Sean Baker’in yönettiği “Anora”, 77. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazandı. Başrollerini Mike Madison ve Mark Eidelstein’in paylaştığı yapım, birçok kişi tarafından modern bir külkedisi masalı olarak tanımlandı. Böyle tanımlanmasında popüler anlatının sıklıkla işlediği birbirleri ile farklı sınıflardan gelen aşıklar klişesini kullanmasının etkisi olsa da aslında film masal anlatısının kalıplarını yıkan bir yapıya sahip.
İnsanın dünya üzerindeki sözde hakimiyetini kültür sahibi olmasına yani bir diğer deyişle bilgi birikimini nesilden nesile aktarabilmesine bağlamak mümkündür. Aktarılan elbette sadece bilgi değildir, gelenekler, toplumsal normlar, ideolojiler, dinler gibi her türlü öğreti bu aktarım süreci içerisindedir. Bu bilgi aktarımının ilk aşaması ise doğar doğmaz anlatılmaya başlanan ve küçüklük çağında yoğun biçimde maruz kalınan masallardır. Bu nedenle birçok kuramcı masalların ideolojik işlevine dikkat çeker.
Amerikan bağımsız sinemasının önde gelen yönetmenlerinde Sean Baker’in yönettiği senenin dikkat çeken filmlerinden “Anora”, 77. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazandı. Başrollerini Mike Madison ve Mark Eidelstein’in paylaştığı yapım, birçok kişi tarafından modern bir külkedisi masalı olarak tanımlandı. Böyle tanımlanmasında popüler anlatının sıklıkla işlediği birbirleri ile farklı sınıflardan gelen aşıklar klişesini kullanmasının etkisi olsa da aslında film masal anlatısının kalıplarını yıkan bir yapıya sahip. Kısaca aktarmak gerekirse film, bir gece kulübünde dansçı olarak çalışan ve eskortluk yaparak para kazanan Ani’nin Rus bir oligarkın oğlu olduğunu öğrendiğimiz Vanya ile olan tanışması ve ani bir karar ile evlenmeleri sonrasında, Vanya’nın ailesinin bu evliliği bozmak için Amerika’ya gelmeleri ve yaşanan olayları aktarıyor.
Yazıda filmin biçimsel özelliklerinden çok masallarla kurduğu ilişki bağlamında tematik özelliklerine odaklanmak istesem de yönetmenin sinematografik tercihlerinin, anlatının izleyicide bıraktığı his bağlamında oldukça etkili olduğunu belirtmeden geçmemek gerekli. Film, masallarda yer alan -evlendiler ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar-ın ötesine yani evlilik sonrası yaşanılan sürece odaklanıyor. Sınıf farklılıklarına değinirken romantik aşk güzellemesi yapmaktan kaçınıyor ve karşımıza, güçlü/ asil prens ve zarif/ pasif prenses kalıplarının dışında karakterler ile çıkıyor. Filmde karakterlerin ulaşmak istediği mutlu son ise “sonsuza kadar mutlu” yaşamaktan ziyade, Anora için rahat bir hayata kavuşmak iken Vanya için ailesinden ve Rusya’dan kaçmak adına yeşil kart almak olarak gösteriliyor. Film öncelikli olarak külkedisi masalı ve başka bir kaç masal ile ilişkisi kurarak metinlerarası bir özellik taşır iken, aynı zamanda postmodern bir anlatı kalıbı izleyerek birer büyük anlatı sayılabilecek olan masallardaki kalıpları kırar. Film bu kalıpları farklı biçimde yeniden inşa ederken, birer masal olarak sunulan Amerikan rüyasının da imkansızlığını vurgular.
Masallarda var olan mitlerin tekrar tekrar anlatılarak, bilinç dışı korkuların ve isteklerin yansıması olan öğelerin, çocukların algılarına uygun bir biçimde verilmesi ile var olan düzenin bireylerin kişiliğinin ilk aşaması olan çocukluk çağında kabullenilmesi sağlanmaktadır. Masallarda bastırılan arzuların temsilcisi olan karakterler karşımıza ‘öteki’ biçiminde çıkarak toplum dışına itilmekte ve masallarda ideolojik açıdan bakıldığında egemen ideolojinin istediği tek tip, itaatkar bireyin inşasında rol oynamaktadır.
Anora, masal uyarlaması gibi görünen yapısının altında, masallarda var olan kalıpları sıklıkla yıkar, özellikle izleyiciyi, ikili karşıtlıklarla dolu karton karakterlerden oluşan bir evrene değil gerçek dünyanın gri bölgelerine sürükler. Strauss’a göre ‘ikili karşıtlık’ evreni oluşturan birbiriyle ilişkili iki kategori sistemidir. Dünyayı bu kategorileri uygulayarak anlamlandırmaya başlarız. A’nın anlamlı olması onun karşıtı olan B kategorisi ile ilişkisidir. Strauss’a göre bu karşıtlıklar, insan beyninin fiziksel yapısından ötürüdür ve evrenseldir. Bu durumda bu karşıtlıklar bir kültür ya da topluma özgü değil türe özgüdür (1)
Masallar bu ikili karşıtlıklardan sıklıkla beslenir hatta anlatılarını bunun üzerine kurarlar. Ancak Anora bize popüler anlatının -günümüzde her ne kadar değişim gösterse de - halen varlığını koruyan katı ikili karşıtlık temsilleri dışında temsiller sunmaktadır. Örneğin Vanya’nın ailesi için çalışan Igor karakteri salt iyi ya da kötü tasvir edilmezken, anlatı sonunda Vanya’dan aldığı yüzüğü Ani’ye vererek masallardaki prensin rolünü üstlenir.
Sezer, Toplumsal Cinsiyet ve Masallar adlı kitabında Masallarda kadın temsilinin iki biçimde var olduğunu belirtmektedir. Bunlardan biri kötü olan karakterin çirkin olarak tasvir edilmesi ve kişinin beyninde ‘güzellik’ kavramına atfedilen iyi özellikler ile güzelliğin yüceltilmesidir. Diğer bir durum ise güzel olanın saf olduğu ve güzelliğinin farkına varmadığı ve onu kullanmaya çalışmadığı sürece güzelliğin kabul edilebilir olduğu vurgusudur. Pamuk prensesteki kötü kraliçe örneğinde olduğu gibi, hem güzel hem de güzelliğinin farkında olan kadının sonu ölümdür ve bu kadın kötüdür (2)
Filmde Anora, güzelliğinin farkında ve bunu işi için kullanarak para kazanmaktadır. Ancak Anora masallardaki kötü tarifinin aksine hikayenin prens temsili olan Vanya’sına göre görece dürüst olan ve bir şekilde çıkar amaçlı da olsa evliliğine sahip çıkmak isteyen tarafıdır. Masallarda kadın karakterlerin gerçek dünyada var olan tehditlere karşı korunması amacıyla hapsedilmeleri, uyutulmaları, evden çıkmalarının yasaklanması gibi ögeler yer alırken, bu yasaklar kadınların ergenlik dönemine girmesi ile başlar. Örneğin kırmızı başlıklı kızın başlığındaki kırmızı semiyotik açıdan ergenliğe girmek olarak, uyuyan güzelin eline batınca gelen kan ise ergenlik ya da cinsel ilişki ile ilişkilendirilerek yorumlanır. Anora’nın film boyunca taktığı kırmızı atkı ve aksesuar seçimine hakim olan kırmızı renk bu ilişkiyi kuvvetlendirir.
Filmde Anora’nın gece kulübünde dansçı olması herhangi bir işten farksız sunulmakta ve film bunun üzerinden kadın karaktere mağduriyet yüklemeyerek güçlü bir kadın anlatısı kurmaktadır.
GÜÇLÜ BİR KADIN ANLATISI
Anora, sözde prens Vanya tarafından seçilen ve pasif konumda olan bir prenses olarak tasvir edilmez. Anora, masallarda geceyarısı olduğunda eve dönmesi gereken prensesin aksine gece yarısından sonra ortaya çıkmaktadır. Masallarda korunaklı şatolar, kuleler içerisinde hapsedilen prensesler yerine bir nevi modern kölelik olarak tasvir edebileceğimiz biçimde hapsedilen Anora’nın tutsaklığını bu açıdan masala benzetmek mümkün olsa da bunu yaptığı işten bağımsız düşünmek gerekir. Anora modern toplumun yeniden biçimlenen köle efendi ilişkisi içerisinde herkes gibi zamanını satarak para kazanmaktadır. Filmde Anora’nın gece kulübünde dansçı olması herhangi bir işten farksız sunulmakta ve film bunun üzerinden kadın karaktere mağduriyet yüklemeyerek güçlü bir kadın anlatısı kurmaktadır. Şatolardaki prensesler, prensler tarafından kurtarılmayı beklerken, Anora kendini savunan ve kurtarma potansiyeli olan taraftır. Ailesinin adamlarının evi basması ile kaçan Vanya’nın aksine Anora mücadele eder. Anora kendine güvenen hakkını arayan, direnen ve savaşan bir karakter olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar film anlatısının sonunda kırgın yönünü görsek te anlatı içerisindeki rolü masaldan farklıdır. Filmde, Anora’nın evliliği sürdürme çabası belki de bir anlığına külkedisi masalına inanmak istemesi olarak yorumlanabilir.
Film, özellikle, kadın karakter temsili bağlamında klişelerden uzak durarak mağduriyet yaratmadan gerçekçi biçimde öyküsünü aktarmakta ve bu yönü ile popüler anlatı klişelerinden uzaklaşmakta iken, her ne kadar açık uçlu olsa da klişe bir sona yakın finali ile bu etkisi azalmaktadır.
—
1. Fiske, J. (2003), İletişim Çalışmalarına Giriş. çev. Süleyman İrvan Ankara: Bilim ve Sanat
2. Sezer, M.Ö. (2010), Masallar ve Toplumsal Cinsiyet, İstanbul: Evrensel
Yorum Yazın