Taksim ve Gezi onlara göre Cumhuriyet’in başından beri iki karşıt, merkeziyetçi akımın temsil sahnesiydi. Bu nedenle Gezi direnişi darbe yapmakla özdeşleştirildi. Böylece bir algı ya da görüntü kırılması yaratıldı.
Bir motorun hareketini tekerleklere ya da pervanelere ileten mile şaft deniyor. Şaft motorlu araçların aktarma organı, hareketi sağlayan bir parçası.
Bu parça işlevini yerine getiremez olunca, buna “şaft kayması” deniyor. Ayrıca görevini yerine getirmeyen, bozulan sosyal yapılar, kişiler için de mecazi anlamda kullanılıyor.
Geçen hafta Milli Eğitim Eski Bakanı Hüseyin Çelik katıldığı bir televizyon programında Gezi olaylarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunurken bu tabiri kullandı. “Gezi olayları AK Parti için bir dönüm noktasıydı. Gezi olayları ile birlikte şaftımız kaydı. Biz bütün özgürlükleri güvenlikçi kaygılara feda etmeye başladık" dedi.
Ekol TV’de yayınlanan "Sorgusuz Sualsiz" adlı programda Armağan Çağlayan’a konuk olan Çelik şunları söyledi: “İlk 10 yıl çok iyi gittik. Gezi olaylarıyla birlikte bizim şaftımız kaydı. 1923'de ben ekonomist değilim ama bunu bilmek için ekonomist olmaya gerek yok. 1923'de 2002 arasındaki 80 yılda Türkiye dışarıdan 14,5 milyar dolar yabancı sermaye gelmiş. Yatırım sermayesi, sıcak paradan söz etmiyorum borsaya gelen giden, 2002 ile 2012 arasındaki gezi olaylarına arifesine kadar Türkiye gelen yabancı sermaye 119 milyar dolar yatırım sermayesi. Pat diye kesildi. Niçin? Çünkü biz hukuk devleti diyorduk, demokrasi diyorduk, insan hakları diyorduk, işkence sıfır tolerans diyorduk, dezavantajlı insanların haklarının onlara iade edilmesi gerektiğini söylüyorduk. Biz Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakeresi yapıyorduk, Türkiye'nin pasaportunun müthiş bir havası vardı ve Türkiye’den Avrupa'ya gittiğiniz zaman herkes ‘Helal olsun, bir Türk mucizesi yaşanıyor’ falan diyorlar doğru mu? Ne oldu şimdi? Gezi olaylarıyla beraber bizim şaftımız kaydı. Biz bütün özgürlükleri güvenlikçi kaygılara feda etmeye başladık. Ve o gün bugündür de biz böyle... Şimdi bakın, cumhuriyetimizin hikayesine bir bakın.”
Ak Parti içinde önemli görevlerde bulunmuş bir kişinin bu söyledikleri önemli.
Eğer Gezi olayları nedeniyle Ak Parti’deki “şaft kayması”ndan söz edilecekse, bunu şöyle okumak da mümkün:
Gezi Ak Parti için de “gurur duyulacak” bir sivil girişim, bir demokrasi deneyimi iken karşıtı olan şekle sokulmaya çalışıldı.Birbirinin tam karşıtı iki biçimde etiketlenmeye çalışıldı: Biri şehrin en değerli yeşil alanını koruma mücadelesi. Diğeri yerel bir meselenin merkeziyetçi bir şiddet tarafından askıya alınma hali.
Taksim ve Gezi onlara göre Cumhuriyet’in başından beri iki karşıt, merkeziyetçi akımın temsil sahnesiydi. Bu nedenle Gezi direnişi darbe yapmakla özdeşleştirildi. Böylece bir algı ya da görüntü kırılması yaratıldı. Birtakım çevreler harekete geçirildi, basın bu algının yaratılması için kullanıldı.
Gezi bir iktidar mücadelesi görünümüne kavuşturuldu, “28 Şubat formatı”na taşındı. Gezi tıpkı kapalı yönetimlerin olduğu ülkelerdeki gibi iktidarı devirmeye yönelik bir eylem olarak okunmaya ve gösterilmeye başlandı.
Değişiklik bununla sınırlı değildi. İşte bu kırılma noktasından sonra güvenlik güçlerinin göz yaşartıcı gaz fişeği atma protokolleri değişti. Daha önceki protesto gösterilerinde fişekleri havaya doğru atıyorlardı, silahların namluları yukarı dönük oluyordu. Bu aşamada hedef gözeterek, protestocuların başlarına doğru atmaya başladıkları görüldü. Böylece gaz tüfekleri vurucu bir silah gibi kullanılmaya başlandı.
Ne olduysa oldu, bu sürenin sonuna doğru Gezi’nin var oluş biçimini değiştirecek bir kırılma noktası yaşandı. Sonuçta Gezi kriminalize edildi.
Çadırların yakıldığı, polisin ağaçlara sahip çıkan insanlara gaz sıktığı görüntüler herkesin hafızasında yer etmiştir. 28 Mayıs sabahı polisin uyguladığı bu şiddet, aynı zamanda konuyla hiç alakası olmayan inşaat işçilerinin göstericilerin üzerine saldırtılmaya çalışılması ve bu kışkırtmanın başarılı olamaması protestoların büyümesine yol açtı.
GEZİ’Yİ NEDEN YENİDEN OKUMAK GEREKLİ?
İşte tam da burada önemli bir hatırlatma yapmak gerekiyor diye düşünüyorum. Çadırların yakıldığı, polisin ağaçlara sahip çıkan insanlara gaz sıktığı görüntüler neredeyse herkesin hafızasında yer etmiştir. 28 Mayıs sabahı polisin uyguladığı bu şiddet, aynı zamanda konuyla hiç alakası olmayan inşaat işçilerinin göstericilerin üzerine saldırtılmaya çalışılması ve bu kışkırtmanın başarılı olamaması -hatırlayanlar bilir- protestoların daha da büyümesine yol açtı.
Sabah orada bulunan 40-50 kişilik topluluğun yerini önce onbinlerce kişi, sonra yüzbinler aldı. Protestolar ülke geneline yayılmaya başladı.
Bu gelişmeler ya da protestolar üzerine Ak Parti içindeki deneyimli siyasetçilerden “yahu, ne yapıyorsunuz” diye bir ses yükseldiğini söylemek mümkün.
Gezi barışçı, müşterek alanlarla ilgili bu formatı dönüştüren, ilişkileri kendi içinde düzenleyen, merkeziyetçi ideolojiler tarafından askıya alınamayan bir sivil eylem olarak gelişti.
Yönetim pek ala Gezi, AKM gibi projelerde geri adım atmaya hazırdı. Gezi’nin içinden bir grup Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ak Parti içinden bakan seviyesindeki kişilerle görüşmeler yapıyorlardı. Bu görüşmelerde bu önemli siyasal kişiler şehrin bir müşterek alanına sahip çıkma girişimi olarak “Gezi ile gurur duyduklarını” dahi söylüyorlardı. Bu sırada dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan da önce Fas’a, sonra Tunus’a uzanan “protokol dışı” bir ziyarete gitmişti. Zannedersem bu karar Ak Parti içinde tartışılmış ve olayların daha fazla büyümemesi için alınmıştı.
Ayrıca Taksim'i otoyol kavşağına Taksim’i otoyol kavşağına, Gezi’yi bir AVM’ye çevirmeye çalışan proje, bilmeyenler için söyleyeyim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanında hazırlanmadı. Bu projeler, her zaman olduğu gibi Büyükşehir’e iş yapan (üstelik de genellikle siyasetçilere muhalif gibi gözüken) hocalar tarafından hazırlanmıştı. Geçmişte Taksim Platformu açık toplantılarla sözünü dinletebildi ve defalarca bu projeyi durdurabildi. Yoksa her meydanı (Eminönü’nde olduğu gibi) otoyol kavşağına çevireceklerdi. Müşterek alanlarla ilgili projelerin yapılış şekli böyleydi. Bu mesele farklı bir formata kavuşturulamadığı için onlarca insan öldü, yaralandı, ülke bir karabasan gibi şiddet sarmalına girdi. Ama sanki bunların nedeni siyasetçilermiş gibi gösterildi.
28 Şubat sürecinde devlet gücünü, imtiyazlarını, kariyer imkanlarını kullanan sınıflar darbe yapmak yerine daha kalıcı olacağını düşündükleri bir yol seçtiler. Ellerindeki devlet imkanları ile siyasete ayar vermeye çalıştılar.
“28 ŞUBAT FORMATI” NEYDİ?
Bu format zannedersem şöyle tanımlanabilir: Devlet imtiyazlarını kullanan sınıfların siyaset sınıfını formatlamaya çalışması. Bu sınıfların zaman zaman çatışma boyutları da kazanan rekabeti.
Muhalif gibi gözüken siyasal oluşumların bir bölümünün de Gezi’yi bu formata taşımak için çaba gösterdiklerini unutmamak lazım. 28 Şubat sürecinin doğal işbirlikçileriydiler.
Bu rekabet öncesinde bu sınıflar arasındaki rekabet askeri darbelerle sonuçlanmıştı. 28 Şubat sürecinde devlet gücünü, imtiyazlarını, kariyer imkanlarını kullanan sınıflar darbe yapmak yerine daha kalıcı olacağını düşündükleri bir yol seçtiler. Ellerindeki devlet imkanları ile siyasete ayar vermeye çalıştılar. Bu geçmişte de olan bir durumdu. Ama kimi zaman ipin ucunu kaçırdıkları oluyordu. Ancak elde ettikleri mevzileri kullanarak bu ayar vermeyi darbelere ihtiyaç bırakmayacak ihtiyaç hale getirmeye çalıştılar.
Bunların bir bölümü toplumu tasarlama ideallerine sahip olan siyasal oluşumlardı. Bunların karşısında ise halkı temsil etme iddiasıyla devlet imtiyazlarına sahip olmayı amaçlayan, kimi uç durumlarda koydukları kurallara karşı çıkan, çoğu zaman da uzlaşma yolunu seçen popülist siyasal oluşumlar bulunuyordu. Gezi'de işte böyle bir kırılma noktası, ya da Çelik'in deyişiyle bir "şaft kayması" gerçekleşti.
Sonuçta özetle söylemek gerekirse uygulama disiplin inşa eder. Demokrasi ise kurgulama aşamasının yapılandırılması ile, buna yönelik bağımsız fikir üretimi ve eylemselliklerle gelişir.
Eğer Osman Kavala gibi Gezi’nin demokratik bir kazanım olması için çırpınan insanların (ve ülkenin) başına ne geldiğini anlamak ve iyileşmeye dönük adımlar atmak istiyorsak, Çelik’in bugün söylediklerinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Yorum Yazın