İnsanlık tarihi boyunca toplumun büyük çoğunluğu izleyici kalmıştır. Ne dinlerin doğuşuna, ne devrimlere, ne de savaşlara aktif katılmışlardır. Hatta çoğu zaman, neyin değiştiğinden bile habersizdirler.
Dün tamamen farklı görüşte biriyle X’te yazıştık, ısrarla vurguladığı nokta şuydu; “Siz azınlıksınız”.
İktidar kendi tabanındaki gençleri konsolide ederken yıllardır “bunlar bir avuç beyaz Türk, elitist Batıcı, siz ise milletsiniz” mesajını pompalıyor. Üstelik üst üste kazandığı seçimlerde çok büyük oy farkları olmamasına rağmen.
Karşısındakilerin azınlık olduğuna ikna olmuş seçmeniyse bugün yaşananları tamamen bu bakış açısına göre yorumluyor; Siz azınlıksınız ve çok uzun zamandır kazanamadınız, yine kazanamayacak, hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz.
Muhtemelen bazı şeylerin hiç de istediği gibi gitmediğinin çok farkında ama azınlıkların değişimi getiremeyeceğini düşünüyor.
Oysa tarihe biraz dikkatle bakınca bambaşka bir tablo görürüz. Büyük dönüşümler, her zaman küçük bir grubun inadıyla başlamıştır. Değişimi başlatanlar çoğunlukta olanlar değil, azınlıktır.
İnsanlık tarihi boyunca toplumun büyük çoğunluğu izleyici kalmıştır. Ne dinlerin doğuşuna, ne devrimlere, ne de savaşlara aktif katılmışlardır. Hatta çoğu zaman, neyin değiştiğinden bile habersizdirler.
Muhammed’le Süfyan’ın savaşı başlangıçta halkın gözünde iki güçlü adamın çekişmesi gibidir. Başlangıçta başarısına çok az şans verilen Mustafa Kemal’in liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’nı hatırlayın. O mücadeleye baş koyanların sayısı azdı. Başlangıçta Anadolu halkı çoğunlukla ne olduğunu tam anlamıyor, “Kemal Paşa’nın ordusu geçiyor” gibi cümlelerle olan biteni seyrediyordu.
Aynı şey Fransız Devrimi için de geçerlidir, sivil haklar hareketi için de, kadınların oy hakkı için de… Sadece birkaç kişi, önce düşünmüş sonra inandığı şey uğruna hareket etmiş ve sonunda büyük gruplar ikna olmuş ve değişim yaratılmıştır.
Aynı hikâye başka adlarla tekrar eder. İster din tarihinde, ister imparatorlukların yükselişinde, ister devrimlerde… Olan biten, toplumun büyük kısmı için sadece günlük muhabbet konusudur. Ne yönetime talip olurlar, ne sistemi değiştirmeye kalkışırlar. Yeni düzene kolayca uyum sağlarlar.
Azınlık kazanırsa, onların istediği gibi yaşanır. Çoğunluk bunu sonucu gördükten sonra kabullenir.
Değişim herkesle değil, birkaç kişiyle başlar
Çoğunluk, yaşadığı yerde kim yönetirse ona uyum sağlar. Ne eğitim sistemine, ne ekonomi politikasına, ne de inanç düzenine karar vermek ister. Yanlış yapmaktan, dışlanmaktan, konfor alanından çıkmaktan çekinir. O yüzden de tarafını ancak iş bitince seçer. Kazanan belli olunca ona yönelir.
Karar çok belirleyici olsa bile, seçeneklerin başkası tarafından oluşturulmasını tercih eder. “Bana mı kaldı” cümlesi, sıradan insanların en sık başvurduğu sığınaktır.
Bugün dünyada olup bitene bakınca, hâlâ benzer bir tablo görüyoruz. Teknolojinin hızla ilerlemesi, savaşlar, iklim krizi, sosyal eşitsizlikler… Bunların hepsi birkaç kişi tarafından tetikleniyor, yönlendiriliyor, şekilleniyor.
Geriye kalan milyarlarca insan, olan bitenden etkileniyor. Tepki gösterenler elbette var ama gerçek değişimi başlatanlar yine az sayıda insan.
Toplumu dönüştürmek isteyen biri, bunu genellikle topluma rağmen yapar. Çünkü toplum, değişimin sancısını değil, sadece sonucunu görmek ister.
Mahatma Gandhi, Hindistan’ı İngiliz sömürüsünden kurtarırken yanında milyonlar yoktu. Martin Luther King “Bir hayalim var” dediğinde onu destekleyen kalabalıklar değil, birkaç yürekli insandı. Rosa Parks otobüste yer vermediğinde sadece kendi direnişini ortaya koydu, ama o küçük eylem, büyük bir toplumsal dönüşümün fitilini ateşledi.
Bu örnekler bize şunu söylüyor: Değişim, önce küçük başlar. Önce yalnız hissedersin, sonra yavaş yavaş yankı bulursun.
Herkesi ikna etmeye çalışmak yerine, inandığın şey için cesaretle yürümek gerekir. Bu yüzden “herkes her şeyi değiştirebilir mi?” sorusunun cevabı hayırdır. Ama “az kişi çok şeyi değiştirebilir mi?” sorusunun cevabı kocaman bir evettir. Siyasi ya da toplumsal mücadelelerde başarının sırrı, herkesin desteğini almak değil doğru insanlarla yola çıkmaktır.

Yorum Yazın