Kendi içine yolculuk yapmayan, hiçbir yere ulaşamaz. İnsan, en önce kendiyle barışmalı ki, nereye giderse gitsin, orayı ev gibi hissettirebilsin. Yoksa ne bir yere gidebilir, ne de bir yerde kalabilir. Sadece ikilemlerin ağırlığında ezilir, tükenir. Unutmayın: Hayat geç kalmayı affetmiyor. Ama cesaret gösterenlere her zaman bir kapı açıyor.
Bazı insanlar vardır, ruhları bir türlü yerleşik hale gelemez. Geçmişten getirdikleri doğrularla bugünü yönetmeye çalışırlar ama bugünün gerçekliğiyle her seferinde çelişirler. Bir yanda içlerine kazınmış kurallar, diğer yanda içlerinden fısıldayan özgürlük arayışı… Ne tam gidebilirler, ne de kalabilirler. Hep bir eksiklik, hep bir yanlış yer duygusuyla yaşarlar. Sanki oldukları yer, olmaları gereken yer değildir; ama orayı terk etmek de başka bir bilinmeze atılmak gibi gelir.
Bu insanlar için hayat, sürekli bir “keşke”ler yumağıdır. “Hayat geç kalmayı affetmiyor” dediklerinde bile, asıl geç kalanın kendileri olduğunu bilirler. Çünkü her seçim, bir diğerini öldürür; her karar, alınmayan kararların hayaletiyle sarılır. O yüzden çoğu zaman karar almaktan korkarlar. Olanla yetinirler ama yetinmiş gibi yaparken içten içe hep başka ihtimalleri düşünürler.
Viktor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında, “İnsanı en çok üzen şey, sahip olamadıkları değil, olabilecekleri ama olmayı seçmedikleridir” der. İşte bu ikilemlerle yaşayan insanlar için en büyük savaş burada başlar. Olamadıkları her şey, olmak istedikleri her şeyin peşinden koşmalarını engelleyen zincirler haline gelir.
İçsel huzuru bulamayan birinin dışarıda sığınacak bir yer araması boşunadır. O yüzden, bu araf haliyle başa çıkmanın tek yolu, geçmişin doğrularını sorgulamaktan geçer.
DIŞARIDA SIĞINACAK YER ARAMAK BOŞUNA
Bir yere ait olamamak, köksüz hissetmek demektir. Ancak insanın kökleri sadece bir yere değil, kendi içine de uzanır. İçsel huzuru bulamayan birinin dışarıda sığınacak bir yer araması boşunadır. O yüzden, bu araf haliyle başa çıkmanın tek yolu, geçmişin doğrularını sorgulamaktan geçer. Belki bazıları artık doğruluklarını yitirmiştir. Belki, bugüne kadar savunulan her şey, yeni bir hayatın önünde birer duvardır.
Cesaret burada devreye girer. Kendinize sorular sormak cesaret ister: “Bu gerçekten benim için mi, yoksa bana öğretilmiş bir şey mi?” “Bu yolda ilerlemek beni tatmin edecek mi, yoksa sadece kaçmayı mı deniyorum?” Hayatın affetmediği şey, sadece geç kalmak değil; aynı zamanda cesaretsizliktir. Gitmek de bir cesaret ister, kalmak da. Önemli olan, hangisinin sizi daha çok özgürleştireceğine karar vermektir.
Kendi içine yolculuk yapmayan, hiçbir yere ulaşamaz. İnsan, en önce kendiyle barışmalı ki, nereye giderse gitsin, orayı ev gibi hissettirebilsin. Yoksa ne bir yere gidebilir, ne de bir yerde kalabilir. Sadece ikilemlerin ağırlığında ezilir, tükenir. Unutmayın: Hayat geç kalmayı affetmiyor. Ama cesaret gösterenlere her zaman bir kapı açıyor.
Yorum Yazın