DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, komisyonda kabul edilen İklim Kanunu bütün yönleriyle analiz etti ve ekledi: “Türkiye’nin ihtiyacı olan, bilimsel verilere dayalı, demokratik ve katılımcı bir süreçle hazırlanmış, bağlayıcı mekanizmalar içeren, sanayi ve enerji dönüşümü için net bir yol haritası sunan, adil geçiş sürecini güvence altına alan, ara hedeflerin belirlendiği ve kömürden çıkış için kademeli bir takvimin belirlendiği gerçek bir İklim Kanunudur."
26 Şubat 2025 tarihinde Çevre Komisyonunda kabul edilen ve bu hafta TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi beklenen, 20 madde ve 2 geçici maddeden oluşan Türkiye’nin ilk İklim Kanunu teklifi, ülkemizin iklim değişikliğiyle mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olabilirdi. Ancak teklifin mevcut hali, Türkiye’yi iklim krizine karşı koruyacak lafza da ruha da sahip değil.
Dünyada birçok ülke sanayisini, tarımını, enerji politikasını ve şehirlerini iklim krizine hazırlayan bilim temelli, bağlayıcı ve uygulanabilir yasalar çıkarırken, Türkiye’nin iklim politikalarını yönlendirecek bu kanun teklifi ciddi eksiklikler içeriyor. Türkiye’nin küresel rekabette geri kalmaması, vatandaşlarını iklim krizinin yıkıcı etkilerinden koruması ve iklim değişikliğiyle etkin bir şekilde mücadele edebilmesi için bu kanun teklifinin kapsamlı bir şekilde revize edilmesi gerekiyor. Bu yazıda, teklifin eksiklerini ve olması gereken düzenlemeleri ele almaya çalışacağım.
İklim Kanunu Neden Önemli?
Dünya, 2015 yılında Paris İklim Anlaşması ile küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırmayı hedefledi. Ancak bilim insanları, karbon emisyonları hızla azaltılmazsa 2050’ye kadar dünya sıcaklıklarının 3°C’den fazla artacağını öngörüyor. Bu ne anlama geliyor? Büyük şehirlerde aşırı sıcaklıklar nedeniyle dışarı çıkmak tehlikeli hale gelecek.Gıda üretimi azalacak, fiyatlar artacak, temiz suya erişim zorlaşacak. Halk sağlığı yeni iklim kaynaklı hastalıklarla tehdit edilecek. Türkiye ekonomisi, önlem alınmazsa 2050’ye kadar 1 trilyon TL’den fazla zarara uğrayacak. Bu nedenle Türkiye’nin bilimsel, bağlayıcı ve uygulanabilir bir İklim Kanununa ihtiyacı var. Ancak Meclis’e sunulan kanun teklifi bu ihtiyacı karşılamaktan çok uzak.
İklim değişikliği artık soyut bir tehdit olmaktan çıktı; hayatımızın her alanını etkileyen bir gerçek. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2024 yılı, Türkiye’nin iklim krizinin yıkıcı etkilerini en ağır şekilde yaşadığı yıllardan biri oldu.
Mevcut Kanun Teklifi Neden Yetersiz?
İktidar, 2022 yılında Konya’da düzenlediği İklim Şurası’nda, Türkiye’nin iklim kanunun Avrupa Birliği standartlarına uygun olması gerektiğini açıkça ifade etmişti. Yine, Meclis Araştırma Merkezi de farklı ülkelerin iklim kanunlarını inceleyerek bilimsel ve uluslararası normlara dayalı örnekleri kamuoyuyla paylaşmıştı. Ancak komisyonda kabul edilen ve TBMM Genel Kurulunda görüşülecek teklif, ne Türkiye’nin İklim Şurası kararlarına uyuyor, ne de dünyada başarılı örnekleri bulunan iklim yasalarına benziyor.
Gerçekçi ve etkili bir iklim kanununun, bazı temel prensiplere dayanması gerekir:
- Bilimsel verilere dayanmalı. Kararlar ve hedefler bilimsel analizler doğrultusunda belirlenmelidir.
- Net sıfır emisyon hedefi için ara tarihler ve mutlak azaltım hedefleri belirlenmelidir. Yalnızca uzun vadeli bir vizyon çizmek yetmez, aşamalı ve ölçülebilir adımlar atılmalıdır.
- Kanun, sayısal verilere dayalı olmalı; azaltım hedefleri muğlak ifadelerden ibaret olmamalıdır.
- Bağımsız bir bilimsel kurul oluşturulmalı ve politika sürecini denetlemelidir. İklim politikalarının etkinliğini sağlamak için bağımsız uzmanlar düzenli raporlar hazırlamalı ve bu süreç şeffaf bir şekilde yönetilmelidir.
Avrupa Birliği, Almanya, İngiltere ve Finlandiya başta olmak üzere gelişmiş ülkeler, iklim kanunlarını somut rakamlar koyarak hazırladı. Emisyon azaltım hedefleri yalnızca sözde bırakılmadı, yasal yükümlülük haline getirildi ve bağımsız kurumlar tarafından denetlenmesi sağlandı. Nitekim iktidarın sunduğu teklifte ise bu temel yapı tamamen eksik bırakılmış. İklim krizine karşı gerçekçi bir mücadele vermek istiyorsak, bilimsel ve bağımsız bir denetim mekanizmasına ihtiyacımız var. İngiltere’de “İklim Değişikliği Komitesi” adında bağımsız bir yapı var.
Bu komite, hükümete ve parlamentoya tavsiyelerde bulunan bir danışma organı olarak çalışıyor. Düzenli raporlar hazırlıyor ve politika süreçlerini bilimsel kriterlerle denetliyor. Ancak iktidar tarafından sunulan teklif, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin süreci tamamen dışarıda bırakıldığı bir model sunuyor. Eğer bir ülkede bilimsel denetim mekanizması yoksa, parlamento sürece dahil edilmemişse, tüm yetki yürütmeye bırakılmış ve bağımsız kurumlar tarafından süreç takip edilmiyorsa, bu yasa uygulanabilir olmaktan uzak kalır. Halk adına hesap verebilirlik sağlanmadan, parlamento denetimi olmadan yürütülen bir iklim politikası, gerçek bir dönüşüm sağlamaz ve geleceğimizi güvence altına almaz.
Türkiye, İklim Krizine Ne Kadar Hazır?
İklim değişikliği artık soyut bir tehdit olmaktan çıktı; hayatımızın her alanını etkileyen bir gerçek. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2024 yılı, Türkiye’nin iklim krizinin yıkıcı etkilerini en ağır şekilde yaşadığı yıllardan biri oldu. Tam 1257 aşırı hava olayı kaydedildi: şiddetli yağışlar, seller, fırtınalar, orman yangınları… 1940’tan bu yana en fazla aşırı hava olayı görülen ikinci yıl olarak kayıtlara geçti. Türkiye bu afetlere karşı ne kadar hazırlıklı? İklim kriziyle mücadelede sadece karbon emisyonlarını azaltmak yetmez. Aynı zamanda iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak, ekonomiyi ve toplumu bu değişimlere hazırlamak da gerekir. Ancak Meclis’e sunulan İklim Kanunu teklifine baktığımızda, afetlere ve aşırı hava olaylarına karşı Türkiye’yi dirençli hale getirecek bir uyum politikasının olmadığını görüyoruz.
Oysa iklimle mücadelede iki temel unsur vardır: azaltım ve uyum politikaları. Eğer biri eksikse, orada gerçek anlamda bir iklim politikası yok demektir.
Türkiye İklim Değişikliğine Nasıl Uyum Sağlayacak?
Şu an yürürlükte olan politikalar ve sunulan yasa teklifi, Türkiye’nin iklim krizinin yarattığı etkilerle nasıl mücadele edeceğine dair yeterince detaylı bir çerçeve sunmuyor.
- Su Krizi Kapıda
Türkiye su stresi altında olan bir ülke. Topraklarımızın yarısından fazlası çölleşme riskiyle karşı karşıya. Kuraklık artıyor, barajlar alarm veriyor. Ancak yasa teklifinde su kaynaklarının korunmasına dair kapsamlı bir politika bulunmuyor. Peki, Türkiye hızla büyüyen su krizine nasıl yanıt verecek? Bu konuda hiçbir somut öneri yok.
- Tarım ve Gıda Krizi
Türkiye, gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında ilk sırada. Tarım sektörü, kuraklık ve aşırı hava olaylarından en çok etkilenen sektörlerden biri. Çiftçiler artan maliyetlerle, su kıtlığıyla ve ürün verimliliğinin düşmesiyle mücadele ediyor. Ancak yasa teklifinde, tarımın iklim krizine nasıl uyum sağlayacağı, üretimin nasıl sürdürülebilir hale getirileceği veya çiftçilerin nasıl destekleneceği konusunda kapsamlı bir çözüm sunulmuyor.
- Ekosistemler ve Biyoçeşitlilik
Doğal ekosistemler, iklim krizine karşı en büyük güvencelerimizden biri. Ormanlar, sulak alanlar ve biyolojik çeşitlilik, iklim değişikliğiyle mücadelede hayati bir rol oynuyor. Ancak kanun teklifinde doğanın korunması, ekosistemlerin güçlendirilmesi ve iklim değişikliğine karşı nasıl dirençli hale getirileceği konusunda detaylı çözümler yok.
- Turizm Tehlikede
Türkiye’nin Gayrisafi Yurt İçi Hasılası’nda (GSYH) büyük bir paya sahip olan turizm sektörü, iklim krizinin en fazla etkilediği sektörlerden biri. Sıcaklık artışı, su kıtlığı, deniz seviyesinin yükselmesi ve ekstrem hava olayları, özellikle sahil bölgelerindeki turizmi tehdit ediyor. Ancak yasa teklifinde turizm sektörünün iklim krizine nasıl adapte olacağına dair tek bir düzenleme dahi yok.
- Sağlık Sistemi Risk Altında
İklim değişikliği sadece çevreyi değil, halk sağlığını da doğrudan etkiliyor. Yeni salgın hastalıklar, sıcak hava dalgaları nedeniyle artan ölüm oranları ve hava kirliliğinin yol açtığı kronik hastalıklar, Türkiye’nin sağlık sistemi için büyük bir tehdit oluşturuyor. Batı Nil virüsü gibi daha önce Türkiye’de hiç görülmemiş hastalıklar yayılmaya başladı. Ancak yasa teklifinde, iklim krizinin sağlık sistemi üzerindeki etkilerine nasıl uyum sağlanacağı konusunda herhangi bir düzenleme bulunmuyor.
- Ulaşım Politikası Yok
Türkiye’nin karbon emisyonlarının önemli bir kısmı ulaşım sektöründen kaynaklanıyor. Ancak kanun teklifine bakıldığında, ulaşım sektörüne dair tek bir düzenleme bile yok. Oysa, karbon nötr hedefi koyan ülkeler, elektrikli araçları teşvik ediyor, toplu taşıma altyapısını güçlendiriyor ve alternatif yakıt kullanımını artırıyor.
Örneğin Almanya, 2019’da kabul ettiği İklim Koruma Yasası ile 2030’a kadar karbon emisyonlarını 1990 seviyesine göre %55 azaltmayı hedefledi. Ulaşım sektörü için:
- Elektrikli araç teşvikleri artırıldı,
- Toplu taşıma altyapısı güçlendirildi,
- Alternatif yakıtların kullanımı yaygınlaştırıldı.
Yani Almanya "Şu kadar azaltacağız" demekle yetinmedi, bunu nasıl yapacağını net bir şekilde belirledi. Ancak bize önerilen İklim Kanunu’nda bırakın detaylandırmayı, ulaştırma kelimesi bile geçmiyor!
Adil Geçiş: Yok Sayılan Bir Zorunluluk
İktidarın göz ardı ettiği en kritik konulardan biri de “adil geçiş” süreci. Kanun teklifinde,tanım yapılıyor ancak bu geçişin nasıl sağlanacağına dair somut bir plan bulunmuyor. Adil dönüşüm mekanizmaları eksik, hatta bu dönüşüm için ayrılması gereken bütçe dahi belirlenmemiş. Oysa dünya genelinde başarılı iklim yasaları, adil geçişi yalnızca bir kavram olarak değil, uygulanması gereken bağlayıcı bir politika olarak ele alıyor. Yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde sanayinin nasıl destekleneceğini planlıyor, fosil yakıtlara bağımlı şehirlerin nasıl dönüştürüleceğini belirliyor ve vatandaşların bu süreçte nasıl korunacağını düzenliyor.
Örneğin, Güney Kore’nin İklim Kanunu’nun 47. maddesi, karbon nötr geçiş sürecinde iş kayıplarını önlemek ve bölgesel ekonomik etkileri azaltmak için sosyal güvenlik mekanizmalarının oluşturulmasını zorunlu hale getiriyor. Aynı şekilde hükümet, yeniden eğitim ve istihdam destekleri sunarak adil geçişi sağlamakla yükümlü. Türkiye’de ise durum tam tersine işliyor. Genel Kurulda görüşülecek kanun teklifinde bırakın kapsamlı bir adil dönüşüm planını, fosil yakıtlardan çıkış stratejisi bile yok.
Oysa Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Murat Kurum, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen COP29’da Türkiye’nin fosil yakıtlardan çıkacağını beyan etmişti. Ancak Bakan’ın uluslararası platformda verdiği bu söz, hazırlanan yasa teklifine yansıtılmadı. Fosil yakıtlardan çıkış için kademeli bir yol haritası belirlenmedi, net bir tarih konmadı.
Bu belirsizlik, sadece çevresel değil, sosyal açıdan da büyük bir risk taşıyor. Türkiye’de hâlâ 50 bin kişi kömür sektöründe çalışıyor ve bu insanların geleceği hakkında hiçbir güvence sunulmuyor. Yeni iş alanları yaratılmadan kömürden çıkış mümkün değil. Ancak yasa teklifi, bu insanların ve ailelerinin geleceğine dair tek bir düzenleme bile içermiyor.
Adil geçiş süreci olmadan, iklim politikalarının toplumsal etkilerini göz ardı eden bir yaklaşımla dönüşüm sağlanamaz. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, fosil yakıtlardan çıkışı kademeli olarak yöneten, iş gücünü güvence altına alan ve sanayi dönüşümünü destekleyen bağlayıcı bir mekanizmadır. Aksi takdirde, ne sosyal refah korunabilir ne de ekonomik istikrar sağlanabilir.
Türkiye emisyonlarını azaltmazsa, ihracatçılarımız AB’ye ürün satarken ciddi maliyetlerle karşı karşıya kalacak. Eğer Türkiye ETS’yi doğru kurgulamazsa, AB’nin uyguladığı karbon fiyatına uyum sağlayamayacak ve dış pazarlarda rekabet gücünü kaybedecek.
İklim Yasası mı, ETS Kanunu mu?
Türkiye’nin ilk İklim Kanunu olarak sunulan kanun teklifi, bir iklim yasasından çok eksik bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurgusu sunuyor. Ancak, yanlış temeller üzerine kurulan bir ETS, ne karbon emisyonlarını azaltır ne de Türkiye’yi yeşil dönüşüme ve küresel rekabete hazırlar.
Özellikle Avrupa Birliği’nin 2027 itibarıyla uygulayacağı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) göz önüne alındığında, Türkiye’nin sanayi üretimini ve ihracatını koruması için gerçekçi, bağlayıcı ve uzun vadeli bir stratejiye ihtiyacı var. Ancak, sunulan yasa teklifi, Türkiye’nin karbon emisyonlarını nasıl azaltacağına dair somut hedefler koymadığı gibi, ihracatçılarımızı SKDM karşısında nasıl koruyacağı konusunda da yetersiz.
Rekabet Gücümüz Risk Altında
İhracatının hatrı sayılır bölümünü Avrupa’ya yapan bir ülke olarak, bu gelişme, ekonomimizi, teknolojimizi ve iş yapış şekillerimizi çok hızlı bir şekilde dönüştürmemiz gerektiği anlamına geliyor. Eğer karbon emisyonlarını azaltan ve etkin bir fiyatlandırma mekanizmasını içeren bir sistem kurmazsak, Avrupa pazarında ciddi bir rekabet kaybı yaşayabiliriz.
Bu ne anlama geliyor?
Türkiye emisyonlarını azaltmazsa, ihracatçılarımız AB’ye ürün satarken ciddi maliyetlerle karşı karşıya kalacak. Eğer Türkiye ETS’yi doğru kurgulamazsa, AB’nin uyguladığı karbon fiyatına uyum sağlayamayacak ve dış pazarlarda rekabet gücünü kaybedecek. Sanayimizin dönüşümünü finanse edecek mekanizmalar geliştirilmezse, ihracatçılarımız daha yüksek maliyetlerle boğuşmak zorunda kalacak. Ancak hükümetin sunduğu Ulusal Katkı Beyanı’na göre Türkiye, 2038’e kadar emisyonlarını artırmaya devam edecek. Peki, artan emisyonları fiyatlandıran bir ETS sistemi nasıl bir çevresel kazanım sağlayacak? Rekabet gücümüzü koruyacak etkin politikalar olmadan, karbon fiyatlandırması ne işe yarayacak?
Bir karbon piyasasının çalışabilmesi için en kritik unsurlardan biri şeffaflık ve bağımsız denetim mekanizmalarıdır. Ancak yasa teklifinde, ETS’nin nasıl denetleneceği konusunda ciddi eksiklikler var. Hangi tesislerin ne kadar emisyon yaptığı açıklanmayacak
ETS: Kağıt Üzerinde mi Kalacak?
Bir ETS’nin gerçekten etkili olabilmesi için emisyon azaltım hedefleri ile desteklenmesi gerekir. Ancak yasa teklifine baktığımızda, sistemden kimlerin nasıl yararlanacağının tam olarak belirlenmediğini görüyoruz.
Özellikle ücretsiz tahsisatlar konusu büyük bir soru işareti. Hangi sektörler ücretsiz tahsisat alacak? Bu tahsisatlar ne zaman sona erecek? Ücretsiz tahsisatların sürekli hale gelmesi, karbon piyasasını nasıl etkileyecek? Avrupa Birliği, ücretsiz tahsisatları aşamalı olarak kaldırarak açık artırma yöntemiyle dağıtım modeline geçti. Türkiye’nin benzer bir geçiş sürecini nasıl yöneteceği belirsiz. Eğer ücretsiz tahsisatlar sürekli hale getirilirse, ETS’nin asıl amacı olan karbon azaltımı hiçbir zaman gerçekleşmeyecek ve Türkiye’nin sanayisi SKDM karşısında dezavantajlı kalacak.
Öte yandan, ETS’den elde edilecek gelirlerin nasıl kullanılacağı da tam bir muamma. Avrupa Birliği, ETS gelirlerinin en az %50’sini sanayi dönüşümü, yeşil enerji projeleri ve düşük gelirli grupların desteklenmesi için ayırıyor. Türkiye’de ise bu fonların nereye harcanacağına dair herhangi bir planlama yapılmamış.
Şeffaflık ve Denetim Eksikliği
Bir karbon piyasasının çalışabilmesi için en kritik unsurlardan biri şeffaflık ve bağımsız denetim mekanizmalarıdır. Ancak yasa teklifinde, ETS’nin nasıl denetleneceği konusunda ciddi eksiklikler var. Hangi tesislerin ne kadar emisyon yaptığı açıklanmayacak. ETS’ye tabi şirketlerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği bilinmeyecek. Karbon fiyatlandırmasının nasıl belirleneceği şeffaf olmayacak. Bu eksiklikler, sistemin güvenilirliğini sorgulanır hale getiriyor. Karbon ticaretinden elde edilen gelirlerin nasıl kullanılacağı konusunda kamuoyunun hiçbir bilgiye sahip olmaması, sistemin suistimale açık hale geleceğinin en büyük göstergesi.
Peki, Ne Yapılmalı?
Türkiye’nin rekabet gücünü koruması ve sanayi dönüşümünü sağlaması için ETS’nin kağıt üzerinde bir düzenleme olmaktan çıkarılması gerekiyor. Bunu sağlamak için:
- Emisyon azaltım hedefleri somut, net ve bağlayıcı olmalı,
- Ücretsiz tahsisatların süresi ve hangi kriterlere göre verileceği şeffaf bir şekilde belirlenmeli,
- ETS’den elde edilen gelirlerin yeşil dönüşüm ve sanayi destek projelerine yönlendirileceği garanti edilmeli,
- Bağımsız bir denetim mekanizması oluşturularak ETS süreci kamuoyuna açık hale getirilmeli,
- Sanayi ve ihracatçılar için düşük karbonlu üretime geçişi teşvik edecek destek programları oluşturulmalı.
Aksi halde, bu yasa Türkiye’nin sanayisini koruyamayacak, rekabet gücünü zayıflatacak ve ülkemizi karbon düzenlemelerine uyum sağlayamayan ülkeler ligine itecektir.
Bütün bu olumsuzların olmaması için Türkiye’nin ihtiyacı olan, bilimsel verilere dayalı, demokratik ve katılımcı bir süreçle hazırlanmış, bağlayıcı mekanizmalar içeren, sanayi ve enerji dönüşümü için net bir yol haritası sunan, adil geçiş sürecini güvence altına alan, ara hedeflerin belirlendiği ve kömürden çıkış için kademeli bir takvimin belirlendiği gerçek bir İklim Kanunudur.

Yorum Yazın