TÜSİAD, AKP’nin ahbap çavuş kapitalizminden, nepotizmden, kayırmacılıktan rahatsız olduğu için işlerin biraz daha “kitabına göre” uygulanmasını istiyor. Antep’te ise binlerce emekçi daha insanca bir yaşam için iş bırakıyor. Yaşadıklarımız AKP otoriterizminden ne sermayenin ne de emekçinin, işçinin, sendikacının azade olmadığının net bir göstergesine işaret ediyor…
Türkiye’de hiç kimsenin, hiçbir kesimin AKP iktidarı politikalarından azade olmadığını son haftalarda farklı vesilelerle deneyimliyoruz. Yıllardır medyaya, hukuk ve yargı alanına, diğer taraftan sivil topluma ve Kürt siyasi hareketine yönelik süregiden yoğun baskı ortamı katman katman derinleşti, kapsamı genişletildi, iki kolunda iki polis eşliğinde adliye koridorlarında ilerleyen sermaye mensuplarına kadar geldi dayandı.
TÜSİAD’ın son Genel Kurul toplantısında Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ile Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras’ın konuşmalarında bir dizi eleştiri sıralamaları sonrasında haklarında soruşturma başlatılması AKP otoriterizminden herkesin bir gün nasipleneceğini bir kez daha göstermiş oldu.
Katar sermayeli QNB bankasının Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın polislerin kollarında adliyede yürüdüğü görüntüler dünyaya servis edilirken, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Türkiye-Katar Karma Ekonomik Komisyonu toplantısında Katar'ı yeni yatırım fırsatlarına davet etmesine gülelim mi ağlayalım mı bilemedim.
Belli bir kesimi temsil eden sermaye ile AKP devletini karşı karşıya getiren bu son gelişmenin demokratik, hukuki ve ekonomik boyutları var.
TÜSİAD’ın en tepe isimlerine yönelik suçlamalar ise şöyle: Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, Türkiye’nin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bilgileri kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yaymak…
Turan ve Aras’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19 Şubat AKP Grubu’nda “Haddinizi bileceksiniz” çıkışından birkaç saat sonra polis zoruyla ifadeleri alındı.
Erdoğan’ın konuşmasındaki kilit cümle ise şu oldu: Hukukun kapsama alanı dışında tutulduğunuz eski Türkiye’yi özlüyor da olabilirsiniz, ama yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz.
Bugüne kadar gerildik, karşılıklı eleştiriler getirdik ama size dokunulmadı, artık dava da açılacak, sorgulanacaksınız da…
Elbette bu TÜSİAD ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk kez karşı karşıya gelişi değil. Bu sadece, TÜSİAD-Erdoğan geriliminde açılmış yeni bir sayfa…
Geçmiş gerilimlerin birkaç tanesini hatırlama amacıyla özetleyelim.
ERDOĞAN’DAN ÜMİT BOYNER’E: O İŞİNE BAKSIN
Erdoğan ile TÜSİAD arasındaki gerilim, 2010'lu yılların başında giderek artmaya başladı. Eylül 2012'de dönemin TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Yüksek İstişare Konseyi toplantısında Uludere’de 34 sivilin öldürülmesi ve Afyon'da askeri mühimmat deposundaki patlamada 25 askerin hayatını kaybetmesini gündeme taşımış, “Uludere'de ne olduğunu anlamak, Afyon'daki patlamanın sebeplerini öğrenmek, sorumlularını bilmek ister vatandaş... Susmak da istemez. Ne darbe dönemlerindeki gibi atanmışların ne de kendi oyuyla seçilenlerin onu susturmasını hiç istemez” ifadelerini kullanmıştı.
O dönem Başbakan olan Erdoğan, Boyner’in eleştirilerine karşı, “Öğrenmek hakkımızdır falan… Kimin hakkı nedir, nereye kadardır? Onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O, işine baksın" yanıtını vermişti. Erdoğan’ın bu sözleri sonrasında Ümit Boyner, kendisine sorulan bir soru üzerine, “Başbakandan korkmuyorum, korkulacak bir insan olduğunu düşünmüyorum" demiş; bunun üzerine Erdoğan, "Benim de TÜSİAD’ın başındaki bir hanımefendiyi korkutma derdim yok, böyle bir seviyesizliğin içine girmem. Ama kurumsal olarak bir yanlış içine girdikleri zaman gerekli yanıtı veririm. Nedir bu? O kurumu boykot ederim” demişti.
ERDOĞAN’DAN MUHARREM YILMAZ’A: VATANA İHANET…
Daha sonra Muharrem Yılmaz’ın 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına ilişkin olarak söylediği, “Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir” sözlerine, Erdoğan, “TÜSİAD Başkanı bu cümleyi kullanıyorsa, bu vatana ihanettir” sözleri ile karşılık vermişti.
Takvimler Eylül 2014’ü gösterdiğinde o dönem Haluk Dinçer’in başkanı olduğu TÜSİAD toplantısında Erdoğan iş dünyasını azarlamış, iş insanlarını Gezi Parkı protestoları ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına destek vermek ve darbecilikle suçlamış, onlar da bu sözleri alkışlamıştı.
Erdoğan, ön sırada oturan Haluk Dinçer ve eşi Suzan Sabancı Dinçer’e bakarak, “Bir bankamızın yönetim kurulu başkanı bir ifade kullanıyor. Neymiş, elde edilen başarılara gölge düşmüş. Türkiye'nin itibarı zedelenmiş, hukuk sistemi sorgulanmaya başlamış. Bu bankayı inceleme yaptırdım. Mevduatları sekiz kat, aktifleri altı kat büyümüş. Kusura bakmayın, yan gelip yatan bir cumhurbaşkanı yok. Nerede yanlış var bunu incelettirmek zorundayız. Bu ülke hepimizin. Kastedilen nedir?” demişti.
FAİZ-ENFLASYON POLİTİKASI TÜSİAD İLE GERİLİMİ DERİNLEŞTİRDİ
2018’deki döviz krizi sonrası gelen faiz artışlarının, beraberindeki kredi çöküşünün ve şirket iflaslarının ardından 2019-2021 yıllarında TÜSİAD ve Erdoğan çok kez karşılıklı eleştirileri gündeme taşıdı. Erdoğan, patronları üretim ve istihdama katkı yapmamakla suçladı.
Mart 2022’de TÜSİAD Başkanlığı koltuğuma oturan Orhan Turan, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra, yaptığı açıklamalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve damadı Berat Albayrak’ın yürüttüğü “faiz neden-enflasyon sonuç" politikasını eleştirmiş, “TL'ye değer kaybettirip cari açığı azaltalım, ardından enflasyon düşer denklemi çalışmadı" diyerek yanlış politikalar nedeniyle enflasyonun rekor kırdığına dikkat çekmişti.
Turan’ın bu sözlerinin ardından Erdoğan, “TÜSİAD'ın 'Acaba ülkenin geleceğine nasıl katkı veririz?' diye bir derdi yok. Tam aksine 'Mevcut iktidarı nasıl götürürüz? Rahat rahat kullanabileceğimiz bir iktidarı nasıl getirebiliriz?' diye bir dertleri var" ifadelerini kullanmıştı.
TÜSİAD’ın kendi paylaştığı verilere göre, üyelerinin temsil ettiği yaklaşık 4 bin 500 şirketle, kamu dışı milli gelirin yarısını (yüzde 50) oluştururken, dış ticaretin yüzde 85’ini (enerji ithalatı hariç) gerçekleştiriyor, kayıtlı istihdamın yüzde 50’sini (kamu ve tarım hariç) sağlıyor, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödüyor.
Türkiye’de yekpare bir sermaye grubundan ve burjuvaziden bahsetmek mümkün değil. Sermaye gruplarının katmanları var. Daha çok I. Cumhuriyet burjuvazisi olarak nitelendirilebilecek kurucu sermaye TÜSİAD, AKP’nin yıllardır uyguladığı ahbap çavuş kapitalizminden, nepotizmden, kayırmacılıktan rahatsız olduğu için işlerin biraz daha kitabına göre uygulanmasını talep ediyor.
Bunda eleştirilecek bir durum yok elbette, sermayeni kendi durduğu yer açısından tamamen rasyonel…
Ancak Türkiye’de sermaye grubunu, burjuvaziyi devlet yukardan aşağı inşa ettiği için ilerici bir burjuvaziden bahsedemiyoruz, dolayısıyla bugüne kadar gerçekleştirdikleri açıklamalar onları ilerici bir konuma taşımıyor ve içinde bulunduğu sömürü sistemine işaret ediyor olması aslında yine kendilerini boşa düşürmüş oluyor.
Ancak burada kritik bir nokta var: İşçinin, emekçinin, emeklinin, dar gelirlinin toplumsal bir tepkisellik başlatması ihtimalinden ve bunun ülke genelinde dalga dalga yayılmasından korkuluyor olabilir mi? Ya Türkiye’de her yer Antep olursa?
Antep Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde biri AKP Gaziantep Milletvekili İrfan Çelikaslan'a ait olan üç büyük fabrikada çalışan yaklaşık 2 bin işçi iş bıraktı. Birçok fabrikaya yayılan eylemler Gaziantep Valiliği kararıyla yasaklandı, işçilerin sendikası BİRTEK-SEN’in Genel Başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı.
Antep’te yaşanan elbette bir sınıf gerçekliğini yansımasıdır, patronlara yönelik soruşturmayla da aynı kefeye konulmamalıdır. Buradaki kıyaslama elbette AKP otoriterizminden ne sermayenin ne de emekçi kesimin, sendikacının, işçinin azade olmadığının net bir göstergesine işaret ediyor.
Türkiye’nin her yerinde yıllardır sermayeye inanılmaz imkanlar sağlandı, sömürü düzeni tamamen sermayenin taleplerine göre dizayn edildi. Bu sermaye düzeni de yıllar içinde siyasal islama göz yumdu, “tek parti iktidarı iyidir, istikrar bozulmasın” diyerek rejimin sırtı sıvazlandı, asgari demokratik şartlara tav oldu. Sömürü düzenine karşı çıkmasında diye el birliğiyle emekçinin sendikal mücadele etmesinin önü kapatılmaya çalışıldı, dinle soslanmış bir kadercilik söylemine biat edilmesi istendi.
Orta sınıfın eriyip gitmesini, kitlelerin yoksullaşmasını, emeğin, alın terinin değersizleştirilmesini hep birlikte izlediler… AKP döneminde yeni düzenin kurallarıyla, yeni normlarla oynamayı tercih ettiler…
Girişte de söylediğim gibi TÜSİAD ile yaşanan son gelişmelerin demokratik, hukuki ve ekonomik boyutları var, her bir başlık üzerinden bunun bedelleri olacaktır.
Sermayeden, patronlardan bir gelecek beklentimiz yok ama Antep’ten yükselen işçi sınıfının sesinin tüm memlekette daha gür çıkmasına dair ümidimiz çok…

Yorum Yazın