Bir süredir kadın haber programcıları, televizyon stüdyolarında çekilmiş fotoğraf ya da görüntülerini, giydikleri kıyafetin markasını da üzerine yazarak paylaşıyorlar.
Çoğunlukla da hikâye bölümünde yapılıyor bu paylaşımlar. Haber programcılarının paylaşımlarıyla da kalmıyor, kıyafet firması da kendi hesabında ayrıca paylaşıyor habercilerin bu fotoğraflarını. Giysi tanıtan mankenlerin fotoğrafları arasında yer alan haber programcıları da onlarla aynı işlevi yerine getirmiş, mankenlik yapmış oluyorlar.
Instagram’ı taradım, A Haber, Beyaz TV, CNNTÜRK, Ekol TV, KRT ve 24 TV’den kadın programcıların giydikleri kıyafetlerin markasını tanıttıkları fotoğraf ve görüntülerini buldum. Öğrendiğim kadarıyla, bu haber kanallarının yönetimleri, firmalarla anlaşma yapıyor; firmalar programlarda giyilmek üzere kıyafet gönderiyor, karşılığında da kadın haberciler, Instagram’da o markanın reklamını yapıyor.
Mankenlik yaptırılan ünlü ekran yüzlerinin paylaşımları arasında en çok dikkat çeken, 24 TV’nin Cumhurbaşkanlığı muhabiri Yağmur Yıldız’ın paylaşımı. Kıyafet mankenliğini çok sevmiş olacak ki, firmanın kıyafetiyle Anıtkabir merdivenlerinde hareketli görüntüsünü çekmiş koymuş hesabına.
Kadın habercilerden paylaşımlarının üzerine #reklam etiketi koyan da var koymayan da. Oysa gazetecilerin, haber programcılarının gizli ya da açık reklam yapması etik bir davranış değil. Habercilik ile şirket çıkarlarının, maddi ilişkinin iç içe geçmesi, çıkar çatışması yaratır; editoryal bağımsızlık zarar görür. Bu yüzden de Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde, gazetecilerin “sosyal medyada da reklam, tanıtım, ürün yerleştirme yapmaması” ilkesi yer alıyor.
RTÜK’ün Yayın Hizmetleri Yönetmeliği’nde de programa destek verenlerin isim ve logolarının sadece program sonunda görünmesine izin veriliyor; haber bültenlerine sponsorluk/ destek alınamayacağı belirtiliyor. Bu da demek oluyor ki, RTÜK, haber programcılarının ekranda kendi görüntüleriyle, sponsorluk duyurusu yapmasını yasaklıyor.
Tabii ki RTÜK, sosyal medyaya karışamaz ama yaklaşımı doğru. Haber programcılarının TV ekranında yapamayacakları reklamı, sosyal medyada da yapmamaları gerekir. TV yöneticilerinin kadın programcılarına mankenlik yaptırması -kendi tercihleri değilse- mobbingdir.
Haber sunanlar niye bağırır ki?
Televizyonlarda bağıra çağıra haber sunulması son yıllarda giderek daha da artan bir salgın haline geldi. Habertürk’te sabah programlarını sunmaya başlayan Faruk Aksoy da sürekli bağırarak anlatıyor haberleri. En sakin haberde, sohbette bile sesi yüksek perdeden çıkıyor.
Kimileri de bağırmakla kalmayıp ayakta bir o yana bir bu yana salınıyor, bazen zıp zıp zıplıyor. Yanılmıyorsam, -geçen hafta A Haber’den ayrılan- Erkan Tan, TV8’de başlattı bu tarzı. Stüdyonun içinde, sık sık arkadaki LED ekranın önüne gidip, masaya gelerek, arada koşu temposunu andırır hareketlerle, haberin ritmine göre, sesini yükseltip alçaltarak ama mutlaka “mütemadiyen gezinerek” haber sunuyorlar.
Böyle davranmalarının gereğini çözebilmiş değilim. Haber bültenini gösteriye dönüştürüp daha çok izletiyor olabilirler ama sunucular bültenin öznesi haline geliyorlar. İzleyiciyi habere değil sunucuya odaklıyorlar.
Haberler bu kadar curcunayla sunulunca insan, izleyici olarak geçmiş yılların Oğuz Haksever’inin, Ali Kırca ve M. Ali Birand’ının haber sunumunu özlüyor. Her birinin kendine özgü tarzı vardı ama öyle ne bağırıyorlardı ne ekranda oradan oraya koşturuyor, el kol hareketleri yapıyorlardı. Tabii kimseye hakaret de etmiyor, haberleri yoruma boğmuyorlardı.
TRT geleneğinden gelen, yılların Can Okanar’ı ise bütün bu hengâmenin dışında kalarak iktidar yanlısı A Haber’de kendi tarzını kararlılıkla sürdürüyor. Sözcükleri son derece düzgün telaffuz ediyor, vurguları hep yerli yerinde… Haberi öne çıkarıyor ve izleyicinin dikkatini aktardığı haberde tutmayı başarıyor. Onun da sorunu, okuduğu haberlerin içeriği…
Katili okuruna soran gazete
Sözcü, sanki Narin’in katili okurlar arasında düzenlenecek bir anketle belirlenebilirmiş gibi, “Sizce katil kim?” diye okurlarına sordu. Televizyonlardaki haber bültenlerinde siyasi olaylarla ilgili anket düzenlendiğini gördüm ama böylesine daha önce rastlamamıştım.
“29 gün oldu, Narin’i öldüreni hâlâ bulamadılar” üst başlığı taşıyan “anket” haberinde “Amca mı?”, “Anne mi?”, “Abi mi?”, “Yenge mi?” ve “Nevzat mı?” diye bu kişilerin fotoğraflarına da yer verildi.
Gazetecilik açısından son derece yanlış bir habercilik bu. Gazeteci, böyle bir cinayette elde edilen verileri, masumiyet karinesine özen göstererek, suçluluğu kanıtlarla ve yargı kararıyla ortaya çıkmamış kişileri suçlu gibi gösteremez, zan altında bırakamaz. Ne gazetecinin katili bulmak gibi bir yükümlülüğü vardır, ne de katil okurlara sorularak, anket düzenlenerek bulunabilir! Bu en azından cinayeti hafife almaktır.
Nitekim amca Salim Güran ile işçisi R.A.’nın cinayet günü yaptığı 37 saniyelik telefon konuşmasıyla ilgili haberler iki gün önce çöpe gitti. İlk haberlerde soruşturma dosyasına giren tutanakta, R.A.’nın, Salim Güran’a “Tamam henüz bende değil, daha ölmemiş” dediği yer alıyordu. Ancak Anadolu Ajansı, üç gün önce telefon konuşması tutanağının dosyaya girdiği belirtilen yeni bir haber geçti; bu haberdeki tutanağa göre, konuşmada “daha ölmemiş” ifadesi yer almıyor; R.A orada “Tamam ben şimdi gider alırım” diyor!
AA’nın haberinde bu farklılığa ilişkin açıklama olmaması, değişikliğin tüm açıklığıyla anlaşılmasını önlüyor. Ama değişiklik bu haliyle bile yayınlanan her veriye bakarak birilerine kesin suçlu gibi bakılmasının doğru olmadığını kanıtlıyor. Öyle ya, ilk tutanak haberleri R.A.’yı da cinayete karışmış gibi gösteriyordu; tutanağın bu hali onu aklıyor gibi.
Bakın, “itirafçı” Nevzat Bahtiyar da yeni ifade verdi, cinayetle ilgili yeni ayrıntılar anlattı.
Soruşturma henüz tamamlanmadığına göre daha kim bilir neler değişecek, neler yanlış çıkacak, bilmediğimiz neler öğreneceğiz? O yüzden “Cinayeti çözecek görüşme kaydı” diye hüküm vermek yerine yeni bilgilere temkinli yaklaşmakta, hiç kimseyi peşinen suçlu göstermemekte yarar var.
Bu arada Narin cinayetine ilişkin “senaryo haberciliği” belki daha devam edecekti ama İsrail’in Lübnan’daki siber terör saldırısı haberleri gelince medyada dikkatler oraya yöneldi. Şimdi haber kanallarındaki tartışma programlarının konusu patlatılan çağrı cihazları.…
Soru beğendirmek zorunda değiliz
Gazeteci azarlamalar ardı ardına geldi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, idam cezasının geri getirilmesini soran gazeteciye, “Böyle sapık ve yanlış sorularla aldatmaya heves etmeyin” diye çemkirdi.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Narin cinayetini sormak isteyen gazeteciye çocuk azarlar gibi eliyle “sus” işareti yaptı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de gazetecilerin okullardaki temizlik sorununa ilişkin soruları yanıtsız bıraktı.
Bahçeli, Yerlikaya ve Tekin’e yöneltilen sorularda ne bir sapıklık ne bir hakaret ne aldatma çabası var, gündemdeki konularla ilgili sıradan sorular. Yanıtlamak yerine tepki göstermeleri, gazetecilere ve gazeteciliğe olduğu kadar topluma da saygısızlık.
Bir kere, gazeteci, siyasilere soru beğendirmek zorunda değildir. Gazeteci kamu adına soru sorar, muhatabı da onu yanıtlayarak halkın bilgi edinme hakkına saygı göstermiş olur.
Gazetecilerin bu davranışlara gereken tepkiyi verememiş olması ise üzücü. Zira sahadaki gazetecinin gücü, çalıştığı medya kuruluşunun gücü kadardır! Medya muhabirlerine sahip çıkmayınca iktidar mensupları gazeteci azarlamayı alışkanlık haline getirebiliyor maalesef.
Tek cümleyle:
- Korkusuz’un, kişilerin isimleri ve ne zaman yaşandığı belli olmayan bir olaydan söz eden “Karısını sevgilisiyle bastı: Havaalanı ayağa kalktı” manşeti, haberden çok kurgusal bir metne benziyordu.
- Hürriyet dışındaki iktidar medyası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “İlk dört maddeyle derdimiz yok” sözlerini, bu konudaki tartışmayı HÜDAPAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun başlatmış olduğuna değinmeden haberleştirdi.
- Türkiye gazetesinin “Bu nasıl iş usta” manşetinde oya, yalıtım, su tesisatı gibi işler için ustaların istediği ücretlerin İstanbul için geçerli ücretler olduğu vurgulanmıyordu.
- Kanal D’nin yeni dizisinin tanıtımında ve Milliyet’in “Tanıtıma ‘Narin’ türküsü damga vurdu” haberinde öldürülen Narin’in adı kullanılarak duygu sömürüsü yapıldı.
- Akşam, Gazete Pencere, Posta ve Yeni Akit’in Sakarya’daki makarna fabrikası yangını haberinde fabrikanın Oba Makarna firmasına ait olduğu bilgisi eksikti.
- Hürriyet, Yeni Akit ve Yeni Şafak, Filistin’de İsrail askerlerinin öldürdüğü Ayşenur Ezgi Eygi’nin kimliğiyle ilgili bilgi verirken “sosyalist” olduğunu yazmamaları dikkat çekiciydi.
- NTV, İHA ve Sabah’ın “Türkiye, küresel SİHA pazarında zirvede” haberinde “ABD merkezli bir araştırma kuruluşunun raporuna göre” diyerek hazırlayan kuruluşun adını yazmadı; sadece TRT Haber, “Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi (CNAS)” ismini vererek eksiği giderdi.
- Akşam, Karar ve Yeni Şafak’ın pazartesileri yayımlanan otomotiv sayfalarının manşetinde Hyundai Genel Müdürü Murat Berkel’in sözleri ve otomobil önündeki fotoğrafı ortaktı.
- Sabah’ın, “Kızını öldüren damadını vurdu” başlığıyla verdiği haberi, Korkusuz, “Damadına sıktı kızını öldürdü” diye tamamen farklı bir vaka olarak haberleştirdi.
- Türkiye gazetesi, Panathinaikos-Maccabi basketbol maçında Türk antrenör Ergin Ataman’ı da sinirlendiren Türkiye aleyhtarı pankart açılmasını “Rum çirkinliği” diye nefret söylemi içeren bir başlıkla haber yaptı.
- Konya B. Belediye Başkanı U. İbrahim Altay, Dünya Yerel Yönetimler Meclisi’ndeki konuşmasını, Akşam, Yeni Akit ve Yeni Şafak’a verdiği yarımşar sayfalık haber görünümlü reklamla duyurdu.
- Yeni Akit Yazarı Kenan Alpay, ATV, Show TV ve programcıları Müge Anlı, Esra Erol ve Didem Arslan Yılmaz’ı eleştirirken, “Her gün tecavüzcüler, sapıklar, pez…ler, o…pular, aldatanlar, aldananlar, büyücüler geçit yapıyor” diyerek RTÜK’ü göreve davet etti.
----
Bu yazı, yazarın izni ile www.farukbildirici.com'dan alınmıştır.
Yorum Yazın