Frans de Waal’ın "Primates and Philosophers: How Morality Evolved" kitabında şöyle der, "İnsanlar sadece genetik yapılarından ibaret değildir; sosyal etkileşimler ve duygusal deneyimler, kişiliklerinin ve davranışlarının şekillenmesinde önemli bir rol oynar." Tam olarak böyledir. Her deneyim, genlerimizde bir iz bırakır ve ruhumuzu yeniden şekillendirir.
Son günlerde sıkça duyduğumuz popüler bir kelimeyle başlamak istiyorum; travma. Travmalarımızla şekilleniyor bazen onlardan kaçıp bazen arkasına saklanıyoruz. Hayatımız, genetik kodlarımızın koyduğumuz deneyimlerle şekillenir. Tıpkı bilgisayarlar gibi bizler de bazen ailemizden gelen bazen nesillerce taşınmış kodları belleğimizde taşırız yetmezmiş gibi bazen aktarırız da.
Frans de Waal’ın "Primates and Philosophers: How Morality Evolved" kitabında şöyle der, "İnsanlar sadece genetik yapılarından ibaret değildir; sosyal etkileşimler ve duygusal deneyimler, kişiliklerinin ve davranışlarının şekillenmesinde önemli bir rol oynar." Tam olarak böyledir. Her deneyim, genlerimizde bir iz bırakır ve ruhumuzu yeniden şekillendirir. Bizi bilgisayarlardan şanslı kılan da budur, bazen bir deneyimin duygusu tüm yazılımı değiştirebilir.
Epigenetik adı verilen bilim dalı, deneyimlerin genlerimizi nasıl değiştirdiğini inceler. Yani, yaşadığımız her an, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, sevgi ve diğer tüm insana dair duygular bizi yeniden yazar, deneyimlerimiz ruhumuzun çalışkan mimarlarıdır. Bu mimaride en az travmalarla başa çıkabilecek olmazsa olmaz bir duygu vardır; sevgi.
TRAVMALARLA BAŞA ÇIKABİLECEK OLMAZSA OLMAZ DUYGU; SEVGİ
Düşünün, çocukken yaşadığınız kalbin ağzında attığı ilk büyük korku anını. Ya da ilk büyük başarınızı, aldığınız alkışları hatırlayın. O zafer anı, ruhunuzda kalıcı bir iz bırakmıştır. Ruhumuz, genetik kodlarımız ve deneyimlerimizin birleşimiyle şekillenir. Artık yeni bir kod gelmiştir. Bu tüm hikayeyi değiştirir. Hayata başka birinin gözlerinden bakmaktan bahsediyorum, bazen daha cesur bazen daha başarılı bazen daha güçlü, rüya gibi değil mi? İşte bu duyguların hepsi cesaret edebildiğimiz yeni deneyimlerin sonucunda oluşur, her deneyim ruhumuza yeni bir katman ekler ve bizi biz yapan unsurları oluşturur.
Epigenetik adı verilen bilim dalı, bu deneyimlerin genlerimizi nasıl değiştirdiğini inceler. Yani, yaşadığımız her an, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, sevgi ve diğer tüm insana dair duygular bizi yeniden yazar, deneyimlerimiz ruhumuzun çalışkan mimarlarıdır. Bu mimaride en az travmalarla başa çıkabilecek olmazsa olmaz bir duygu vardır; sevgi.
Sevgi ve mutluluk ruhu besler. Başka bir ihtimalin kapısını açar. O kadar mucizevi bir koddur ki sevgi, kelimelerin, kağıtların, silahların yapamadığını yapar. Yükünü hafifletir.Kısacası, başlangıçta sadece genetik kodlardan ibaret görünsek de her deneyim, kodlarımızı yeniden yazar ve bizi yeniden şekillendirir.
Ruhu besleyen, büyüten ve kodları değiştiren yaşadığımız anılardır. Gitmekten en çok korktuğumuz yerlerde değişimin en büyük anahtarları saklıdır.
Yorum Yazın