ABD, Mısır ve Katar'ın "Gazze'de bir an önce ateşkes sağlanmalı" çağrısını "Hamas'a teslim olma anlaşması" diye niteleyen Smotrich, İsrail'in güvenliğini tehlikeye atacak bir anlaşmaya "tüm gücüyle karşı çıkacağını" kaydediyor.
Barış hakkının da insan haklarının bir parçası olduğunu tekrar hatırlayarak soralım: Barış kimlerle yapılır? Bu görüşteki insanlar İsrail’de iktidardayken, gerçek bir barış yapılabilme ihtimali var mı? Dönüp karşıya bakınca farklı bir tablo görebiliyor muyuz? Hamas acaba daha barış yanlısı bir yapı mı? Neticeten, barış beklentisi gerçekçi mi?
İspanya, İrlanda ve Brezilya'nın da aralarında olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi üyesi bazı ülkeler, Filistin topraklarında suç işleyen İsrailli yetkililer hakkında mahkemeni yargı yetkisine sahip olduğunu beyan ettiler. İsrail devlet yetkilileri açısından çemberin biraz daha daralması anlamına gelen bu gelişmeler, benim bildiğim dünyada ilk defa yaşanıyor.
DÜNYADA BİR İLK
Geçtiğimiz günlerde yaşanan bu gelişmelerle aynı anlarda, aynı konuda bir başka uluslararası ceza hukuku girişiminin sonuçları gelmeye başladı. UCM Delil ve Usul Kurallarının 103. maddesi uyarınca, yargılamanın herhangi bir aşamasında, davanın doğru bir şekilde karara bağlanması için gerekli görürse bir devlet, kuruluş veya kişinin, yazılı veya sözlü olarak UCM'ye görüş bildirmesine izin verilebiliyor. Latince "Amicus Curiae" (mahkeme arkadaşı) olarak ifade edilen bu usul, dava hakkında karar vermeden önce konuya ilişkin alınan bilgi içerikli beyanlar anlamına geliyor. Bağlayıcı olmayan tavsiye niteliğindeki bu beyan sunma usulü, birçok ülke ve kuruluş tarafından Mahkemenin vereceği kararı etkilemek amacıyla kullanılabiliyor. Savcılığın da, UCM'ye sunulacak Amicus Curiae beyanlara cevap verme hakkı bulunuyor. UCM, daha önce eski Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir hakkındaki dava ve Filistin topraklarındaki yargı yetkisine ilişkin, UCM Muhakeme Kurallarının 103. maddesi uyarınca Amicus Curiae beyanda bulunulmasına izin vermişti. İşte bu Amicus beyanlarını UCM’ye yağmaya başladı.
İspanya, İrlanda ve Brezilya'nın da aralarında olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi üyesi bazı ülkeler, Filistin topraklarında suç işleyen İsrailli yetkililer hakkında mahkemeni yargı yetkisine sahip olduğunu beyan ettiler. İsrail devlet yetkilileri açısından çemberin biraz daha daralması anlamına gelen bu gelişmeler, benim bildiğim dünyada ilk defa yaşanıyor. İspanya, İrlanda, Kolombiya, Brezilya, Filistin, Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komorlar ve Cibuti, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında "yakalama kararı" çıkartılması talebini değerlendiren UCM'nin ön dava dairesine sundukları yazılı beyanda, Mahkemenin Roma Statüsü uyarınca Filistin topraklarında suç işleyen İsrailli yetkililer hakkında yargı yetkisine sahip olduğunu belirtiyorlar. Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komorlar ve Cibuti'nin ortak yazılı beyanında UCM'nin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü'nün 58. maddesi uyarınca Mahkemenin tutuklama emri çıkarma yetkisi bulunduğu ifade ediliyor. Kolombiya, UCM'nin, işgal altındaki topraklar da dahil olmak üzere Filistin topraklarında işlenen eylemler üzerinde yargı yetkisine sahip olduğunu savunurken, Brezilya Oslo Anlaşmalarının UCM'nin Filistin'deki durum üzerindeki yargı yetkisini hiçbir şekilde engellemediğini kaydediyor. Şili ve Meksika ortak beyanlarında Oslo sürecinin UCM'nin İsrailli yetkililer aleyhine yapacağı yargılamaları engellemediğini savunuyorlar. UCM’ye ortak beyanda bulunan 19 BM raportörü ve uzmanı, UCM’nin İsrailli yetkililer hakkında yargılama yetkisine sahip olduğunu, Netanyahu ve Gallant hakkında soruşturma yürütülebileceğini bildiriyor. Ortak beyanda "işgal altındaki Filistin topraklarında adaletin sağlanmasının daha fazla geciktirilmemesi" çağrısında da bulunuluyor. Bu derece bir uluslararası ceza hukuku kuşatılmışlığı da ilk defa görülüyor. İsraillilerin bu baskıyı hissetmemelerine imkan yok.
Elbette, “İsrail lehine” görüş bildiren ülkeler de var. UCM'ye taraf olmayan ABD ile UCM üyesi Almanya, Çekya ve Macaristan ise UCM’ye sundukları beyanlarında İsrail'in tezlerini savundular. Oslo Anlaşmaları kapsamında İsrail vatandaşları tarafından işlenen fiiller üzerindeki münhasır yargı yetkisinin İsrail'de olduğunu savunan ABD, UCM'nin İsrailli yetkililer hakkındaki soruşturmayı bu ülkenin yerel kurumlarına bırakması gerektiğini belirtiyor. Çekya ve Macaristan, Oslo Anlaşmalarının, Filistin'in ve dolayısıyla UCM'nin İsrailli yetkililer üzerindeki yargı yetkisini kısıtladığını ileri sürerken Almanya, İsrail'in kendi vatandaşlarının karıştığı suçları kendisinin soruşturması için UCM'nin zaman vermesi gerektiğini iddia ediyor. STK’lardan gelen Amicuslar da farklılık gösteriyor. Londra, New York ve Ottowa merkezli Yahudi kuruluşları UCM'nin İsrailli yetkililer hakkında yargı yetkisi olmadığını iddia ederken Filistin destekçisi sivil toplum kuruluşları ve Arap Ligi, İsrailli yetkillerin UCM'de yargılanabileceği görüşünü savunuyorlar. UCM, 23 Temmuz tarihli kararında, 64 kişi, kuruluş ve ülkeden gelen talebi kabul ederek, İsrailli yetkililer hakkında yargı yetkisi olup olmadığına ilişkin "beyanda bulunma" yetkisi vermişti. UCM'ye beyan sunulması için öngörülen süre ise 10 Ağustos tarihinde sona erdi. Aslan Türkiye ve kaplan Erdoğan hükümeti, elbette lehe ya da aleyhte hiçbir görüş sunmadı, zira Türkiye o masada değil.
Eskiden Türkiye, yarı korkudan yarı tedbirden bu konulara yine pek girmez ancak çok yakından izlerdi. Liyakatsizliğin tavan yaptığı bu dönemde, şu anlatılanları izleyen ve analiz edebilen kadrolar bulunup bulunmadığı şüphesi fena halde kemiriyor.
ESKİDEN TÜRKİYE YAKINDAN İZLERDİ
UCM’deki gelişmeler bu yönde yaşanırken, akıllara ne zaman dişe dokunur bir sonuç çıkabileceği sorusu kaçınılmaz olarak gelecektir. Gerçekten de bu konuda UCM süreci yavaş işliyor, ancak bunun ardında da ustalıkla inşa edilmiş bir politika yatıyor. İngiltere, 10 Haziran 2024'te “Filistin'in Oslo Anlaşmaları uyarınca İsrail vatandaşları üzerinde cezai yargı yetkisi kullanamadığı durumlarda, UCM'nin İsrail vatandaşları üzerinde yargı yetkisi kullanıp kullanamayacağı” konusunda yazılı beyanla gözlemlerini sunma talebinde bulunmuştu. UCM Ön Dava Dairesi, 27 Haziran 2024'teki kararında, İngiltere'nin talebini kabul ederek, 12 Temmuz 2024'e kadar yazılı görüşlerini sunması talimatını vermişti. UCM kararında, İngiltere'nin yanı sıra UCM'ye görüş sunmak için izin isteyenlerin taleplerinin aynı tarihe kadar sunulması gerektiğini de belirtmişti. İngiltere'nin görüş sunma girişiminin, halihazırda yavaş ilerleyen UCM'deki Filistin soruşturmasını daha da yavaşlatacağı yönünde eleştiriler gelirken, İngiltere'nin, Netanyahu ve Gallant hakkındaki yakalama kararına karşı çıkabileceği İngiliz basınında dile getirilmişti. İngiltere adına UCM'ye talebi iletilen, dönemin Başbakanı Rishi Sunak, UCM Savcılığının "yakalama kararı" çıkartılması için başvuru yapmasına, Gazze'deki duruma yardımcı olmayacağını söylemiş ve buna karşı çıkmıştı. İngiltere'de 6 Temmuz'da görevi devralan Başbakan Keir Starmer hükümetinin ise Sunak hükümetinden farklı olarak Netanyahu ve Gallant hakkındaki yakalama kararına karşı çıkmayı düşünmediği ve beyanda bulunmayacağı bilgisi de İngiliz basınına yansımıştı. Öyle görünüyor ki İngiltere, neticede hiçbir bildirim yapmadan ve sunmadan, bir bildirim vaadiyle tüm sürecin hızını etkiledi. Bununla birlikte, belki de hesapta olmayan şekilde diğer ülkelerde İsrail’e yönelik oluşan negatif algıyı da tetiklemiş oldu.
Uluslararası politikanın bu kıvrak ve stratejik manevralarının uluslararası ceza hukukunu etkilediğini pek çok örnekte görebiliriz, ancak belki de ilk defa İsrailli yetkililer UCM yargılamasına her zamankinden daha fazla yakınlar.
Türkiye’deki hamasi söylemleri bir kenara bırakırsak, teknik hukuk anlamında bu konuların ne kadar dışında kalındığı, ancak ve ancak düşük kaliteyle açıklanabilir. Eskiden Türkiye, yarı korkudan yarı tedbirden bu konulara yine pek girmez ancak çok yakından izlerdi. Liyakatsizliğin tavan yaptığı bu dönemde, şu anlatılanları izleyen ve analiz edebilen kadrolar bulunup bulunmadığı şüphesi fena halde kemiriyor. Göstermelik birtakım başvurularla kamuoyu oluşturma çabasının dışında, gerçek bir hukuk bilgisiyle çalışma yapılabiliyor mu, soru işareti…
Yorum Yazın