Güçlü devletler güçlü kurumlarla var olur. Hem Anayasa Mahkemesi’ni yıpratması süreci hem de Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin açıklamalarının üzerine yargı organlarının adaleti tesis edeceğine dair inancın zayıflaması toplumda ciddi bir adaletsizlik hissi uyandırmıştır.Tarafsız hukukçuların bir araya gelip “doktrinde bir tartışma olmaksızın” aynı fikirde olduğu nadir konular olur. Bunun sebebi hukuk denilen kurallar bütününün, muhteviyatındaki bazı normların uygulanması açısından sübjektiflik yaratmasıdır. Subjektif alan sebebiyle, hakimlerin takdir yetkisi de bulunmaktadır. Bu durum içtihatta ve doktrinde farklılıklar oluşmasına sebebiyet vermektedir. Ancak bazı kurallar vardır ki suyun 100 santigrat derecede kaynaması gibi net ve kesin kabul edilmekte; “sistem” bu kurallar bütününün üzerine inşa edilmektedir.Gibi dizisinde yer bulmuş “Gerçeklerin bir kıymeti yok ki, genel kanı neyse onu yaşıyoruz.” göndermesini yazının başlığı olarak seçmem de tam olarak bu durumdan kaynaklıyor. “Gerçekler” onu inkâr edenler için bile kesin ve net iken, bugün yaşadığımız düzen bu gerçeklere uygun düşmüyor.Can Atalay, Gezi Parkı davasında 18 yıl hapis cezasına mahkûm edildikten sonra henüz cezası kesinleşmeden 14 Mayıs'ta yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde Türkiye İşçi Partisi’nin Hatay milletvekili seçilmiştir. Atalay'ın, milletvekili seçilmesi nedeniyle hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi talebiyle yaptığı başvuruyu Yargıtay 3. Ceza Dairesi reddetmiştir. Bunun üzerine seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmıştır.Milletvekili seçilmesinin üzerinden bir süre geçmesiyle Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay'a verilen 18 yıl hapis cezasını onamıştır. Anayasa Mahkemesi de mevcut başvuruyu kabul ederek oy çokluğuyla 25 Ekim 2023 günü Can Atalay'ın "seçilme hakkı" ile "kişi hürriyeti ve güvenliği" haklarının ihlal edildiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararı Gezi Parkı davasına bakan ve hükmü veren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi’nin kararın uygulanmaktan kaçınıp dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermiştir.Yargıtay 3. Ceza Dairesi 08.11.2023 günü Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.2023 karar tarihli “Seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin yargılamanın yenilenmesine” dair kararına uymayarak skandal bir karara imza atıp aynı kararla Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına hükmetmiştir. Akabinde Yargıtay 3. Ceza Dairesi adına Yargıtay Başkanlığınca yapılan basın açıklamasında aynı ifadeler tekrarlanarak benzeri bir açıklama ile aynı gün Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalara eş bir anayasa değişikliğine ihtiyaç olduğuna değinilmiştir. Kamuoyunda bu durum “Yargı Darbesi” olarak adlandırılmıştır.
KİM NE DEDİ?
Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Haşim Kılıç: “Yargıtay bu kararıyla hem TBMM’nin hem de AYM’nin yetki alanına müdahale ederek haddini aşmıştır. AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı 'akıl tutulması'. Bunun altında birikmiş bir öfke var.” dedi. Türkiye Barolar Birliği söz konusu kararı “Anayasal düzene karşı açık bir başkaldırı” olarak değerlendirdi. İlgili daire için görevden el çektirmeye davet talebiyle Yargıtay Yüksek Disiplin Kurulu’na başvurdu. Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Barosu'nun çağrısıyla avukatlar, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasını protesto etmek için Sıhhiye Adliyesi’nden Ahlatlıbel’de bulunan Yargıtay’a yürüdü. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, anayasal düzene karşı Erdoğan liderliğinde bir kalkışma olduğunun anlaşıldığını söyledi.[1]TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz “Yargıtay 3. Dairesi’nin bu kararı ülkemizde ‘Hukukun Üstünlüğü’ ilkesinin fiilen kalkmış olduğunun göstergesidir. Ülkemiz hukukun asgari normlarının dahi çiğnendiği bir keyfiyet rejimi altında yönetilmektedir.” açıklamasını yaptı.AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı “Yazık, çok yazık” şeklinde tepki gösterdi.Şamil Tayyar: Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin AYM kararına ‘uymama’ iradesi, hukuki değildir, dedi.AK Parti Artvin Milletvekili Faruk Çelik ise '367 Krizi'ni hatırlattığı mesajında Yargıtay'ı 'hukuk içinde' kalmaya davet etti.[2]Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu “Bu mütalaa bir operasyondur, AYM’nin kararını geçersiz ve değersiz kılmaya yönelik bir yargı darbesi girişimidir.” dedi.[3]Abdulhamit Gül, sosyal medya platformu X’teki hesabından yaptığı açıklamada[4] şu ifadeleri kullandı: "Yüksek yargı mercileri arasındaki çatışma görüntüsü, hukuk devleti ve mülkün temelinde yer alan adalet duygusu için endişe vericidir.”İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararı tanımamasına ilişkin, "Bunun bir devlet krizi, Anayasa krizi olduğuna inanıyorum. Sayın Erdoğan, bir anayasa değişikliği için şayet böyle bir kavga üzerinden altyapı hazırlamakla ilgili adımlar atmışsa, onun yol vermesi söz konusuysa bu çok tehlikeli, son derece yanlış bir konu. Kendisinin ve ona bu konuda akıl verenlerin aklını başına alması lazım" dedi.[5]Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10.11.23 günü Ankara'da yaptığı konuşmada "Biz tartışmada taraf değil hakem konumundayız" dedi. Erdoğan, Türkiye'de yargı kurumlarının kararlarının da tartışılabileceğini, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ ve kurumun eleştirilemez olmadığını söyledi. "Gerekirse anayasa ve yasa değişiklikleri dahil tüm yöntemleri kullanarak, tekrar böyle bir tartışmanın ortaya çıkmaması için gerekenleri yapacağız" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Ancak mevcut anayasamız ve yasalarımız, bu konuda yetersiz kalmaktadır."Yargı sisteminin iç tutarlılığının ortadan kalkmasına sebep olmak yalnızca hukuki bir sıkıntı yaratmamakta, aynı zamanda devletin tepeden tırnağa bütün kurumlarını da zayıflatmaktadır.Cumhurbaşkanı Erdoğan Özbekistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Yargıtay kararı ile ilgili sorulan soruya şöyle yanıt vermişti: "Her şeyden önce Yargıtay'ın bir yüksek mahkeme olduğunu herhalde kimse inkâr edemez. Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hâle geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay'ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez."[6].AK Parti içinde Yargıtay'ın kararlarını eleştirenlere değinen Erdoğan, "Yanlış yapıyorlar" diyerek, "Bizim birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışıyla hareket etmemiz lazım. Buralarda kalkıp da birilerine şirin görünmenin anlamı yok." şeklinde bir ifade kullanmıştır.2017 Referandumu ile hayatımıza giren Türk tipi başkanlık sistemi işte tam olarak böyle bir duruma yol açmaktadır. Ortada yargı birliği kalmamış, bir kurum uygulamayla tamamen işlevsiz hale getirilmek istenmişken dahi partili cumhurbaşkanı bu kriz karşısında parti üyelerinin farklı fikirlerde olmaları konusunda konuşmaktadır. Cumhurbaşkanı, devlet krizine dair tespitlerde bulunurken partisindeki fikir ayrılıklarını öncelemektedir.Kimilerince bir önemi olmadığı öne sürülen devlet/hükümet ayrımı, kurumsallaşmış demokrasilerde işte bu nedenle değerlidir.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI
Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını uygulamama şeklinde bir yetkisi yoktur. Yargıtay’ın bu kararı “değerlendirme” yetkisi de yoktur. Anayasa Mahkemesi bir karar verirse Yargıtay bu kararı uygulamak zorundadır.Yargı sisteminin iç tutarlılığının ortadan kalkmasına sebep olmak yalnızca hukuki bir sıkıntı yaratmamakta, aynı zamanda devletin tepeden tırnağa bütün kurumlarını da zayıflatmaktadır. Ek olarak, yaşanan hak ihlalinin nasıl ortadan kaldırılabileceğine dair -AYM’nin Can Atalay kararında olduğu gibi- yeterince açık anayasa hükmünün mevcudiyetine rağmen sanki bir takdir alanı varmışçasına kanunların emrettiği yetki ve kuralların dışına çıkan yetkililerin şahsi sorumluluğu da doğmaktadır. Bu nedenle 14 Kasım 2023 günü İstanbul Barosu mensubu 3.235 avukat tarafından ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.[7]Yargıtay'ın son inceleme mercii olduğu iddiası bireysel başvuru usulü bakımından geçersizdir çünkü Yargıtay olağan kanun yollarının son inceleme merciiyken Anayasa Mahkemesi de en nihayetinde yüksek yargıya dahil olup yargılamanın yenilenmesi kararı da verebilecek bir organdır.“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”Anayasa’nın 14. Maddesinin yukarıdaki hükmünden de anlaşılacağı üzere anılan hallerde uygulanacak yaptırımlar hakkında “kanunla düzenlenme” şartı getirilmiştir ki zaten Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışmanın temellerinden birini de bu oluşturmaktadır.Keza Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmü yer almaktadır. Bu maddenin lafzı da Anayasa Mahkemesi kararını bir kez daha doğrulamaktadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararı (daha önceki kararlarında Meclis’e bu konuda kanun çıkarılması gerektiğine yer vermişse de bu kararın yerine getirilmemiş olması da göz önünde tutulduğunda) yerindedir.
KARARIN SİYASİLİĞİ
Yargıtay'ın son inceleme mercii olduğu iddiası bireysel başvuru usulü bakımından geçersizdir çünkü Yargıtay olağan kanun yollarının son inceleme merciiyken Anayasa Mahkemesi de en nihayetinde yüksek yargıya dahil olup yargılamanın yenilenmesi kararı da verebilecek bir organdır.Aynı zamanda, Yargıtay’ın mevzubahis kararında ve sonrasında yapmış olduğu basın açıklamasında oldukça sert ifadeler mevcuttur. Örneğin “Hiçbir devlet varlığına kasteden bir suçu işlemiş kimsenin dokunulmazlığını kabul etmez” ifadesinin mütalaada yer alması Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu kararda düşman ceza hukukunun hâkim anlayış haline geldiğini düşündürmektedir. Bu ifade Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.2023 tarihli kararında 14. maddenin öngörülebilirliği ile ilgili tespitini bir kez daha doğrular niteliktedir. Kararda yer verilen ifade Can Atalay’ın milletvekili seçildiği dönemde henüz kesinleşmiş bir cezası olmadığı da hesaba katılırsa masumiyet karinesine ilkesini ihlal etmektedir.Adım adım ilerleyecek olursak, Can Atalay’ın hakkında henüz kesinleşmemiş ve son bulmamış bir yargılama varken (yani hukuken halen suçlu değilken!) milletvekili seçilmesi anında Yargıtay’ın “Hiçbir devlet varlığına kasteden bir suçu işlemiş kimsenin dokunulmazlığını kabul etmez” mütalaası hukuka aykırı bir anlayışın dile getirilmesinden ibarettir. Ortada -seçilme tarihinde- verilmiş bir ceza olmamasına rağmen “hiçbir devlet” karşıdaki kişinin kendisinin varlığına kasteden bir kişi olup olmadığını bilemeyecektir, bu sıfat ancak mahkumiyetin kesinleşmesiyle kazanılmaktadır.Bütün bu restleşmelerden sonra 10.11.2023 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Biz bu tartışmada hakem konumundayız” açıklaması bile bu kararın siyasi olduğunu göstermektedir çünkü ortada bir görev uyuşmazlığı yoktur, kanuna ve anayasaya aykırı olarak Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararı vardır. Bununla birlikte aynı gün yine Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirilen “yeni anayasa ihtiyacı” da bu kararın çarpıtmalı bir okumayla iktidar partisi tarafından anayasa değişikliği çağrısı olarak sunulmuştur. Sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalarda da bu anlayış sürdürülmüştür.Söz konusu başvurunun muhalif bir parti olan Türkiye İşçi Partisi milletvekiline ilişkin olması, Gezi Parkı davası tutukluluğunu ilgilendiriyor olması ve sonrasındaki gelişmeler de kararın siyasi saiklerle verildiğine dair kamuoyunda yaygın kanaat uyandırmıştır.Yargıtay’ın olaya ilişkin birkaç gün sonra yayınlamış olduğu açıklamasında “(…) anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.” ifadesinin yer alması da ilginçtir. Anayasa Mahkemesi’nin fonksiyon gaspında bulunduğu iddiasıyla sert çıkışlar yapan kararın hemen ardından “Anayasal ve yasal çalışmalar” gerektiğini ifade ederek yasama organının görev alanında bulunan bir konu hakkında Yargıtay Başkanlığınca teşvik edici rol üstlenilmiştir.Bununla birlikte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2021 yılından itibaren çeşitli zamanlarda Anayasa Mahkemesi aleyhine basına yansıyan ifadeleri[8][9][10] ve Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını her fırsatta gündeme getirmesi de gelinen durumu anlamak adına önemli bir ölçüttür.Ortada bir fonksiyon gaspı varsa bunu gerçekleştiren Yargıtay 3. Ceza Dairesi’dir çünkü defalarca kez tekrarlandığı üzere Anayasa bütün kanunların, yönetmeliklerin ve yargı organlarının vermiş olduğu kararların üzerindedir.
Yorum Yazın